Vatan boylu boyunca vurulmuş
ki gözii iki çeşme derelerin
Dağlar kapkara yasından
Ovaar tüm kavrulmuş
Düşman kan içinde parnaldanyla
Ta Kars’a kadar Menderes Ovası’ndan.
Turgut Uyar. “Nutuk”
Giriş
Nasıl tanımlanırsa tanımlansın değişmeyecek bir gerçek var ki Nutuk, Türk siyasi hayatının temel metinlerinden birisi; hatta en önemlisidir. Nutuk’a referans vermeden erken Cumhuriyet dönemi ile ilgili bir tartışmayı yürütmek; Nutuk’u anmadan resmi tarih üzerine konuşmak; Nutuk’u hatırda tutmadan Kemalizm ve/veya Atatürkçülük’ü analiz etmek; Nutuk’u okumadan Türkiye’deki siyasetin jargonunu çözmek; onu okumadan Milli Mücadele’nin yönetici kadrosu içerisindeki tartışma noktalariyla ilgili değerlendirmelerde bulunmak, neredeyse imkansız.
Bu amaçla, bu çalışma, Nutuk’ta neller)den bahsedildiği ile değil, Nutuk’un ne olduğu ile ilgilenmekte; Nutuk’un tarihsel bir çözümlemesini yapmayı hedeflemekten çok, onun siyasal tahlili üzerinde durmayı amaçlamaktadır. Diğer bir deyişle, Nutuk’ta hangi olaylardan bahsedilip bahsedilmediği, değinilen olaylardan hangilerinin tarihsel gerçekleri tam olarak yansıttığı ya da yansıtmadığı, Nutuk’ta geçen olaylar ile ilgili olarak diğer Milli Mücadele dönemi aktörlerinin eleştirileri ve karşı iddiaları, bu anlatılardan hangilerinin tarihi gerçeği temsil ettikleri türünden konular bu çalışmanın ilgi alanı dışarıda kalmaktadır. Bu çalışma, tersine, Nutuk’un Türk siyasi hayatı içerisindeki rolü, işlevi, Nutuk’un neden yazıldığı, okunması için niçin 1927 yılının ve Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)’nin ikinci kongresinin seçildiği, Nutuk’un amacı, kapsamı, niteliği gibi konuları, özetle Nutuk’un ne olduğunu tartışmaya açmayı amaçlamaktadır.
Bir Konuşma, Bir Kitap
-Geldi geçti, aina luatulanmalt
Neler çektik o günler milletimle ben
Bir bir yollara düştüler perperişan
Aç susuz ama aşk içinde
Yanmış yucılınış daniar koyup
Sessiz sedasız köylerden
Turgut Uyar, “Nutuk”
Nutuk, adı üstünde, bir söylev; döneinin Cumhurbaşkanı ve Milli Mücadele’nin en önemli figürü Mustafa Kemal’in, (ilk) Cumhurbaşkanlığı görevinin son günlerine denk gelen 1927 yılının 15 Ekim Cumartesi-20 Ekim Perşembe günleri arasında, CHP’nin ikinci olarak adlandırılan) kurultayında, parti grubuna hitaben yaptığı ve 36 saat 31 dakika süren konuşmasıdır[1]: Böyle bir konuşma yapacağı aylar öncesinden basına yansıyan Cumhurbaşkanı, 15 Ekim 1927 Cumartesi saat 10: 00’da BMM salonuna girer; Romanya Büyükelçisi Anastasiu’nun aynı tarihte Romanya Dışişleri Bakanlığı Kaleini’ne kaydedilen raporunda (Maxim, 1997:186) da belirttiğine göre, BMM, o anda, 315 milletvekili, değişik vilayetlerden gelen 126 delege -yani Türkiye’nin 63 vilayetinin her birinden gönderilen ikişer delege- yerli ve yabancı konuklarla doludur ve Genelkurmay Başkanı ile Kolordu Komutanları da konuşmayı dinlemek üzere salonda hazır bulunmaktadır. Dışa açılış konuşmasından sonra, Mustafa Kemal kürsüden iner. Ardından İsmet İnönü kürsüye çıkar ve divan heyeti seçimi yapılır. Divan kâtipliklerine Van Milletvekili Hakkı Bey ve Zonguldak Milletvekili Ruşen Eşref Bey seçilmişlerdir. Ardından, Mustafa Kemal tekrar söz alır, önce kongreyi açış konuşmasını yapar; ardından da Ismet İnönü riyasetindeki kongrede bu meşhur ve uzun konuşmasına başlar. Grew’in gözlemlerine göre Mustafa Kemal’in sesi başlangıçta titrektir. Fakat konuştukça hitabeti açılır; sıra, meclis üyelerine okunmasını istediği belgelere geldiğinde, bu belgeleri Divan Katibi Ruşen Eşref Bey’e verir. O gün BMM salonunda olan Amerikan Büyükelçisi Grew (1953:733-734), o oturumdaki gözlemlerini şöyle özetler: “Saat 9.40’ta elçilik katibimiz Ives’le birlikte Meclise geldik ve diplomatlar locaşına çıkarıldık. Loca, on iskemle alacak kadar küçük bir odaydı. Arka sıradaki iskemleler, ayakta daha çok insan durabilsin diye kaldırılmış. İçerde Polonya, Çekoslovakya elçileri ve görevlileri vardı. Az sonra diplomatlara yer gösteren protokol şefi Saffet Bey geldi ve heyecanlı bir sesle Rus Elçisi ve Kordiplomatik duayeni Suritz Yoldaş’ın gelmekte olduğunu kulağıma fısıldadı ve ne yapayım’ diye sordu”.
Mustafa Kemal’in, 15 Ekim Cumartesi günü başladığı konuşmasını, 20 Ekim Perşembe günü, gözyaşları içerisinde bitirip[2] “Senelerden beri devam eden efal ve icraatsinin) milleti[ne] hesabını ver*mesinden sonra Necip Asım (Yazıksız) Bey[3], Mustafa Kemal’in “Nutuk’unun kongre tarafından teşekkür ve masvip edilmesini ve fırka defterine geçirilecek olan iş bu tasvip kararının kongreye iştirak eden biluinum murahhaslar tarafından imzalanmasını ve Gazi’ye takdimini teklif eder. Necip Asim Bey’in önergesi oybirliği ile kabul edilmiştir. Böylelikle, Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’ta dile getirdiği her şey CHP tarafından da onaylanarak kabul edilmiş olur (Uzun, 2005:31). Necip Asım Bey’in önerisinin kabul edilmesiyle Nutuk, artik, Mustafa Kemal’in kendi sözü, yorumu ve bizatihi onun kişisel değerlendirmesi olmaktan çıkarılarak, CHP’nin sözü, düşüncesi haline getirilmiştir.
