Sivil toplum ve insan hakları aktivisti Osman Kavala, 30 Ocak 2025 itibarıyla tam 2.648 gündür özgürlüğünden mahrum. Kavala’nın hukuki süreçleri, yalnızca Türkiye’nin adalet sistemindeki çarpıklıkları değil, aynı zamanda uluslararası insan hakları standartlarına karşı açık bir meydan okumayı da gözler önüne seriyor.
Osman Kavala, 18 Ekim 2017’de Gaziantep’te gözaltına alındı ve İstanbul’a götürüldü. Gözaltına alınma gerekçesi ilk anda öğrenilemedi; zira soruşturmanın gizli yürütüldüğü ifade edildi. Bu, Kavala’nın özgürlüğünden yoksun bırakıldığı ilk andan itibaren, şeffaflıktan uzak ve belirsizliklerle dolu bir sürecin habercisiydi.
Kavala, 1 Kasım 2017’de iki ağır suçlama ile tutuklandı: Gezi eylemleri bağlamında ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ ve 15 Temmuz darbe girişimi bağlamında ‘anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs.’ Ancak bu suçlamaların hukuki dayanakları kamuoyu nezdinde ve uluslararası hukuk açısından hep tartışmalı oldu. Gezi eylemleri için hazırlanan iddianame bile tutuklamadan ancak 16 ay sonra, Şubat 2019’da tamamlanabildi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kararına Rağmen Devam Eden Tutukluluk
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 10 Aralık 2019’da Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılması yönünde bağlayıcı bir karar verdi. Kararda, Kavala’nın özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği, tutukluluğunun siyasi saiklerle gerçekleştiği ve suçlamaların inandırıcı delillere dayanmadığı açıkça belirtildi. Buna rağmen Türkiye, AİHM kararını uygulamak yerine Kavala’yı serbest bırakmamak için sürekli yeni gerekçeler üretti.
18 Şubat 2020’de Kavala, ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamasıyla yargılandığı davada beraat etti ve tahliyesine karar verildi. Ancak dakikalar içinde başka bir davadan gözaltına alındı. Bu süreçte Kavala, aynı suçlamalarla defalarca tutuklanıp farklı gerekçelerle cezaevinde tutuldu.
Anayasa Mahkemesi ve Türkiye’nin Yargı Sistemindeki Çelişkiler
Osman Kavala’nın hak ihlali gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yaptığı başvuru, 29 Aralık 2020’de 7’ye karşı 8 oyla reddedildi. Karşı oy kullanan üyeler arasında dönemin AYM Başkanı Zühtü Arslan da yer aldı. Arslan’ın gerekçesi, Kavala’nın özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği yönündeydi. Bu durum, Türkiye’nin en üst yargı organları arasında bile hukuki standartlara ilişkin derin bir görüş ayrılığı olduğunu ortaya koydu.
AİHM kararını uygulamayan Türkiye, Avrupa Konseyi’nin dikkatini çekti. Konsey, 2021’de Türkiye’ye karşı ‘ihlal prosedürü’ başlattı. Bu süreçte Erdoğan, “AİHM’in kararı bizi ilgilendirmez” diyerek Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerini açıkça reddetti. Bu açıklama, Türkiye’nin AİHM kararlarını bağlayıcı olarak kabul eden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olma durumuyla çeliştiği gibi, ülkenin uluslararası itibarı üzerinde de ciddi bir gölge bıraktı.
Ağırlaştırılmış Müebbet Cezası: Adaletin Siyasi Gücü
25 Nisan 2022’de Gezi davası kapsamında Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi. Bu ceza, yalnızca Kavala’nın yaşam hakkını değil, aynı zamanda Türkiye’de sivil toplum faaliyetlerine katılan bireylerin üzerindeki baskıyı da artırdı. Davada bir üye hâkim karara karşı oy kullandı ve mahkeme heyetinde bile mutabakat sağlanamadı. Bu, yargının bağımsızlığına ilişkin endişeleri daha da derinleştirdi.
Osman Kavala’nın 2.648 gündür devam eden tutukluluğu, Türkiye’de yargının siyasi otoritenin bir aracı haline gelmesi tartışmalarını güçlendirdi. İnsan hakları savunucuları, Kavala’nın bir kişi olarak değil, sivil topluma gözdağı vermek için hedef alındığını savunuyor. Avrupa Konseyi ve AİHM kararlarına rağmen Kavala’nın serbest bırakılmaması, Türkiye’nin uluslararası insan hakları hukukuna aykırı hareket ettiğinin en somut göstergelerinden biri.
Sivil Toplumun Susturulması: Hukuki Değil, Siyasi Bir Karar
Kavala’nın davası, hukukun üstünlüğünden uzaklaşıldığında bireylerin haklarının nasıl kolayca gasp edilebileceğinin trajik bir örneği. Bu dava, yalnızca Osman Kavala’nın değil, ifade özgürlüğü, toplanma hakkı ve sivil toplumun varlığına yönelik bir tehdit olarak tarihe geçti.
Osman Kavala’nın serbest bırakılması yalnızca hukuki bir gereklilik değil, aynı zamanda Türkiye’nin insan haklarına saygı gösteren bir ülke olabilmesi için atması gereken önemli bir adım. 2.648 gün boyunca özgürlüğünden mahrum bırakılan Kavala, adaletin simgesi haline geldi ve Türkiye’nin hukuk sisteminin vicdanına büyük bir yük bindirdi.