Halkın Yaraları Daha Doğurgan

Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Doğanın diyalektiğinin yasasıdır bu. Değişim isteği koşullar olgunlaştığında filiz vermeye başlar. Bazen sessizlik ve hareketsizlik, kitlelerin duygu ve düşüncelerini anlamada yetersiz kalabiliyor.

Sessizlik, bazen içinde saklı fırtınalar barındırır. Ve değişim arzusu, içten içe gelişir. Bu değişim isteği bazen farkındalıkla bazen farkında bile olmadan bünyede yer edinmeye başlar. Dipten gelen değişim arzusu, usulca mayalanır. Vakti geldiğinde bu istem, hiç beklenmeyen bir şekilde hayatın ortasında boy verir.

Dün Türkiye’de yerel seçim vaktiydi. Malumunuz, nice umut yüklü seçimler geçti. Lakin, hep “Adam Kazandı ve Atı alan Ãœsküdar’ı” geçti. Sonrasında ise hayal kırıklarıyla yaÅŸam mücadelesinde hayatta kalmaya çalışan yurttaÅŸlar, çığlığını içine gömüp, sessizliÄŸe büründüler. Seçimlerde yapılan usulsüzlüklere karşı durmaya çalışsalar da, seçim sandıkları başında sabahlara kadar bekleseler de fayda etmedi. Seçim gecesi ortadan kaybolan siyasetçilerin ferasetsizliÄŸi ve basiretsizliÄŸiyle karşı karşıya kaldılar. Ne yapsalar ne etseler olmuyordu. Hayal kırıklarının üzerine bir de Reis’in seçim zaferini ilan ettiÄŸi balkon konuÅŸmalarında hakaretlere maruz kalıyorlardı.

Dile kolay, yirmi yıllık siyasal islam iktidarı, cemaat ve tarikatlarıyla, devletin her kurumunu ele geçirmiÅŸ, laik ve bilimsel eÄŸitimi adım adım tasfiye etmiÅŸ, kadınları toplumsal yaÅŸamdan dışlama politikaları geliÅŸtirmiÅŸ, kadınların yaÅŸam güvencesi olan Ä°stanbul SözleÅŸmesi’nden çıkarak, kadınları katilleriyle baÅŸ baÅŸa bırakmış, LGBTÄ° bireyleri düşman ilan etmiÅŸ ve kendinden olmayan herkesi ötekileÅŸtirmiÅŸti.

Siyasal islam iktidarının her ÅŸeye muktedir olduÄŸunu, topluma kabullendirmeye çalışıyorlardı. Kabullenmeyene ise halkın diline dolanan; “Silivri soÄŸuktur” tehditiyle hapishane yolu gösteriliyordu. Yahut, tüm ötekileÅŸtirilenler çekip gitmeliydi. Avrupa’ya çıkarken, ya insan tacirlerinin botlarında can vereceklerdi ya da ÅŸayet hayatta kalırlarsa , bir mülteci olarak yurtdışında sürünecekler, burunları sürtecek ve ülkelerine dönemeyeceklerdi. El kapılarında, sürgün yaÅŸamlarda, Ahmet Kaya gibi kahırlarından ölecekler, ülke hasretiyle ölecekler, mezarları bile gurbet ellerde kalacaktı. Anadolu’da bir çınar aÄŸacı bile çoktu onlara. Özetle, kendilerinden olmayana yaÅŸam hakkı tanımıyorlardı.

Milli görüş gömleÄŸini üzerlerinden çıkartıklarını ilan ederek, kefenle çıktıkları yolda, “minareler süngü kubbeler miÄŸferdi” onlar için. Hilafet hayalleri, gerçekle baÄŸlarını kopartıyordu. Bu gerçeklikten kopuÅŸ halinin en somut halini, Suriye iç savaşında yaÅŸadılar. Stratejik derin analizlerle selefizme kapıları açtılar. Öyle ya, Reis BOP’un baÅŸkanı olacaktı. Ve toplumu islamcılaÅŸtırmak için kollar sıvandı. Hatta islamın en gerici ideolojik yapılanmalarıyla el ele verip, siyasal ve kültürel hegemonya savaşına girdiler.

Bütün dinci gerici yapılar gibi önce kadınları, kadınların mücadelelerle elde edilmiş haklarını hedef aldılar. Öyle ya, kadın yerini ve haddini bilecek, yüksek sesle gülmeyecek, hamile iken sokaklarda dolaşmayacak, kuluçka makinesi gibi üç çocuk doğurucak, başını örtecek, hamdedip evinde oturacak. Bir toplumu gericiliğe mahkum etmek istiyorsanız önce kadınları esir almanız gerekir. Din, bunun için en kullanışlı alandır. Kadınların özgür olmadığı bir toplumda hiç kimse özgür değildir.

Siyasal islam iktidarının düşmanlığı sadece kadınlarla mı sınırlı kaldı? Elbette hayır! LGBTÄ°’ ler, Aleviler, Kürtler, Laikler, Solcular… Bir süre sonra hızlarını alamadılar, kendilerinden olmayan herkesi ya vatan haini ilan ettiler ya da terörist. Tarihin hiçbir döneminde “terörist” olmak bu kadar kolay olmamıştı. Uzun lafın kısası, nefret iklimini ilmek ilmek ördüler. Bu kötülük ikliminde, herkes birbirinden nefret eder hale geldi. Fetuhllahçıların dindar ve kindar “altın nesil” projesi artık onların elinde yürürlüğe giriyordu. Zaten, Fetullahçıların en çok içerledikleri ÅŸey bu ya; projelerinin AKP tarafından çalınması.