Nutuk’un el yazınası müsveddeleri, 36×22 ebadındaki kağıtlara yazılmış 506 sayfadan ibarettir (Inan 1980:34). Bu müsveddeler, Atatürk’ün ölümünün ardından önce diğer başka evrakla birlikte Ziraat Bankası kasalarında saklanmış, ardından da Genelkurmay Harp Dairesi’ne veriliriştir (İnan, 1980: 34). Nutuk’un müşveddeleri bugün, iki kutu içinde saklanmaktadır. Bu müsveddelerin hemen hemen her sayfasında düzeltmeler bulunmakla birlikte bunların sadece bir kasmi Mustafa Kemal’e ait tashihlerdir. Mustafa Kemal’in el yazısını tanıdığı için ona ait düzeltmeleri saptayabildiğini söyleyen Afet İnan, Mustafa Kemal’e ait olmayan, farklı kalemlerle yazılmış, ama kime ait olduğunu tam olarak bilmediği birçok düzeltmenin de bu müsveddeler üzerinde yer aldığını belirtmektedir[4]
Mustafa Kemal, Nutuk’un müsveddelerini 1927 yılınm ilk yarısında kaleme almaya başlar. Hummalı bir çalışmaya girişir bu dönemde. Nutuk’un yazılış sürecine tapiklik eden Falih Rifki Atay (2004:460) bu süreci şöyle özetler: “Nutuk, Atatürk’teki çalışma gücünün insan takatini bazen ne kadar aştığını gösterir. Yüzlerce, binlerce vesikayı eski köşkün üst katındaki küçük çalışma odasında kendisi ayırmış, Nutku çoğunca ayaküstü dolaşarak dikte etiniştir. Uzun saatler süren diktelerden sonra yazanlar sekiz-on saatlik bir uykuya gittikleri zaman Atatürk bir banyo alır, giyinir, akşain davetlilerine o gün yazdıklarını okutmak üzere sofraya inerdi. Okuma ve o günkü yazılar üzerine konuşmalar da saatler sürerdi. Bu defa dinleme ve konuşmalardan yorulanlar uzun bir rahatlama için evlerine dönerler, Atatürk çok defa kısa bir uykudan sonra bir gün önceki çalışmalarına koyulurdu. Bu kadar sıkı çalışma haftalarca sürmüştür. Cüinleler, kelimeler ve noktalar üzerinde titizce durduğunu unutmayınız”.
Yusuf Hikmet Bayur (1997:343) ve Ruşeli Eşres Ünaydın gibi Mustafa Kemal’e yakın isimler de Nutuk’un yazılışı sürecinde onun iştiyak içinde çalıştığını vurgulayan tanıklardandırlar: Ünaydın İstanbul’dadır ve Ankara’ya döndüğünde Mustafa Kemal’e verilmesi için kendisine bir emanet verilir. Ankara’ya geldiğinde, sabah saatlerinde Köşk’ü arar. Mustafa Kemal, Ünaydın’a hemen Köşk’e gelmesini söyler. Ünaydın, “Bu kadar erken saatte onun uyanık olacağını tahmin etmemiştim” der ve şöyle devam eder: “Beni doğruca kata aldılar… Kendisi, eski köşkün balkonunda, üstü kağıt yığılı bir masanın başında nefti bir robe de chambre ile oturuyordu. Karşısinda da o zamanki umumi katibi Bay Tevfik (Bıyıkoğlu)… Gazi: -Buyurun… Kusura bakına! Yaziya dalmışım; yirini yedi saattir uyumamışım. O halde bir faşlı tamamlayalın da öyle yatarım dedim. Onun için bugün seni göremeni diye şimdiden çağırttım… Geç bakalım. Şöyle otur. Al bir sigara da dinle… dedi. O faslı Bay Tevfik’e okuttu. Yahya Kaptan’ın şehit oluşu… Bir yiğidin ölümünü, resmi bir üslup içinde öyle duygulu anlatmıştı ki, şimdi dinlerken kendi gözleri de yaşanıyordu… O gün akşama doğru yaverlikten gene telefon aldım: saat yirmide köşke isteniyordum. Kendisini, davetlisi kalabalık uzun bir sofranın başında buldum. Yorgunluksuz görünüyordu. Gülümseyerek dedi ki: Sen zannedersin ki ben uyudum uyandım da… Hayır, sen gittikten sonra gene yazıya dalmıştım… Saat on sekize gelmiş dediler. Öyle ise artık yatmak beyhude olur. Bari arkadaşları çağıralım. Yemek yeriz. Bu faslı onlar dinlerler. Bu gece yatarız dedim” (Ünaydın, 1956:474-475).
Mustafa Kemal, Nutuk’un yazını sırasında gerçekten yoğun bir mesai harcar. Afet İnan (1966:515-516)’ın da belirtiği gibi, gündüzleri Nutuk’u dikte ettirmekte, akşam da, yazılan parçaları sofrada okutarak arkadaşlarıyla tartışmaktadır. Şöyle devam eder Afet İnan: “…yazdıklarını okuttururken o günleri yeniden yaşıyormuş gibi heyecanlı idi… Yaz aylarının sıcak bir gününün gecesi, Atatürk’ün etrafında daha kalabalık bir aydınlar topluluğu vardı. O arkadaşlarına adeta bir sürpriz hazırlamanın sevinci içinde oturunuz ve dinleyiniz dedi. Nutuk’un sonuna koyacağı satırları yüksek sesle okumaya başladı. Dinleyicilerin nefes dahi almadıklarını sanıyorum. Çünkü ben kendimi öyle hissediyor ve Milli heyecanın tesiri içinde yaşıyordum. Bütün Millî Mücadelenin tarihi olan Nutuk bu satırlarla son bulacaktı. Atatürk bu metni okuyup bitirdiği zaman derin bir nefes almış, fakat iki damla gözyaşını da bizlerden saklamamıştı”.
Bu yoğun tempo, Mustafa Kemal’in sağlığını da olumsuz etkiler; tam da Nutuk’un müsveddelerinin yazılmakta olduğu dönemde, 22, 23 ve 28 Mayıs 1927 tarihlerinde ardı ardına üç kez kalp krizi geçirir. Berlin ve Münih üniversiteleri tıp fakültelerinin dahiliye uzmanları Prof. Dr. Friedrivh Kraus ile Prof. Dr. Ernest Von Remberg Ankara’ya çağırılır. Doktorlar Mustafa Kemale konsültasyon uygular ve çalışma temposunu hafifletmesini salık verir Tuncay (1999:180), bu kalp krizlerinin ardından Mustafa Kemal’in, Nutuk’unun geri kalanını özet biçimde kaleme almak zorunda kaldığını belirtmektedir. [5]
Nutuk’un basın hakkı, Türk Tayyare Cemiyeti’ne verilir. Mustafa Kemal’i temsilen Hasan Rıza Bey ve Türk Tayyare Cemiyeti’ni temsilen Bitlis Mebusu Muhittin Namnt Bey, kitabın basını ile ilgili olarak bir sözleşme hazırlar ve imzalar. Bu sözleşmeye göre, Nutuk’un satışından elde edilecek gelirin sadece yüzde onbeşi Tayyare Cemiyeti’ne bırakılacaktır Nutuk’un 1927 yılı baskısı, 1928 yılı Temmuz’unda piyasaya çıkar[6]. Kitabın 1000 adet basılan ve 627 sayfadan oluşan ilk (lüks) baskısı, Ankara Türk Ocakları Heyet-i Merkeziyesi Matbaası tarafından yayınlanmış; tezyinatı İstanbul’da Cumhuriyet Matbaası’nda gerçekleştirilmiş, harita, kroki ve fotoğrafları Ahmet İhsan Matbaası vesayetiyle Viyana’da tabedilmiştir (Acaroğlu, 1981:903-904). Nutuk’un olağan baskısı ise her biri 50.000 adet olmak üzere iki baskıda gerçekleştirilmiştir; ayrıca satış işlemlerinin kontrolü için de her kitaba ayrı ayrı numaralar verilmiştir. Yüzbin adet basılan Nutuk’un bu baskısı, iki cilt halindedir (Aydemir, 1973:317). Birinci cilt. “Nutuk. Gazi Mustafa Kemal Tarafından” başlığını; belge, harita ve krokilerin yer aldığı ikinci cilt ise “Nutuk Muhteviyatua Ait Vesaika başlığını taşımaktadır. Bu Nutuk, Osmanlıca harflerle 10,5 punto dizilmiştir ve büyük boy 543 sayfadan oluşmaktadır. Kitabın neşir hakkı Türk Tayyare Cemiyeti’ne aittir ve kitapta Atatürk’ün kongredeki konuşmasının yanı sıra, konuşması sırasında okutınayıp sadece zikrettiği belgelere, savaş krokilerine ve haritalara da yer verilmiştir. Kitap, İstanbul’da Ebuzziya Matbaası’na bastarulmış; Mustafa Kemal’in kapaktaki resmî ve ekteki haritalar (Özerdim, 1980:236-237; Kurtuluş, 1994: XIV-XVI) lüks baskıda da olduğu gibi Viyana’da tabedilmiştir.
