Pandeminin iki yılında fazladan 274 bin ölüm

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) hazırladığı Pandeminin İkinci Yılı Değerlendirme Raporu’na göre 11 Mart 2020-15 Mart 2022 tarihleri arasında, Covid-19 nedeniyle 274 bin fazladan kişi öldü. Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre aynı tarihlerde toplam 97 bin kişi öldü.

TTB Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, ‘satır aralarını okuyarak çıkardıkları rakamların’ resmi verilerden farklı olduğunu: “Sağlık bakanlığı pandeminin başından beri verileri hassasiyetle örtbas ediyor” dedi. TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut ise ‘iki yıl boyunca hakikatlerin büküldüğünü, gerçeklerin örtüldüğünü’ söyledi.

Raporun yazarlarından halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Mehmet Zencir, en kritik meselenin Türkiye’de pandeminin boyutunun hala bilinmemesi olduğunu belirterek: “Türkiye iyi senaryo üzerinden strateji kuruyor. İyi senaryo olmazsa ne yapacak? Pandemi gribe benzetilerek, toplumda önlemlere yönelik duyarsızlık artırıldı. ‘Endemi’ diye bir kavramla toplum rahatlatılmaya çalışılıyor. Endemi, pandeminin bitme hali değil. Endemi herhangi bir sağlık sorunun tehlikeli boyutta olduğunu ve daha çok önlem alınması gerektiğini ifade eder. Özellikle bulaşıcı hastalıkta önlemleri sıkı tutmak gerekli. Aksi halde hastalığın epidemiye (beklenenden fazla yayılması) dönme potansiyeli olur.”

‘Sonbaharda vakalar artabilir‘

Henüz aşı olmayan, hastalığı geçirse de ek kronik hastalıkları bulunan, direnci düşük ve hastalığı geçirmeyenler Covid-19 karşısında duyarlı grup. Bu duyarlı grupta aşılanmanın tamamlanması çok önemli.

Günlük aşılanma rakamları 20 binin altında. İlk gelen aşı Sinovac’ın koruma süresi geçti ve yeni varyantlara etki etmiyor. Aşıların korumasından çıkanların sayısı, aşılananlardan çok daha yüksek.

Zencir, şöyle konuştu: “Duyarlı nüfusta aşısızların sayısı yüksek. Buna karşılık sağlık bakanlığının aşıyla ilgili hiçbir motivasyonu yok. Sonbahar aylarında vakaların artmasının mümkün olduğunu düşünüyoruz. Buna karşı dirençli olmanın yolu aşılı nüfus oranının yükseltilmesi.”

TTB Pandemi Çalışma Grurubu’ndan Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol, Türkiye’de hasta yataklarında, yoğun bakımlardaki ciddi azalmanın ‘sevindirici ama rahatlamak için yeterli olmadığını’ söyledi.

Aşılamanın durma noktasına gelmesini eleştiren Davutoğlu, yeni ve ciddi bir dalga halinde çok büyük sarsıntı yaşanabileceğini söyledi: “Bununla ilgili hiçbir hazırlık olmaması son derece endişe verici.”

Bakanlığın açıkladığından üç kat fazla ölüm

Raporda, “Türkiye’de Pandeminin İyi Yönetilemediğinin Temel Göstergesi: Fazladan Ölümler” bölümünü TTB Halk Sağlığı Kolu Başkanı Dr. Nasır Nesanır, Pandemi Çalışma Grubu üyeleri Alican Bahadır ve Güçlü Yaman hazırladı.

Fazladan ölüm verisi, pandeminin erken dönemi ve sonraki sürecinin etkilerini ölçmek için önemli bir gösterge.

Rapora göre, Türkiye nüfusunun yüzde 48’ini oluşturan 24 ilde, 11 Mart 2020-15 Mart 2022 arasında gerçekleşen fazladan ölüm sayısı 133 bin. Bu, Türkiye nüfusuna yansıtıldığındaysa fazladan ölenlerin 274 bin kişi olduğu çıkıyor. Bakanlığın aynı tarihler için açıkladığı sayı 97 bin.

2020’de pandemide en yüksek fazladan ölüm sayısı kasım ve aralık, 2021’de nisan, mayıs, ağustos, eylül ve ekim, 2022’deyse ocak, şubat ve mart aylarında gerçekleşti.

Bakan Koca üç-dört katı kayıp beklendiğini söylemişti

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Covid-19 geçirenlerde hastalığın bıraktığı hasarlardan dolayı gelecek üç yıl boyunca mevcut ölümlerin üç-dört katı kadar kayıp beklendiğini söylemişti.