Siyasal islamcıların birbirlerine karşı bile tahammülleri yoktu. 15 temmuz 2016’da, Fettullahçıların darbe giriÅŸiminde yaÅŸanan korkunç olaylar, toplumun hafızasında hala tazeliÄŸini koruyor.

Dile kolay, bu yirmi yıllık süreçte toplum yaÅŸadığı travmaları aÅŸarak kendi gücüyle iyileÅŸmeye çalışıyor. Suruç katliamı, Reyhanlı… Ankara Gar Katliamı… Soma Katliamı… Deprem ve sel felaketlerinde hayatlarını kaybedenler… DoÄŸal afetlere karşı önlem alacaklarına, her konuyu “Takdir-i Ä°lahi”ye baÄŸlamaları… En son 6 ÅŸubat 2023 depreminde Hatay’ın ve birçok ilin yerle bir oluÅŸu… Ä°nsanların çaresizlik ve yokluk içinde hayatta kalma mücadelesinde yalnızlaÅŸması…

Halkın yaraları, inanılmaz bir derinlikte, kendi kuytusunda mayalanıyor.
Memleketin hangi yanına varsanız, kapısının eÅŸiÄŸinde acısı gizli. Kendi sessizliÄŸine gömülmüş bir acı, er ya da geç sözünü en yalın haliyle söyler. Halkın yaralarının içinde beslenir umut. Hani ÅŸair diyor ya, “çünkü halkın yaraları daha doÄŸurgan.”

Dün Türkiye’de seçim vaktiydi. Ä°ÅŸin aslı artık kimsenin pek umursadığı yoktu. Öyle gibi görünüyordu. Lakin, CHP tarihinin rekor oy farkıyla seçimin en büyük kazananı oldu. Elbette, bunda tepki oylarının büyük rolü var. Bu kez seçim sonuçları haritasında sarıdan kırmızıya dönüştü ÅŸehirler.

Yerel seçimin en büyük kazananı CHP (Cumhuriyet Halk Partisi), geçerli oyların yüzde 37,5’ini oluÅŸturan 16 milyon 467 bin 552 oyla 14 büyükÅŸehir, 21 il, 332 ilçe, 37 belde olmak üzere toplam 404 belediye alırken 2019’da kazandıklarının üzerine 3 büyükÅŸehir, 11 il, 141 ilçe ve 14 belde eklemiÅŸ oldu.

Seçim sabahı, taşıma seçmen ile yurttaÅŸların iradesine el koymaya çalışan iktidar yanlıları, vatanseverlik kisvesi altında asker ve polisi kullandılar. Lakin, taşıma seçmen politikasına karşı özellikle Kürtler, tam bir yurttaÅŸlık dersi verdi. Şırnak’ta taşıma seçmene ısrarla soran “söyle nerelisin sen, nereden geldin” diye soran amca, “siz buraya bir günlüğüne geliyorsunuz biz ise burada yaşıyoruz” diyen dayı; “biz vatandaÅŸlık görevimizi yapıyoruz” diyen taşıma seçmene yurttaÅŸlığın yandaÅŸlık olmadığını gösterdi.

Seçimlerden birkaç hafta önce ÅŸeriat ÅŸakaları yapan, ÅŸeriat geldiÄŸinde kadınların hangi renk çarÅŸaf giyeceklerine karışmayacaklarını beyan ederek, ki bu söylem ile ne kadar “demokratikleÅŸmiÅŸ” olduklarını belirten Hüdapar, vakti zamanında Hizbulkontra’nın kalesi olan Batman’da boyunun ölçüsünü almış oldu. Batman’da DEM Parti’nin gösterdiÄŸi kadın aday Gülistan Sönük HÃœDAPAR’ın adayına % 49 fark attı. Kadının fendi Hüdapar’ı yendi. Kürt halkını islamcılaÅŸtırma projesine verilmiÅŸ en güzel yanıt oldu.

Sonuç olarak, halk nefret ikliminden çıkmayı tercih etti. Yıllardır aldığı yaralardan, kendini yeniden doÄŸurabileceÄŸini gösterdi. Tüm anket sonuçlarını ters yüz ederek ezberleri bozdu. DeÄŸiÅŸim vakti dedi. Laik, demokratik, eÅŸitlikten ve özgürlükten yana bir ülke inÅŸa etmeliyiz dedi. Bir ÅŸeyler var deÄŸiÅŸmesi gereken, önce acılardan baÅŸlanacak dedi. İçimizdeki umudu büyüterek, yaÅŸama daha sıkı sarılmamız gereken yeni bir sürece girerken, bu yazıyı Nihat Behram’ın dizeleriyle bitireyim.

“üflemekle ateÅŸ soÄŸutulur mu
ite ite dağlar yürütülür mü
taşımakla deniz kurutulmazsa
kırılmakla halklar çürütülür mü”