Nutuk’un Latin harfleriyle yazılmış ilk baskısı, 1934 yılında yayınlanır. Bu baskı, üç cilt halinde planlanmış tır. BMM’nin açılacağını bildiren genelge ile biten ilk cilt, ekleri hariç 317 sayfa, ikinci cilt ise aynı şekilde 345 sayfadan oluşmaktadır. 348 sayfalık üçüncü cilt ise belgeleri kapsamakta, ayrıca bu ciltte, yedi haritaya da yer verilmektedir (Kılıç, 2003:135).
1938 yılında, Cumhuriyet’in onbeşinci yılı münasebetiyle, Nutuk’un yeni bir baskısı daha yapılır[7]. Bu baskı, 1934 yılındaki baskının kalıplarından yararlanılarak yapılmış bir tıpkıbasımdır. Fakat 1934 basımından farklı olarak Nutuk, bu kez, tek cilt olarak basılmış, bu başımda baskıda yer verilmemiştir (Özerdim 1980: 236, Acaroğlu, 1981: 904; Kiliç, 2003:135).
Mustafa Kemal hayattayken, bir defa eski (1927), iki defa da (1934 ve 1938) yeni harflerle basılan Nutuk, İnonü liderliğindeki tek parti döneminde hiç basılmamıştır. 1938 yılındaki baskıdan sonra Nutuk, ilk kez, 1950 yilinda Demokrat Parti (DP) döneminde yayınlanmıştır. Basımı üç cilt halinde planlanan bu Nutuk’un, kitabın 1934 basımındaki üç ciltlik sınıflamasından esinlenen ilk cildi 1950 yılında, ikinci cildi 1952 yılında basılmış, vesikalanı içeren üçüncü cilt ise ancak 1959 yılında piyasaya çıkarılabilmiştir.
Nutuk’un dili, Mehmet Tuğrul, Saláh Birsel, Cahit Öztelli, M. Sunullah Arisoy’dan (2. ciltte. Ansoy yerine Handi Olçay’dan) oluşan bir heyet tarafından sadeleştirilmiş ve Türk Dil Kurumu tarafından, Söylev adı ile 1963 yılında yayınlanmıştır. Nutuk, hem Ahmet Köklügiller’in girişimleriyle Milliyet Yayınları tarafından, hem de “1000 Temel Eser” projesi kapsamında Kültür Müsteşarlığı ve Kültür Bakanlığı tarafından 1973 yılında da basılmıştır. Kültür Bakanlığı, 1973 yılında sadece birinci cildi yayınlamış, ikinci cildin yayımı ise ancak 1975 yılında gerçekleştirilebilmiştir. Nutuk Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yıldönümüne armağan olarak, 1981 yılında, yine üç cilt halinde Mobil Şirketi tarafından da yayınlanmıştır.
Korkmazı (1997:390) verdiği bilgilere göre, günümüz Türkçesi’ne aktarılmış baskalar içinde en güvenilir olanı, Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yıldönümü dolayısıyla “100. Yıl Kutlama Koordinasyon Kurulu’nca hazırlatılıp, 1984 yılında ilgili ve yetkili mercilerin titiz değerlendirmesinden geçilerek bastırılan ve yayınlania hakkı daha sonra Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurimu, Atatürk Araştırma Merkezi’ne devredilmiş bulunan Nutuk çevirisidir. Korkmaz, bu güncelleştirilmiş Nutuk’un, 44 defa basılmış olduğunu da notlarına eklemektedir.
Bugün ise Nutuk, aralarında Say, Kumsal, Akvaryum, Art, Elips, Gazi, Patika, Bordo-Siyatı, Gün, Kare, ileri, Emre, Etna, İndeks, Tutku, Ipekyolu, Net. Örgün, Alfa, Altin ve Assos gibi yayınevlerinin de yer aldığı yirmiden fazla yayınevi tarafından basılmaktadır. Yayınlandığı ilk günden bu yana az sayıda yayınevi tarafından basılarak görece yüksek ücretlerle satılan Nutuk, gittikçe daha ucuza satılmaya, hatta çeşitli kurumlar tarafından parasiz dağıtılmaya başlanan bir metin haline gelmeye başlamıştır. Örneğin. Atatürk Araştırma Merkezi’nin 1998 yılında yayınladığı Nutuk, 8.464 adet, 2006 yılında ise 88.041 adet satılmış; Alfa yayınevi tarafından 2005 yilinda basılan Nutuk, 2 yıl içinde 150.000 adet satmıştır.
Nutuk, sadece Türkçe değil, yabancı dillerde de basılarak yayınlanmıştır. Kitabın İngilizce, Almanca ve Fransizca baskıları, Nutuk’un okunuşunu müteakip yıllarda Leipzing’de K.F. Koehler[8] yayınevince basılmış (Özerdim, 1980:241; Giritli, 1997); Rusça baskısı ise Devlet Yayınları ve Dışişleri Halk Komiserliği Literatür Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Bu çevirilerde, Nutuk’un orijinalinde yer almayan Nutuk’u, Mustafa Kemal’i Osmanlı Türk reform sürecini vb. tanıtıcı kimi önsözlere de yer verilmiştir.[9]
Kitabın Türkçe ilk baskısı, üç farklı kalite de piyasaya sürülmüştür. Çubuklu kağıda yapılan baskısı 5 liraya satışa çıkarılmış; iki renkli ipek kağıda basılan Nutuk’lar 10, Ipek Japon kağıda basılmış ciltli Nutuk’lar ise, cilt kalitesi ve süslemelerine göre 25, 45 ve 50 liradan satışa sunulmuşlardır. 1963 yılında, Türk Dil Kurumu tarafından basılan Söylev 24 liraya, 1973 yılında Milliyet Yayınları tarafından basılan Nutuk ise 12,50 liraya satışa sunulmuştur.
