Osman Kavala’nın 2017 yılında başlayan tutukluluk süreci, Türkiye’de hukuk sistemine dair tartışmaların en büyük sembollerinden biri haline geldi. Kavala, birçok uluslararası insan hakları örgütü, hukukçu ve gazeteci tarafından adaletsiz bir yargı sürecine maruz kalmakla suçlanan, sistemin içinde sıkışmış bir isim. Türkiye’de siyasetin ve hukukun iç içe geçtiği bu süreç, Kavala’nın hayatı üzerinden şekillenirken, hukuk devleti ilkesine duyulan inancı sarsıyor.
Gezi Davası: Bir Direnişin Yargılanması
Gezi Parkı protestoları, Türkiye’de yüz binlerce insanın katıldığı büyük bir sosyal hareketti. 2013 yılında başlayan bu olaylar, başlangıçta çevreye duyarlı bir tepki olarak doğmuşken, kısa sürede ülkenin dört bir yanında hükümet karşıtı geniş çaplı bir direnişe dönüştü. Ancak bu hareketin liderlerinden olduğu iddia edilen Osman Kavala, hukuk dışı bir süreçle suçlanmaya başlandı.
Kavala, ilk olarak Gezi Parkı eylemlerini organize etmek suçlamasıyla yargılandı. Bu suçlamalar, siyasi iktidarın en üst düzey yetkilileri ve iktidara yakın medyanın sürekli olarak Gezi davası sanıkları aleyhinde sürdürdüğü beyanlarla desteklenmeye çalışıldı. Ancak savunma avukatları, davada etkili analizler ve güçlü argümanlar sunarak, sürecin hukuki dayanağının olmadığını gözler önüne serdi. Şubat 2020’de Silivri’de açıklanan beraat kararı, duruşmaları izleyen birçok kişide şaşkınlık yarattı, çünkü bu karar, siyasi baskıların yoğun olduğu bir dönemde yargıdan gelen nadir adil sonuçlardan biriydi.
Hukukun Siyasallaşması: Kavala’nın Yeniden Tutuklanması
Ancak bu adalet kısa sürdü. Beraat etmesine rağmen, Osman Kavala evine varmadan yeniden tutuklandı. Bu sefer suçlama daha hayali bir temele dayanıyordu: 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimine katılmak. Bu iddia da yeterli bulunmayınca, casusluk suçlaması da eklenerek Kavala’nın tutukluluğu sürdürüldü. Bu süreç, hukukçular ve insan hakları savunucuları tarafından hukukun siyasallaşmasının açık bir örneği olarak değerlendirildi. Çünkü dava sürecinde Kavala’nın bu suçlamaları destekleyecek hiçbir somut delil ortaya konulamamıştı.
Davalarda Birleşme ve Ayrılma Süreci
Hukuksal süreçlerin karmaşık hale getirildiği bu davada, bir ara Çarşı davası ile Gezi davası birleştirildi. Ancak bu birleşmenin hukuki dayanağı ve mantığı sorgulandıktan sonra davalar yeniden ayrıldı. Her iki davanın sanıkları da, toplumsal bir protesto sürecinin kriminalize edilmesine karşı dirençli savunmalarını sürdürdü. Ancak bu direniş, hukuki süreci durdurmaya yetmedi.
Nisan 2022’de Gelen Cezalar ve Şok Edici Sonuçlar
Nisan 2022’deki Çağlayan Adliyesi’nde açıklanan cezalar, birçok kişiyi şok etti. Kavala’ya yönelik suçlamalar, “hükümeti devirmeye teşebbüs” ve “görevini yapmasını engellemeye çalışmak” gibi son derece ağır suçlamalara dayanarak mahkumiyet kararı verildi. Sanıkların avukatları ve bağımsız gözlemciler bu kararlara şiddetle itiraz ederken, verilen cezalar hukukun siyasallaşmasının derinleştiği izlenimini güçlendirdi. Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis, diğer sanıklara ise 18 yıl hapis cezası verildi. Bu karar, kamuoyunda geniş yankı buldu ve hukuki dayanaklarının son derece zayıf olduğu eleştirilerini yeniden alevlendirdi.
Yargıtay Kararı: Üç Beraat, Dört Ceza, Bir Ağırlaştırılmış Müebbet
Dava sürecinin Yargıtay’a taşınmasının ardından da hukuk mücadelesi devam etti. Yargıtay’ın ilgili dairesi, üç sanığın beraatine, dört sanığın 18 yıl hapis cezasına ve Osman Kavala’nın ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmetti. Bu karar, özellikle Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmesiyle, toplumsal bir protesto eyleminin sorumluluğunu birkaç kişiye yüklemenin büyük bir haksızlık olduğu düşüncesini pekiştirdi.
Beş kişi, hukuken anlamlı hiçbir kanıt olmadan, tüm ülkede günlerce yaşanmış olan bir sosyal protesto olayının sorumlusu olarak cezalandırıldı. Bu durum, sadece sanıklar üzerinde değil, toplumda da adalet duygusunun derinden zedelenmesine neden oldu.
Osman Kavala: Bir Adaletsizlik Hikayesi
Kavala’nın davası, Türkiye’deki yargı bağımsızlığına duyulan güvenin ciddi şekilde sarsılmasına yol açtı. Kavala, suçsuz yere hapiste tutulan bir birey olmaktan çıkıp, hukukun siyasallaşmasının sembol ismi haline geldi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin defalarca serbest bırakılması yönünde karar vermesine rağmen, Kavala’nın hapsedilmesi Türkiye’nin uluslararası arenada eleştirilmesine de neden oldu. Türkiye’de adalet mekanizmasının üzerindeki siyasi baskıların en görünür simgelerinden biri olan bu dava, toplumun vicdanında derin yaralar açtı.
Osman Kavala’nın davası, sadece bireysel bir hukuki süreç değil, aynı zamanda Türkiye’de hukuk devleti ilkesinin sınavı haline geldi. Her geçen gün daha fazla insan, bu davanın adaletin tecelli etmesi için değil, siyasi hesaplaşmaların bir aracı olarak kullanıldığı düşüncesine kapılıyor. Bu süreç, Kavala’nın özgürlüğünden mahrum bırakılmasıyla sınırlı kalmayarak, Türkiye’de adalete olan inancın da sorgulanmasına neden oluyor.
Bu dava, sadece Osman Kavala’yı değil, Türkiye’deki hukuk ve adalet sistemine olan inancı da hapsetti.