Rapora göre, Türkiye’nin, pandeminin ilk iki yılında milyon kişi başına en fazla ölümün yaşandığı ülkelerden birisi olmasının nedenleri arasında; sınıfsal eşitsizlik sonucu yoksul mahallelerdeki ölümler ve iş cinayetleri, bölgesel eşitsizlikler, ertelenen sağlık hizmetleri, sağlık bakanlığının risk gruplarında üçüncü doz aşı çalışmasının etkili bir şekilde yapmaması ve aşı kararsızlığı ile ilgili bir çabaya girmemesi, Delta varyantı, Covid-19’a bağlı anne ölümleri sayılabilir.

Türkiye’de şeffaflık ve bilimsellik kriterlerinin ihmal edilmesi; yerel yönetimler, sağlık, emek ve meslek örgütlerinin ve toplumun pandemi sürecine dahil edilmemesi; Covid-19’un sınıfsal yapısından dolayı çalışan veya işsiz toplum katmanlarına, yoksul ve yoksullaşacak kesime özellikle kapanma dönemlerinde ekonomik ve sosyal kayıp yaşatmadan destek sunulmaması; vaka temelli müdahalelerin (test, temaslı izleme, izolasyon, karantina dahil) ve nüfus temelli müdahalelerin (yüz maskelerinin takılması, fiziksel mesafe ve kalabalıklardan, başta parti kongreleri olmak üzere toplantılardan ve kapalı alanlardan kaçınma) birlikte yürütülmemesi on binlerce insanın, onlarca sağlık çalışanının ölmesine neden oldu.

TÜİK hala açıklamıyor

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), her yıl haziranın üçüncü haftasında, bir önceki yıla ait ölüm ve ölüm nedenleri istatistiklerini yayımlarken, 23 Haziran 2021 tarihinde yaptığı yazılı açıklamada şöyle denmişti: “Ulusal veri yayınlama takvimine göre 24 Haziran 2021 tarihinde saat 10.00’da yayımlanması planlanan Ölüm ve Ölüm Nedeni İstatistikleri 2020 Haber Bülteni, idari kayıtlardan üretilmekte olan istatistiklere ilişkin çalışmaların henüz tamamlanamamış olması sebebiyle ileri bir tarihe ertelenmiştir.”

Veriler hala açıklanmadı.

‘Hükümet sermayeyi korudu‘

Raporda “Pandemi Sürecinde Emekçilerin Durumu” başlıklı bölümü yazan Özgür Müftüoğlu’a göre, küresel emek piyasasında görülen pandeminin etkileri Türkiye için de geçerli. Pandemi işgücüne katılım ve istihdamın düşük olması ile yapısal hale gelen işsizlik sorununu büyüttü.

Türkiye’de pandemideki toplam ekonomik ve mali desteklerin yüzde 78’i şirketlere, işletmelere ve bankalara yani sermaye kesimine gitmiş.

Tüm desteklerin sadece yüzde 22’si “işsizlik ödeneği, kısa çalışma ödeneği, nakit ücret desteği vb” adıyla, yurttaşlara ve çalışanlara yönelik ek harcama ve gelir desteği olmuş: “Oysa tüm ekonomik destekler içinde yurttaşlara ve çalışanlara aktarılan pay Arjantin’de yüzde 69,2, Yunanistan’da yüzde 75,1, Yeni Zellanda’da yüzde 92,3 seviyesinde. Ayrıca Türkiye’de yurttaşlar ve çalışanlara ayrılan payın da yüzde 61 gibi çok önemli bir kısmı işçilerin kendi birikiminden oluşan İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanmış. Devletin pandemi nedeniyle sağladığı desteğin miktarı ve bu desteğin dağıtımında yapılan sınıfsal tercihler Türkiye’de siyasi erkin, küçük bir azınlığın çıkarı uğruna toplum sağlığını göz ardı etmenin yanı sıra toplumun çok geniş bir kesimini pandeminin yarattığı ekonomik ve sosyal yıkım karşısında yalnız bıraktığını da gösteriyor. Sonuç itibariyle devletin destek olarak sunduğu miktarın düşük, dağılımın eşitsiz olması küçük bir azınlığın servetini büyütürken, toplumun geniş bir kesimini daha da yoksullaştırmış, zaten bozuk olan gelir eşitsizliği pandemi sürecinde daha da artmıştır.”