Nutuk’un baskıları ve bazı baskılarının fiyatları ile ilgili yukarıda bilgiler boşuna değildir: Bu bilgiler, Nutuk’un Türk siyasal hayatı içersindeki işlevi ve rolü ile ilgili bazı ipuçları vermesi açısından da önem taşımaktadır. Bu bilgiler ışığında ön plana çıkan bazı noktaları vurgulamak gerekirse, birinci olarak, “satılan” ve “okunan” Nutuk’lar arasındaki kayda değer farklılığı vurgulamak ve Nutuk’un satışı ile onun içeriğine duyulan entelektüel ilgi ve merak arasında bir ilişki bulunmadığını belirtmek gerekmektedir. İlk basıldığı günden bu yana, Nutuk’un okunması entelektüel bir faaliyet olarak kalırken, onun satın alınması, okunması amacıyla bir kitabın edinilmesi olarak değil, tersine, rejime olan sadakatin, rejimle kurulan bağın ifadesi olarak düşünüle gelmiştir. Nutuk ile ilgili bu tür bir yargıyı Koçak (1997: 138)’da paylaşmaktadır. Koçak, Bilal Şimşir’in, Nutuk’un döneminin en fazla satılan ve okunan “best-seller’ı olduğu yönündeki tespitinin gerçeği yansıtmadığını belirttikten sonra: Nutuk’la ilgili bugün de hâlâ geçerli olan bir realitenin altını çizmektedir: “Nutuk okunmaktan çok sözü edilir bir nelini”dir. Günümüzdeki Nutuk satışları ile ilgili gözlemler de Koçak’ın 1997 yılındaki değerlendirmelerini destekler niteliktedir: Geçmişte olduğundan çok daha fazla yayınevi tarafından, çok daha fazla sayıda basılmasına ve yine geçmiştekine oranla çok daha uygun fiyatlarla ve okuyucuların çok daha kolay erişebilecekleri mekânlarda satılmasına, hatta birçok kurum tarafından (Atatürkçü Düşünce Derneği gibi) ücretsiz dağıtılmasına rağmen, Nutuk’un halen çok okunan bir metin olduğunu söylemek zordur: Nutuk, okunup anlamaktan çok, referans verilen, referans verildiğinde de o anda söyleneni, iddia edileni ya da yazılanı tartışmasız bir doğru haline getiren bir meşrulaştırıcı işlevi görmekte; Nutuk’un anlattıkları, söyledikleri vb. değil, sadece ona sahip olmak bile başlı başına siyasal bir anlam ve duruş ifade etmektedir. Nutuk’un okunmasından sadece iki gün sonra, 23 Ekiin 1927’de, Maarif Vekâleti’nin Gençliğe Hitabe’nin şehrin çeşitli yerlerine asılmasına karar vermesi ya da Kaynardağ’ın da belirttiği giht, Nutuk’un dönemin memurlarına rızaları dışında satılarak, parasının maaşlarından kesilmesi gibi örnekler de aynı kanıya delil olarak sunulabilir. Özetle, geçmişte olduğu gibi günümüzde de, Nutuk’u satın almakla, onu okumak arasında doğrudan bir ilişki kurmak hayli zordur; bir kitap olarak Nutuk’a sahip olmak, rejimi sahiplenmekle birlikte değerlendirilen bir olgu olagelmiştir ve Nutuk, raflarında yer aldığı kütüphanenin sahibinin Kemalistliği’ne delalet eden bir sembol olma işlevi üstlenmiştir.
Dönemin Türkiye’si ile ilgili bazı verilere göz attığımızda da yukarıdaki değerlendirmeleri destekleyen kimi istatistiki ilişkilere rastlanmaktadır. Nutuk’un okunmasinin hemen ardından, 28 Ekini 1927 tarihinde yapılan nüfus sayımına göre Türkiye’nin o dönemdeki nüfusu 13,6 milyon kişidir ve bu nüfusun %83,7’si köylerde ikamet etmektedir. Bir başka ifade ile 1927 yılı Türkiyesi’nde 11,38 milyon kişi köylerde, 2,2 milyon kişi ise kentlerde (il, ilçe, bucak ve beldelerde) yaşamaktadır. Yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre kentte yaşayan bu 2,2 milyon kişi’nin %32’si, yani 704.000 kişişi okuma yazma bilmektedir. Bu oran, köylerde yaşayan 11,38 milyon kişi göz önüne alındığında daha da vahim durumdadır. Köylerde ikamet etmekte olan Türkiye nüfusunun sadece %6’sı, bir başka ifade ile sadece 682.000 kişisi okuma yazma bilmektedir (Tuncay, 1999:192; Tütengil, 1980:56-59). Bu verilerden hareketle, dönemin Türkçesi’ndeki okuryazar kişi sayısının kabaca 1,38 milyon kişi olduğu söylenebilir. Nüfus sayımının yapıldığı yıl okunan ve ertesi yıl içerisinde satışa sunulan Nutuk ise aynı dönemde, sadece yurtiçinde 100.000’den fazla basılmış ve satılmıştır. Yani, demek ki, yine kaba bir hesapla, 1927 Türkiye’sinde yaklaşık okuryazar her 13,8 kişiden birisi Nutuk’u satın almıştır. Sadece kentler düşünüldüğünde -ki dönemin Türkiye’sinde bir kitabı satın alabilme imkânının ancak il, ilçe ve beldelerde yani kentlerde yaşayanlar için mümkün olabilecek bir ayrıcalık olduğunu varsayabiliriz. kentlerde her 7 kişiden birinin Nutuk’a sahip olduğu ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’deki her (kentli) yedi okuryazardan birinin Nutuk’u satın aldığı. Nutuk’un satış rakamları ve Türkiye nüfusu ile ilgili istatistiklerce göre doğru olmakla birlikte, Nutuk’un okunma oranının, satışı ile aynı paralelde olduğunu söylemek hayli zordur. Nutuk’un basıldığı yıllarin Türkiye’sinde Nutuk edinmek ile rejime bağlılık arasında bir ilişki kurulduğu, hatta Nutuk’un Halkevleri, Halkodaları, CHP örgütleri (ve tabii ki parti üyeleri), spor kulüpleri gibi çeşitli örgütler ve bürokratiara satılmak üzere çeşitli illere gönderildiği ve dağıtımının tevzinin yapılıp yapılmadığının resmi kanallardan kontrol edildiği aşikardır. Nutuk yayınlandıkları sonra Türk Tayyare Cemniyeti’nin, Nutuk’u, Diyanet işleri ve Nafia Müdürlükleri aracılığıyla satmak için uğraşması da bu iddiayı desteklemektedir. Bir diğer ifade ile Nutuk, sadece rejine sadakatini göstermek isteyen bürokrat ve partililerce alınmakla kalmamış, satılması, dağıtılması için de resmi, örgütlü bir çaba da gösterilmiştir. Bu iddiaya kanıt olarak, Nutuk’un okunuşundan yaklaşık bir yıl sonra, 18 Eylül 1928 tarihinde yayınlanan ve Nutuk’un taşra memurlarına gönderilmesini öngören genelgeyi örnek olarak vermek mümkündür.[10]
Nutuk’un satılmak üzere çeşitli yerlere gönderilme işleri sadece kitabın 1927 baskısıyla da sınırlı değildir. Örneğin Cumhuriyet Halk Fırkası İçel Vilayet Heyeti tarafından, Cumhuriyet Halk Firkası Umumi Katipliği’ne gönderilen, 14 Mayıs 1934 Tarih, 47746 sayılı yazıda, Umumi Katipliğin 30/3/934 Tarih 8/252 Sayılı yazısına[11] karşılık olarak şu cevap verilmektedir: “Kaza İdare heyetlerimizce Nufukların tevzii hususu esaslı ve devamli bir surette takip edilmediğinden bugüne kadar tevzii işleri neticelenememiştir. Bu işle bizzat meşgul olacak ve en nihayet bu ayın sonuna kadar tevziatı ikmal ettirerek mazbataları takdim edeceğim. Bilvesile saygılarımı tekrarların efendim -CHF İçel Vilayet İdare Heyeti Reisi”
Benzer bir örnek Kütahya Spor Kulübü ile ilgili olarak verilebilir. Kulübün 02.09.1933 tarihinde Cumhuriyet Halk Fırkası Katibiumumiliğine yazdığı yazıda[12] “Büyük Reisimiz GAZİ hazretlerinin Nutuklarından faydalanmamız için bize armağan edilen kitabı aldık, demirbaş yaptık” denmektedir. Örnekleri artırmak mümkündür.
