Yaşamı ne vakit konu ederiz kendimize? Mutluyken mi sorgularız hayatı, mutsuzken mi? Bu sorunun benim açımdan yanıtı elbette ki mutsuzken. Mutsuzken her gün dünyayı yeniden kurar, yeniden yaparız. Mutlunun böyle bir derdi yoktur. Statükocudur o. Mutsuzun derdi dağlar kadar, mutlununki tüyden hafif, kanadı olsa uçacak cinsten…
Mutsuzken polis, bürokrasi, ahlâk kuralları, kısacası bütün düzen güçleri peşinizde gibidir, böylesi bir tedirginlik adım adım yanınızdadır, gölge gibi. Mutlu insan ise tam tersine takip eder, polisi, bürokrasiyi, ahlâk kurallarını. Gündüz işine, akşam evine, cezaevine döner gibi döner mutsuz olan. Âşık olmak gibi, “şartlı salıverme” durumları olur elbette ama bunlar genellikle istisnadır. Bu tür kişilerde hayal gücünün sınırı, gerçeklerin sınırının görüldüğü yerde endişeye kapılır.
Tüm insanlık tarihi boyunca ve her kültürde, mutlu insanlar, mutsuz insanların kötü güçlerle ilişkili olabileceğini düşünüp çocuklarına uzak durmaları öğüdünde bulunurlar. Onlar yaşamı ancak böylesi durumlarda sorgular oldular. Ama her durumda egemen kurulu düzenin güçleri hep onların yanında oldu. Her daim, kardeşi, yoldaşı, zaman zaman da köle oldular birbirlerine. Bu nedenle onların yaşamı sorgulama, onu bir probleme konu etme durumları pek azdır.
Ama şurası bir gerçektir ki, sinema, tiyatro, müzik, sanat, genellikle mutsuzluğu konu alır. Bir mutsuzluk fetişizmi yapmak istemiyorum ama biyoloji, psikoloji, sosyoloji, hatta tüm bilimler kaynağını mutsuzluktan alır. Teknoloji, bir memnuniyetin değil, bir arayışın, memnuniyetsizliğin konu edilmesinin ürünüdür. Mecazi anlamda söyleyecek olursak, mutsuz insan çıplak vücut gibidir bir anlamda, mutluluğu giyinmek için çırpınır durur. Mutlu insan ise sadece sevişirken çıplaktır; mecazi değil gerçek anlamda. Mutsuz mecazi güzellikle beslerken ruhunu, mutlu gerçek güzelliklerle besler.
Mutsuz, gündüzü, gün boyu infaz etmekle meşguldür. Ancak gece uykuda diriltir onu. Tüm zamanlar boyunca düzene tâbi tutulur. Diğer tarafta düzen mutluya tâbi olandır. Sosyal sınıfların katı kuralları mutsuza konu olurken, diğerine mutluluğun kaynağı olur. Mutsuzun çekince koyduğu durumlar, mutluya zevk-ü sefa hazinesi gibidir.
Ama bir anlamda mutluluk bir tuzaktır; fazla ışığın gözleri kör edebildiği gibi kör edebilir insanın bazı duyu organlarını. Hem bedenin hem de hayal gücünün yürüyüşünü dizginler. Diğer yandan da pozitif bir özellik olarak yaşamın büyüsünü, kelebeğin çarpıcı renk ve biçim yapısını öne çıkarmak ister; estetiği arar.
Aslına bakılırsa mutsuzlukta, mutlulukta ne mutlak iyi ne de mutlak kötü bir şeydir. Kimse yemek yerken yemek hayalini kurmaz. Yemek hayali, yemek öncesine ait bir duygu durumudur. Mutsuzluk yemek öncesi, mutluluk yemek anıdır.
Mutluluğun sınırları belirsizdir, hatta sınırsızdır bile diyebiliriz. Mutsuzluğun ise sınırları duvarlarla çevrilidir. İşte insanları asıl büyüleyen, mutluluğun bu sınırsızlık algısıdır. Her gün onun kapısının önüne giden kalabalık, itişip kakışarak onu görmeye çalışır. Mutluluk ise mutsuzluğa şöyle uzaktan bir göz atar, çoğu zaman onunla ilgilenmez bile. Ancak bütün bunlara rağmen mutluluk hayal gücünü, mutsuzluk kadar harekete geçiremez. O yüzden mi Tolstoy,”tüm mutluların mutluluğu birbirine benzer. Ama tüm mutsuzların mutsuzluğu kendine özgüdür” demiştir.
Mutlu insanların ilişkileri genellikle kendi aralarındaki hiyerarşiye tâbidir. Mutsuz insanların kendi aralarında hiyerarşiye pek yer yoktur. Mutlu insanların incelik ve estetik kaygısı onları böyle bir hiyerarşiye itmiş olabilir. Mutsuzların bu tür kaygılara düşecek lüksleri yoktur. Bu konudaki ayrışmanın temel sebebi bu olabilir diye düşünüyorum. Mutlunun, inceliği, estetiği konu etmesini başka nasıl açıklamalıyız.
Mutluluk kibirlidir, yargılar. Mutsuzluğun omuzları düşüktür; yargılanır.
Mutluluk, insanın içindeki imkânların hatırlanmasıdır; mutsuzluk imkânsızlıkların hatırlanması…
Mutlu insan evriminin tüm aşamalarını tamamlamış havalarındadır. Mutsuz insan, henüz emekleme aşamasında gibi, düşmekte ve kalkmaktadır.
Bir yanda, sonsuz çeşitlilikte hayatı deneyimleme olanakları; diğer yanda, yaşama tutunabilme çabası…
Bir yanda, duygular daha bir işlevsel, sözcük dalları olgunlaşmış meyvelerle yüklü; diğer yanda, emperyalizm tarafından ele geçirilmiş topraklarına kendi bayrağını dikme mücadelesi…
Bir yanda, dünyanın ve evrenin standartlaşmış düzeni; diğer yanda kaos. İşte mutluluk ve mutsuzluk diyalektiği…
Kaos evrenin doğal düzeni değil miydi? Mutsuzluğun yörüngesine dönen neydi ki; dünya mı o? Mutsuzların her çığlığı, mutlunun durgun gölüne atılmış bir taş, “ben varım” haykırışı olmasın sakın.
Elbette mutluluk ve mutsuzluk üstüne çok şey söylenebilir. Ama şu bilinmelidir ki, her iki duygu durumu da, bizim beş duyumuzla algıladığımızdan çok daha fazla bir şeydir.
Bir şekilde bu denemeyi sonlandırmam gerekirse, “yaşasın mutsuzluk” demeye dilim varmaz elbette ama mutluluk hayal gücünün iğdiş edilmesidir. Nokta!
- Özgürlük Güzergâhı - 16 Kasım 2024
- Bir İdeoloji Olarak Bilim - 17 Ekim 2024
- Politik Patoloji - 22 Eylül 2024