Tüm dünya “İklim değişikliği, kitlesel göç ve sığınmacı sorunu, İslami terör ve Ortadoğu’da yeni paylaşım mücadeleleri” gibi küresel sorunlara odaklanmışken, ABD ve Rusya, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması(INF)’ndan karşılıklı olarak çekildi. Uzun süreden beri birbirlerini anlaşmayı ihlal etmekle suçlayan taraflardan çekilme kararını ilk bildiren ABD oldu. Hemen ardından Rusya,”Bizim de yanıtımız simetrik olacak. ABD anlaşmayı askıya aldığını duyurdu, biz de askıya alıyoruz” dedi.
Trump, ABD’nin anlaşmadan çekilmesine ilişkin açıklamasında, “Müttefiklerimize ve dışarıdaki birliklerimize doğrudan tehdit teşkil eden füze sistemlerini gizlice geliştiren Rusya, çok uzun zamandır Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’nı ihlal ediyor ve bu durum cezasız kalıyordu” dedi. Putin ise, ABD’nin çeşitli bahanelerle Rusya’nın silahsızlanma konusundaki önerilerini reddettiğini savunarak, “ABD’nin Avrupa’ya konuşlandırdığı füzelerle anlaşmayı doğrudan ihlal ettiğini” öne sürdü.
Tarafların anlaşmadan çekilmesi üzerine ABD‘nin, NATO müttefiklerini zorlayacağı ve şubat ayından sonra füzelerini yeniden Avrupa topraklarına konuşlandıracağı ihtimali üzerinde duruluyor. ABD, SSC-8 olarak adlandırılan Rusya’nın yeni orta menzilli Novator 9M729 füzesinin anlaşmayı ihlal ettiğini ileri sürerken, Rusya da, ABD’yi, Romanya ve Polonya’da Aegis füze savunma sistemi konuşlandırarak INF Anlaşması’nı ihlal etmekle suçluyordu.
1987 yılında dönemin ABD Başkanı Reagan ve Sovyetler Birliği lideri Gorbaçov tarafından imzalanan anlaşma, karadan havaya atılabilen ve 500 ile 5 bin 500 kilometre arasında orta menzilli nükleer füzelerin yasaklanmasını öngörüyordu. Denizden ateşlenen füzeleri kapsamayan INF Anlaşması, nükleer silahlı füzeleri 30 yılı aşkın süredir Avrupa topraklarından uzak tutuyordu. Avrupa’da nükleer savaş riskini azaltmayı amaçlayan anlaşma kapsamında, 4 yılda yaklaşık 2 bin 700 füze imha edilmişti.
INF Anlaşması, Soğuk Savaş’ın son dönemlerinde iki süper gücün nükleer savaş tehdidini azaltmak amacıyla başlattığı üç aşamalı silahsızlanma sürecinin bir parçasıydı. Bu sürecin ikinci aşaması stratejik silahların sınırlandırılmasıyla ilgili görüşmeler, üçüncü de uzay silahları konusundaki müzakereler oluşturuyordu. Bu süreçte hem ABD hem de önce Sovyetler Birliği, ardından da Rusya nükleer silah tesislerini uluslararası denetime açmıştı. İki ülke arasındaki zorlu görüşmelerde yaşanan gecikmeler sonucunda Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Anlaşması’nın (START) imzalanabilmesi ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından 1991’de gerçekleşti. START kapsamında iki ülke de elinde bulunan uzun menzilli nükleer silahları yüzde 30 oranında azalttı.