Nutuk’un satış fiyatlanı da onun okunmaktan çok rejimi sahiplenmekle ilgili nedenlerle satın alındığının altıni çizmektedir. Nitekim Nutuk’un fiyatı, dönemine göre çok ama çok yüksektir. Mustafa Kemal’in 30.06.1927 tarihinde -yani Nutuk’un okunmasından sadece 15 gün Ürice- askerlikten emekliye ayrıldığı[13] ve kendisine 43 TL maaş bağlandığı (Aydemir, 1973:321) gözönüne alınırsa, Nutuk’un, Mareşallikten emekli bir askerin bile maaşının tamamıyla sadece 4-5 adet satın alabileceği kadar pahalı bir kitap olduğu görülebilir. Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, Mustafa Kemal’in, İstanbul’da Zelliç Matbaası mücellithanesinde teclid edilen, tezyinatı İstanbul’da Müderresetülhattanin tarafından tertip olunan, kuyumculuk işleri ise yine İstanbul’daki seçkin kuyumculara yaptırılmış olan ve o dönemde adeti 500 TL’ye satılmakta olan fevkalade Nutuktan (Özerdim, 1980:236) sadece bir tane alabilmek için, emekli maaşını hiç harcamadan tam 12 ay biriktirmesi gerekmektedir. Nutuk’la ilgili bu fiyatlar, aynı zamanda, kuşkusuz hiçbiri emekli bir paşa kadar maaş alamayan diğer memurların, bürokratların, kendilerini rejime bağlayabilmek için ne büyük maddi fedakârlıklarda bulunduklarını da belgelemektedir. Allah’tan, Nutuk yayınlandıktan sonra, Türk Tayyare Cemiyeti Nutuk’u beş dira karşılığında, ayda elli kuruıştan on ay taksitle satmaya[14] başlamıştır da rejime sadakatin maddi külfeti taksitlendirilebilmiştir. Nutuk’un bu kadar yüksek fiyatla satılmasında, hiç kuşkusuz, Türk Hava Kurumu’na kaynak yaratma amaçını da unutmamak gerekmektedir.
Nutuk’un yurtdışı baskıları ise aynı bir tartışma konusu olmuştur. Türk siyasî hayatı üzerine çalışmakta olan oldukça küçük bir akademik grup dışında, yurtdışındaki hiçbir okuyucuyu ilgilendirmeyecek bilgilere yer verilen Nutuk’un, okunuşunu müteakip yıllarda yabancı dillere çevrilip satılmaya çalışılmasında da, yine, Nutuk’un bahsettiği konulara yurtdışında duyulan ilgi değil, rejimin prestiji faktörü belirleyici olmuştur. Zira Rusça baskısı dışında K.F. Koehler yayınevi tarafından piyasaya sürülen eserin yurtdışı satışları, tam anlamıyla bir sorun haline gelmiştir. Satışı ve gelirlerin toparlanması işiyle görevlendirilen büyükelçilikler, rizalanı dışında kendilerine gönderilen ve satılamayan Nutukları Türk Hava Kurumu’na iade etmek için Hariciye Vekaleti ile sürekli olarak yazışırlarken: Hariciye Vekaleti ise büyükelçiliklerden, kitaplar satılmasa bile propaganda amaçlı olarak kitapçılarda muhafaza edilmesi konusunda gereğinin yapılmasını rica etmiştir.
Koçak’ın (1997:139) belirttiğine göre, Roma Büyükelçiliği’nden Hariciye Vekaleti’ne 11 Kasım 1930 tarihinde iletilen bir yazıda, Roma’da toplam yedi-sekiz ay zarfında sadece iki adet Fransızca Nutuk satılabildiği belirtilmekte ve kitapların Türkiye’ye iadesi talep edilmektedir. Aynı merkezden yazılan, 21 Ocak 1931 tarihli bir başka yazıda ise toplam beş adet Fransızca Nutuk satıldığı bildirilmektedir. Bu konuda sorunlar yaşayan sadece Roma Büyükelçiliği de değildir. Kocak (1980:139), bu tür sorunlar nedeniyle Hariciye Vekaleti’ne başvuran büyükelçilikler arasında Paris, Kåbil, Atina ve Budapeşte büyükelçiliklerini de saymaktadır.
Nutuk’un ilk Latin harfli baskısının 1934 yılında gerçekleştirilmesi de oldukça kayda değerdir ve bu, Nutuk’un okunmaktan çok, sahip olunması önemli olan bir metin olma özelliğinin altını çizer. Latin harflerine geçişi düzenleyen kanun 1 Ocak 1929 tarihinde yürürlüğe girmekle birlikte[15], 1928 yılı ortalarından itibaren yani Nutuk’un Osmanlıca baskısının Temmuz 1928’de piyasaya çıkmasından yaklaşık iki ay önce- bu konuda bir takım resmi girişimlerde bulunulmaya başlanmıştır: Mayıs 1928 tarihinde Türkçe’nin Latin harflerine geçirilmesi ile ilgili bir heyet kurulmuş[16]; Mustafa Kemal bu konudaki düşüncelerini 28 Ağustos 1928 tarihinde, Sarayburnu’da katıldığı toplantıdaki “Milleti bilgisizlikten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini terkedip Latin esasından Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur” (Kocatürk, 1999:415) sözleriyle ortaya koymuş: konu ile ilgili yasa, Kasım ayı başında BMM’de kabul edilmiştir.
