Özür Dileriz, “Faiz Sebep, Enflasyon Sonuç” Değilmiş

Son alınan kararla politika faizi % 25’e yükseltildi ve bu artışla ilgili olarak yandaş medyada çok olumlu yorumlar ve umutlu beklentiler dile getirildi. Haziran başında Mehmet Şimşek görevi devralırken, “rasyonel politikalara” geri dönüleceğini söyleyerek uzunca süredir uygulanan politikanın irrasyonel olduğunu da açıkça vurgulamış oluyordu. Aynı zamanda nas’ın temel alınması yerine, iktisat biliminin günümüzde geçerli olan bilgilerine göre hareket edileceğini de belirtmiş oluyordu. Mayıs’ta % 8.5 olan politika faizi Haziran’da % 15’e, Temmuz’da % 17.5’e yükseltilmişti. Son kararla % 25’e çıkmasıyla da üç ay içinde üç katına çıkmış oluyordu. Bundan sonra da artırılacağı açıktı.

Ne var ki, bu politika çok daha erken bir tarihte, yani enflasyon çok daha düşükken, uygulanmış olsaydı yaratacağı etki önemli bir derecede olabilecekken, bugün kısa vadede o etkiyi yaratması olanaksız. Nitekim kararın açıklandığı gün dolarda yaşanan sınırlı düşüş ve ertesi gün görülen artış etkinin sınırlı olduğunu gösterdi. Tabii etkiden söz ederken, bunun sadece döviz kuruyla sınırlı kalmadığını unutmamak gerekir. Uygulanan sıkı para politikası ile toplam talepte bir düşme olması kaçınılmazdır. Bu da aslında son iki yılda sürekli hızlanan enflasyon nedeniyle sabit gelirlilerin satınalma gücünün düşmesi ile gerçekleşmektedir. Sabit gelirliler en iyi olasılıkla yılda iki kez zam aldıklarına göre, altı aylık sürede yaşanan enflasyon ne kadar yüksek ise, yaşanan sıkıntının da o ölçüde ağır olması aritmetik bir gerçektir. “Vatandaşı enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” cümleleri de aynı derecede geçersizdir.

Satınalma gücünde düşme toplam talebi de düşüreceği için, büyüme hızında ve istihdam artışında bir yavaşlama olması da kaçınılmazdır. İşin umut kıran bir tarafı da şudur, saptanan faiz oranı her türlü kredinin faiz oranını da yukarı itecek, tüketim, işletme, yatırım kredileri de artamayacaktır.

İrrasyonel politika hayli uzun bir süredir uygulandığı için, enflasyon oranı ile güncel faiz oranları arasında hala büyük bir fark vardır ve tasarruf sahipleri negatif reel faizden dolayı ciddi bir kayba uğramakta, bu yükten kurtulmak için seçenekler aramak zorunda kalmaktadır.

Her ne kadar “zararın neresinden dönülürse, kardır” dense de , atılan adımlar iç ve dış dünyada yeterli ölçüde güven vermekten uzaktır. Nasıl güven versin ki, resmi kaynakların verdiği tahmini enflasyon hedefi sürekli olarak yükseltilmekte, hazırlanan yıllık devlet bütçesi yılın yarısında çok büyük ölçüde yeni eklemelerle düzeltilmektedir.

Şimdi konunun neredeyse hiç tartışılmayan bir yönüne geldik. “Faiz sebep, enflasyon sonuç” politikası-inadı terk edildiğine göre, yanlışlığı ve çıkmaz sokak olduğu bu politikayı savunanlar tarafından da görülmüş demektir. Ama Türkiye iki yıllık bir dönemde bu yanlış politika nedeniyle neler kaybetti? Çok değerli bir zamanı yanlış politikalarla geçirdi. Milyonlarca kişi yoksullaştı, işsiz kaldı, binlerce küçük işletme ağır kayıplara uğradı. Bunun ekonomik maliyeti mutlaka çeşitli akademik çalışmalarla ortaya konacaktır. Ölçülmesi daha zor olan sosyal maliyetinin de çok ciddi olduğu kesindir. Yandaş medya sorunun bu yönleri ile ilgilenmemeyi tercih eder, ancak eleştirel medya ve muhalif çevreler de konuyu yeterince değerlendirmiş sayılamaz.

Aslında iki yıllık süre ve ortaya çıkan ağır maliyetler karşısında gösterilen tepkilerin çok sınırlı ve yetersiz kaldığı açıktır. Bunun kuşkusuz ülkemizde demokrasinin çok kısıtlanmış olması ve de demokrasi kültürünün çok zayıf olması ile de ilişkisi var. Uygulanan politikaların yanlış olduğunu çok iyi bilen işveren örgütleri bile seslerini hala fazla çıkartamıyorlar.

Demokrasinin daha oturmuş olduğu yerlerde yanlış politikaların hesabı soruluyor. Örneğin İngiltere’de Liz Truss başbakan oldu ve kökten piyasacı bir yaklaşımla, enerji fiyatlarını düşürmek amacıyla sübvansiyonları artıracağını, aynı zamanda vergileri indireceğini açıkladı. Bu politika bütçe açıklarını yükselteceği için açık finansmana ve enflasyonda hızlanmaya neden olacağı gayet açıktı, piyasalarda ciddi bir çalkantı ve güvensizlik yarattı. Liz Truss kendi partisi içinde bile çok tepki çekti ve göreve geldikten 45 gün sonra istifa etmek zorunda kaldı ve İngiltere’de en kısa süreyle görev yapmış başbakan olarak tarihe geçmiş oldu.

Türkiye’de ise istifa sözcüğü çok cılız kaldı. Hatta yandaş medya işlerin düzelme yoluna girdiği propagandasına girişti, iktidara yakın sendikalar ise böyle hassas sorunlara hiçbir zaman dokunmama alışkanlığını sürdürdü. Bazı eleştirel çevreler de “nasıl olsa bir şey değişmez” diye sessiz kaldı. Konunun bu yönü unutulmamalı, bu hatalı politikanın ağır bir maliyeti var ve bu maliyet devam ediyor.

Burhan ŞENATALAR
Latest posts by Burhan ŞENATALAR (see all)