Dünyanın yeni koşullarında Soğuk Savaş gibi bir durumdan söz etmek mümkün olmasa da Rusya ile ABD arasındaki ilişkilerin iyi olmadığını ve iki ülke arasında yeni bir nükleer silahlar yarışı başlayabileceğini öngörmemiz gerekiyor. Rusya’nın askeri doktrininde nükleer silahlarının ağırlığının artması, konvansiyonel silahlarının Batı’nın elindekiler karşısında çok geride kalmasıdır. Rusya ve Çin’in yeni konvansiyonel uzun menzilli füze sistemleri geliştirmesi küresel tehdit ve caydırıcılık dengelerini değiştirme eğilimleri süper güç yarışını geliştirme potansiyeli taşıyor.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, “Yeni bir soğuk savaş dönemi yaşanmayacak” dese de, gelinen aşamada şu soruyu sormak zorundayız: Gelişmeler dünyada yeni bir nükleer silahlanma yarışının başlaması anlamına mı geliyor? Bu bakımdan dünyadaki nükleere sahip ülkelerin konumlarına bakmamız bir fikir verebilir. Bu gün dünyada 9 ülke nükleer silahlara sahiptir. Bunlar, ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Kuzey Kore, İsrail ve Pakistan’dır. Bunların içerisinde küresel ateş gücü bakımından nükleer süper güce sahip ülkeler ise, ABD, Rusya, Çin, Fransa, Hindistan ve İngiltere’dir.
Kapitalist emperyalizmin 21.yüzyıldaki ekonomik gelişim potansiyelleri bakımından dünyanın süper güçleri sıralamasında 6 ülke ön sıralarda bulunuyor. Bu ülkeler; 1.ABD, 2.Çin, 3.Japonya, 4.Almanya, 5.İngiltere, 6.Hindistan’dır. Bu sıralamada Rusya, 12.sırada bulunmasına karşın, nükleerde ABD’den sonra dünyanın ikinci süper gücünü oluşturuyor. Bu durum, eski Sovyetler Birliği döneminden gelen “askeri doktrini nükleer silahlarının ağırlığına bağlayan” anlayışı devralan Rusya’nın askeri ve stratejik konumunu gösteriyor. Eski Sovyetler Birliği’ni örnek alan Kuzey Kore’de dünyanın en fakir ülkelerinden biri olmasına karşın, nükleer silahlara dayanarak bölgesinde stratejik denge peşinde koşmayı sürdürüyor. Aynı şekilde bölgesel güç olma yolunda önemli adımlar atan İran’da aynı anlayışla nükleer silah üretmeye çalışıyor.
Dünyada yeni bir nükleer silahlanma yarışı ve nükleer savaş riski, Türkiye’yi ve içinde bulunduğu bölgeyi de ilgilendiriyor. Soğuk Savaş döneminden beri bölgede emperyalizmin ileri bir karakolu olmasının yanında, NATO üyesi ülkeler arasında ikinci büyük askeri güce sahip olan Türkiye’de NATO nükleer paylaşım programı çerçevesinde Soğuk Savaş döneminden beri çok sayıda atom bombası ve füze bulunmaktadır. Bu nedenle nükleer yarış ve bu güce sahip diğer güçlerin bölgedeki oyunlarının bir şekilde içende yer alan Türkiye bu riski taşımaktadır.
Çeşitli araştırma kuruluşları ve askeri kaynaklara göre Türkiye’de, NATO şemsiyesi çerçevesinde ABD’ye ait nükleer silah sayısının 50 ila 90 adet B61 tipi atom bomba olduğu var sayılıyor. Büyük bölümü Adana’daki İncirlik Üssü’nde bulunan bu bombaların yenileriyle değiştirilip değiştirilmediği bilinmiyor. Ayrıca, Türkiye’nin gizlice kendi atom bombasını yapmaya çalıştığına dair iddialar da var.
Sonuç olarak Türkiye’nin devrimci ve demokratik kamuoyu bu gelişmelere karşı daha duyarlı olmalıdır.
- Siyasal Önderlikler ve Sosyalizm Anlayışı – Şaban İba - 14 Haziran 2024
- Eğitimde müfredat sorunu! - 26 Mayıs 2024
- Solun Durumunu Yeniden Düşünmek! - 20 Mayıs 2023