Mustafa Kemal, Nutuk’unu Latin harfleriyle bastırabilir miydi? Bu soruya kesin bir cevap vermek oldukça zor. Fakat yine de bunun mümkün olabileceğine dair izler bulmak da mümkün: Türk dilinin Latin harflerine dönüştürülmesi ile ilgili encümenin oluşturulduğu Mayıs ayında henüz Nutuk piyasaya çıkmamıştı ve yine biliyoruz ki, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş ile ilgili tartışmalar, 1928 Mayıs’ından da eskiye, hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar gitmekteydi[17]. Bir başka ifade ile Mustafa Kemal, Nutuk’unu okuduğu tarihlerde, Latin harflerine geçiş ile ilgili düşünceleri de kafasında olgunlaşmış durumdaydı. Fakat Latin harfleriyle dizilmiş Nutuk, yeni alfabenin kabulünden yaklaşık beş yıl sonra piyasaya çıkabildi. İlginçtir ki, yeni Nutuk’un piyasaya çıkışı, tam da Mustafa Kemal’e 24.11.1934 tarihinde 2865 sayılı Kanun ile Atatürk soyadının verilmesinden sonraki günlere denk gelmektedir. Nitekim, üç cilt halinde basılan bu Nutuk’un kapağında, “Gazi M. Kemal” ve “Kemal Atatürk” imzalarının klişeleri bulunmaktadır (Özerdim, 1980:236; Uzun, 2005:109). Kitabın, 1934 yılının son günlerinde, soyadı kanunun hemen ardından basılmış olması da göstermektedir ki Mustafa Kemal, Latin harfleriyle başılmış bir Nutuk’tan çok, üzerinde yeni soyadının yer aldığı, Atatürk’ün ataTürklüğünün belirgin bir şekilde vurgulandığı bir Nutuk’u daha çok önemsemektedir. Nutuk’un ikinci Latin harfli baskısı da sembolik bir tarihe, Cumhuriyet’in onbeşinci yıldönümüne -1938- denk getirilerek başılacak; hatta 1938. baskısı için, 1934 baskısının kalıpları kullanılarak bir tıpkıbasım gerçekleştirilecektir. Tüm bu ayrıntılardan hareketle denilebilir ki, Mustafa Kemal’in kafasında da bir kitap olarak Nutuk’un, içeriğinden çok sembolik niteliği ön plandadır. Mustafa Kemal’in Nutuk’un sembolik yönüne verdiği önem kuşkusuz olmakla birlikte, Nutuk’un Latin harfleri ile başkısının geciktirilmesinde, yazannın, Nutuk’un -dönemin entelektüelleri tarafından- okunması ile ilgili kaygılarının da olduğu söylenebilir. Bir diğer ifadeyle, Nutuk’un Latin harfleri ile dizilmiş baskısını kendisine Atatürk soyadının verildiği tarihe kadar geciktiren Mustafa Kemal, böylece, Nutuk’un okunurluğunu artırnak istemiş; ilk baskılarından itibaren Latin harfleriyle diziimesinin önüne geçerek bunu sağlamaya çalışmıştır.
Bir konuda belirtilmesi gereken son bir nokta da, Nutuk’un Mustafa Kemal’in vefatının ardından, 1950 yılına, yani tek parti döneminin sona erip DP’nin iktidara geldiği döneme kadar basılmamış olmasıdır. Okunduğu günden, Mustafa Kemal’in vefatına kadar geçen yaklaşık 11 yıllık süre içerisinde, 1927’de 1934’de ve 1938’de üç kez basılan ve satılması için özel bir çaba gösterilen Nutuk’un, yazarının vefatının ardından 12 yıl hiç basılmaması da oldukça manidardır. 1950 yılında, DP iktidarı döneminde basılan Nutuk da, böylesi bir eksikliği, gecikmişliği fark eden DP iktidarının tabir-i caizse- bir nevi yasak savmasından başka bir şey değildi. Nitekim 1950 yılında Nutuk’un ilk yarısı, iki yıl sonra, 1952’de, geri kalan ikinci yarısı, DP iktidarının son yılında, 1959 yılında ise Nutuk’un vesikalarını içeren cildin basılmış olması da göstermektedir ki, 1950’li yıllarda basılan Nutuk da -daha önce 3 kez basılmış bir kitabın önce bir yarısının iki yıl sonra ikinci yarısının ve beş yıldan fazla süre sonra da eklerinin basılmasının gayriciddiliğini tartışmaya bile gerek olinadığı varsayımından hareketleokunması, okurlardan gelen bu yöndeki bir talebin değerlendirilmesi gibi nedenlerle başılmamış; bu baskıda da rejimle ilgili kaygılar ön planda olmuştur. Hiç kuşkusuz, kitaba sahip olmanın, onu okumanın önüne geçtiği. kitaba sahip olmanın siyasi bir tavır haline getirildiği bir duruinda, edinilen kitabın yarım ve eksik olmasından kaynaklanacak garabetin önemli olmadığını da belirtmeden geçmeyelim.
Nutuk’un DP döneminde yarim yamalak basılmasının nedenlerini tartışmaya geçmeden önce, İnönü’nün önderliğindeki yıllarda neden Nutuk’un hiç başılmamış olabileceği üzerine de düşünmek gerekiyor. Bir şeyin neden yapılmadığı ile ilgili -açığa vurulmayan bir iradenin nedenleri ile ilgili- kesin bir şeyler söylemek oldukça zor olmakla birlikte, înönü döneminde Nutuk’un basılmamış olmasıyla, yine aynı dönemde Nutuk’un kötükişilerinin bir bir aktif siyasete dönmeye başlamaları arasında bir ilişki olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Refet Bele’nin 1935 yılında; Nutuk’un hakkinda en ağır sözlerin sarf edildiği kişi olan Rauf Orbay’ın, Nutuk ile ilgili eleştirilerini 1930 başlarında gazetelerde yayınlamaya başlainasının ardından kitapları toplatılan ve yakılan Kazım Karabekir’in ve Ali Fuat Cebesoy’un 1939 yılında milletvekili olarak parlamentoya dönmeleri; Nutuk’ta hakkında yer alan eleştirilere yurtdışında yayınlanan gazetelerden cevap veren Halide Edip ve eşi Adnan Adivar’ın ve Atatürk’e karşı en ağır ithamları kaleme alınış olan Riza Nur’un 1939 yılında ülkeye dönmüş olmalan ile Nutuk’un bu tarihlerde basılmamış olinası arasında bir ilişki kurulabilir. Tabii, Nutuk’un tek parti döneminde neden hiç basılmadığı ile ilgili bu tartışmaya, 1938 Kasım’ında vefat eden Mustafa Kemal’e yapılacak anițmezar ile ilgili projeye bile neden 1944 yılı Eylül’ünde karar verildiği. mezarın neden ancak 1953 yıl içerisinde tamamlanmış olduğu, 1942 tarihinde piyasaya sürülen üçüncü emisyon grubu banknotların tamamının neden İsmet İnönü resimli oldukları şeklindeki soruları sorarak da devam etmek olasıdir.
Nutuk’un DP’nin iktidara geldiği ilk yılda -sadece bir kısmı da olsa- yayınlanmış olmasıyla, 27 yıllık tek parti iktidarını devirerek iktidara geliniş DP’nin siyasal kaygı ve endişeleri arasında da yakın bir ilişki vardır. Şöyle ki, 1946 yılında kurulan ve 1950’de iktidara gelen DP’nin, bir yandan öncesindeki iki muhalefet partisiyle aynı akubete iğramamak amacıyla sistemin “içerisinde”, “biz”den bir parti olduğunu ispatlaması, diğer yandan da 27 yıllık tek parti ve onun bürokrasi ve ordu üzerinde nüfuz sahibi genel başkanı ile hesaplaşması gerekiyordu. Bu iki amaç bazen birbiriyle farklı vektörlerdeki politikaların aynı anda izlenmesini de zorunlu kılıyordu: Bir yandan sistemin, rejimin içerisindeki bir parti olduğunun, diğer yandan ise sistemi kuran partiden farklı olunduğunun gösterilmesi; bir yandan tek parti politikalarına alternatif politikaların izlenmesi, diğer yandan da bu politikaların rejimin devamlığını garanti altına alan ve sürdüren politikalar olduğunun vurgulanması gerekiyordu[18]. Özetle DP’nin bir yandan CHP ve daha da önemlisi İsmet İnönü ile rekabet etmesi, ama diğer yandan da CHP öncülüğünde kurulan rejimin devamı oldųğunu, gericilerin ya da komünistlerin partişi olmadığını göstermesi gerekiyordu. DP, birbiriyle çelişir gibi görünen bu stratejiyi gerçekleştirebilmek için, Mustafa Kemal’i Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) kopararak onu sahiplenme yoluna gitmiş, böylece bir yandan – CHP’den kopararak rejimin ata-Türk’ü olma özelliği iyiden iyiye vurgulanarak ön plana çıkarılan- Mustafa Kemal’e gösterdiği ilgi ve hürmet ile rejime bağlılığının altıni çizilirken, diğer yandan da Mustafa Kemal’den koparttığı CHP’yi eleştirebileceği, kötüleyebileceği bir meşruiyet alanı yaratabilmiştir. Nutuk’un 1950 yılında başılmış olmasını -25 Temmuz 1951 tarihinde çıkartılan 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu ile birlikte düşünerekbu şekilde okumak daha doğru olacaktır.
[1] Mustafa Kemal’in Nutukunu söylediği 15-20 Ekın 1927 tarihleri arasındaki konuşna konulari ve süreleri şöyledir (Arar, 1980:127, Uzun, 2005:30): 15 Ekim Cumartesi. 19 Mayıs 1919 tarihinde Sainsun’a ayak basmasından, Sivas Kongresi’ne kadar (5 saat 32 dakika); 16 Ekiin Pazar, Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin seçimlerine kadar (5 saat 37 dakika); 17 Ekini Pazartesi, Büyük Millet Meclisinin açılısına kadar (6 saat 20 dakika): 18 Eki Sah, ikinci İnönü Zaferi’ne kadar (6 saat 24 dakika): 19 Ekim Çarşainba, Lozarı Barış Antlaşması’na kadar (6 saat 24 dakika); 20 EkM77 Perşembe, Gençliğe Hitabe’ye kadar (6 saat 14 dakika).
[2] Konuşmasının beşinci gününde Mustafa Kemal, Nutuk’unu okumaya ara vererek, metin harici olmak kaydıyla bazı açıklamalar yapar. Bli açıklamalannda Mustafa Kemal, söz konusu dokuz yıl içerisinde kendisine verilen menkul ve gayrimenkullerin dökümünü yapar ve kendişine verilen paralain önemli kısmı Büyük Taarruz için nasıl harcadığından bahseder. Ardından da “Bundan başka efendiler, vaktiyle Ankaralı liemşehrilerim tarafından hediye edilen elyevm ikamet etinekte bulunduğum Çankayadaki ev ile Bursa, Trabzon, Erzurum, Antalya, İzmir’de bana hediye edilen evler ve şiindiye kadar aldığın tahşişattan tasamufla Ankara’da satın aldığım bir kısım arazi vardır ki bunlann hepsi firkamindir” diyerek mallanni CHF’ye bağışladığını bildirerek Nutulc unit okumaya devam eder. Konu ile ilgili olarak Bkz (Arar, 1980, 128) ve (Tuncay, 1999:184).
[3] 1861 yılında Kilis’te doğmuştur. Aşker (Albay) kökenlidir. Il. Meşnuti yet’ten sonra İstanbul Üniversitesi’nde Türk Tarihi ve Türk Dilt Tarihi derslerini verdi. Erzurum Milletvekili olarak TBMM’de bulundu. 1935 yılında vefat etti.
[4] Afet İnan (1980:35), örneğin, müsveddelerin ikinci sayfasından “Yulnan Salib-i Ahumer’i bu heyete merbut bulunuyordu. Vazifesi sureta muhacirlere bakım gibi insani bir perde altında tertibat-ı iltilásiyeyi fzhar eylemek. Bu surette ecza-yı abbiye ve lavazimat-ı sıhhiye nam altındaki cephane ve techizatı inemleketimiz dahiline ithal etmekti. Istarıbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi esliha ve cephanie deposu halini alınıştı. Kiliseler mahal-i ibadet olmaktan ziyade askeri ambarlar gibi kullanılmaktaydı” cümlelerinin silindiğini belirtniektedir. Inan, Nutuk’ta, bu Örtleğe benzer birçok tashihin olduğunu hatırlatırken, bunların sadece bir kısmuun Mustafa Kemal’e ait olduğunun da altını çizrnektedir. Nutuk’un müsveddeleri üzerinde yapılan düzeltmelerle ilgili olarak ayrıca Bkz. (Kocatürk, 1985)
[5] Mukavele şu sekilde düzenlenmistir: Türk Tayyare Cenziyeti ile yapılan bu mukavele, Mustafa Kemal Paşa’yı temsilen Hasan Rıza Bey ile Türk Tayyare Cemiyeti nanuna Bitlis Mebusu Muhittin Nami tarafın. dan hazırlanmıştır. Yedi inaddelik bu mukaveleye göre:
- Müellif (Gazi Mustafa Kemal Hazretleri) Nuk’un Türkiye dahilinde Türkçe ve ilk defa olarak Ellibiin nüsha lav ve neşr hakkını Türk Tayyare Cemiyeti’ne vermiş, eserin müteakip tab’lan bakkını da her defaşında ayn aynı anlaşımak şartıyla Tayyare Cemiyeti’ne verneyi vadetmiştir.
- Türk Tayyare Cemniyeti eseri tamamen tab ve neşr’inden evvel kısmen veya tamamen matbuata levdi veya radyo ile neşt hakkına dogrudan dojruya malik değildir. Yalnız inüellifin verecegt húlasalan niatbuata tevdi edebilir. Radyo ile de ancak müellifin talimatı mahsusası dahilinde yapılabilir.
- Eser Ağustos 1927 ayı zaidinda cemiyete tevdi edilecek, Cemiyetçe Kanunuevvel 1927 nihayetinde veya Kanunusani 1928 bidayetinde tab edilmiş olarak einre anade bulunduracaktır. Herhangi bir sebepten dolayı eser vaktinde tevdi edilemezse tabın ikmali tarihi de o nisbette tehir edilecektir. Esas itibarıyla eserin tevdii tarihinden dort ay sonra tabin ikmal edilmiş olması niukarrerdir. Neşr ve mevki í fürúhtta vaz’ı gününü müellif ayrıca tayin edecektir.
- Tab ve neşr masrafı tamamen Türk Tayyare Ceiniyeti’ne aittir.
- Hasılati safiyetinin yüzde Onbeşi Türk Tayyare Cemiyeti’ne terk ediliniştir. Her iki ayda bir hesap görülecektir. Maamafih müellif hesabati her zaman istediği vesaitle rüyet-ü murakabe hakkına haizdir.
- Tab edilen ve satılan nüshalann müellif tarafından murakabesini teshil içini Tayyare Ceniyeti bilumuin nüshalara müteşelsíl bilumuni numaralar vaz’ etmeyi kabul etmiştir
- İkinci maddede tavsil edildig! vechile eserin hülaseten matbuat ve radyoyla neşr’i taniini halinde de inasraf ve hasılat dört ve beşinci maddedeli esaslara tabidir (Uzun, 2005:100)
[6] Özerdim (1980:236). Nutuk’un ilk baskısmın 1927 yılında yapıldiğini belirtir. Fakat Kocak(1997:138)’ın da belirttiği gibi Nutiik, 1928 yılında piyasaya sürülmüş; ancak baskı tarihi olarak 1927 kullanılruştır.
[7] Nutuk’un 1938 yili baskısıyla ilgili olarak ayrıca Bkz. Başbakanlık Cuiniuriyet Arşivi 13/12/1938 Tanti. 490.01. Fon Kodu, 4.19.63. Yer No’lu belge.
[8] Yayınevinin bu basın ile ilgili olarak inönü’ye gönderdiği teşekkür yazısı ile ilgili olarak Bkz Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 27/7/1928 Taril, 030.10.Fon Kodu, 83.547.15. No’lu Belge
[9] 9 Ingilizce çeviri de Nutika, Türkiye’ye özgü kuruluş adlan ve terimleri için bir glossary eklenmiştir. Aynca bir giriş bölümü ilave edilerek, çevirinin altiaci da belirtilmiştir. Almanca baskıya eklenen sunuş yazısında ise 18. yy’dan Cumhuriyet dönemine kadar Türkiye’de gerçekleşen dönüşüm özetlenmiş (Bu bölüm 1929’daki İngilizce çeviriye de eklenmiştir), aynca Almanca çevirdeki sunuş yazısı da bu inetne eklenmiştir. Aynca özel adlann okunuşul ve Türk tarihi ile ilgili bir kronoloji de inetne ilave edilmiştir. Nutkun Almanca çevirisine eklenen ve daha sonra ingilizce çevirisine de dahil edilen metin de kayda değer ifadelere yer verilmektedir. Bu ifadelerden biri şu şekildedir: “Onuni düşüncesine göre bugünkü Türk Devleti son derece demokratik bir cuinhuriyet olup dini şeylerle her türlü birleşmeyi kesinlikle ret eder. Kolayca anlaşılabilir bir ifadeyle, belki şunlan söyleyebiliriz, yüzyıllarca hükmetmiş olan mutlakıyet yönetimi bağına ve özel ve kamu yaşamilnin her türlü ayrıntısına hükneden bir dine karşı indirilmuş olan bu halch ve gerekli darbe idt, devletin ve dinin birbirinden tamamen aynlışi ve insanın özgür oluşu artık bugünkü paroladır. Batının en geniş kapsamlı fikirleri sevinç ve heyecanla kabul ediliyor. Avrupa’daki gelişme, medeniyet, ilerleme bu çabalann içeriği ve amaçlan oluyor. Ama bütün endişelerin, bütün savaşınlann konusu bu inillet, bu Türk ulusudur. Avrupa’daki milli düşüncenin uzun ve değişikliklerle dolu bir tarihi vardır; şarkta ise bu yeni olup derin bir heyecan ve genç ve climlarnik bilulusu yeni bir ideale dogrui acvk eden asil bir coşkuyla baştaki çevrelerce kabul edilmiş ve savunulmuştur. Bu uygarlık ve milli idealler arasında çelişki yaratan konular ve gerilimlerin meydana gelmesi aşikardır. Batinin, yani yabancı kültür varlıklannui çok aşırı bir şekilde alumnası ve buna rağmen kendi öz kültürünün ve bunlann kendi içlerinde kök salnıış konumunun öne çıkanlması ise yeni Türkiye’nin yerine getirmesi gereken büyük görevdir” Bu önsözle ilgili olarak aynca Bkz. (Arda, 2002), (Tomenendal, 2003:97-105).
[10] 10 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 18/09/1928 Tarih, 230.00. Fon Kodu, 149.56.6. Yer No’lu belge.
[11] 11 Başbakanhk Cuinhuriyet Arşivi.14/05/1934 Tarih, 490.01. Fon Kodu, 12.66.9. Yer No’lu belge
[12] 12 Başbakanlk Cumhuriyet Arşivi, 02/09/1933 Taril, 190.01. Fon Kodu, 24.120.1. Yer No’lu belge
[13] 13 Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün askerlikten emekliye ayılmalan ile ilgili olarak Bkz: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. 30/06/1927 Tarih, 030.11.1. Fon Kodu, 32.15.2. Yer No’lu belge ve Çamlıbel, 1939:63).
[14] 14 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 4/11/1928 Tarih, 051.41 Fon Kodu, 8.69.17 Yer No’lu: Başbakanlık Cuinhuriyet Arşivi, 31/07/1928 Tarih, 051 V.32 Fon Kodu: 4.29.16 Yer No’lu; Başbakanlık Cunhuriyet Arşivi 1928 Tarih, 230.149. Fon Kodu. 56.6.0 Yer No’lu belgeler.
[15] 15 1 Kasını 1928 Tarih, 1353 Sayıb Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun (Resmi Gazete 3 Kasım 1928 Tarih ve 1030 Sayı) gereğince 1 Ocak 1929 tarihinden itibaren Latin Ilarfleri kullanılmaya başlanmışur.
[16] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 23/05/1928 Tarih, 30.0.0 Fon Kodu, 8.1.1. Yer Nolu belge.
[17] Özerdim (1998:15-23)’in de belirtliğine gibi, Lain harfleriyle ilgili tartışmalar neredeyse Cumhuriyet ile yaşıttır. 1924 yılı Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşülürken o günlerin genç milletvekillerinden Şükrü Saracoğlu, alfabe konuslina da değinerek, bilgisizliğin en başta gelen nedeninin Arap yazısı olduğunu söylemiştir. Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit (Yalçın). Kılıçzáde Hakkı Kılıçoğlu) da bu düşünceyi destekleyen konuşmalar yapmuşlardır. Aynı yıl içinde Berlin’deki Türk öğrencileri Yeni Harfler Birliği adlı bir demek kurarak, bütün Türk illeri için Latin harflerinin kabulünü istemişler, bu çerçevede Yeni Yazı adlı bir de dergi çıkamaya başlamışlardır. Latin harfleri sonunu, 1926 yılında yeniden alevlenir. Dilci, tarilıçi ve yazarların çoğunluğu bu harflerin kabul edilmesine karşıydı, Akşam gazetesinin anketine verilen yanıtlarda, sadece üç kişi (Dr. Abdullah Cevdet, Mustafa Hámit, Refet Avni) Latin harflerini savunuyor, geri kalan on üç kişi ise bu değişime karşı çıkıyordu. Latin harflerinin kabul edilmesine hükümetçe 1927 yılında karar verildiği anlaşılıyor. Türk basınında o dönemde, Falih Rifki (Atay). Yunus Nadi (Abalioğlu). Mithat Sadullah (Sander). Celal Nun (lleri) Latin traillerini destck/cyeni yazılar yazdıklan gonil. mektedir. 1928 yılının Ocak ayınui 8’inde, o günlerin Adalet Bakam Mahmut Esat (Bozkurt). Türk Ocakları Merkez ve Hars Heyetlerine verdiği bir şölende. Latin harlerinden yana konuşīnuş; ayiii yılın 8 Martında Başbakan Ismet Paşa (İnönü), Türk Ocağı Hars Heyeti’nde Latin yazısı üzerinde bir danışına toplantısı yapmuşti. Bu arada İbrahim Necmi (Dilinen) ile Ahnet Cevat (Eire) Latin yazisi destekleyen yazılar yazıyorlardı.
[18] DP’nin, CHP’nin kurdugu sistemin içinde fakat yine de ondan farklı olduğunu belirtme thtiyacı, ayılı zamanda, Demokrat Parti dönerni popülizminin de kaynaklandığı alandır. Farklı vektörlerdeki bul politikanin aşılabilmesinin bir ayağı Kernalizm’in tabulaştırılmasıyken. popülizm bu politikailin ikinci ayağını oluşturmaktadır. DP populizmi ile ilgili olarak Bkz., (Ozkan, 2004:32-47).