Mültecilik ve Göçmenliğe Dair

Vatanından kaçmak zorunda kalır ve vatandaşı bulunduğu devletin vatandaşlığından çıkarılır. Avusturya, Macaristan, Fransa, İsviçre, Danimarka derken, Sovyetler üzerinden Amerika’ya iltica eder. Siyasi fikirleri sebebiyle Amerika’da da barınamaz ve tekrar İsviçre’ye geçer. Sonunda kaçmak zorunda kaldığı ülkesine döner ve “Göçmenliğe Dair” başlığıyla şöyle bir şiir yazar;

Göçmen! budur bize taktıkları isim.
Bunun doğru olduğu fikrinde değilim.
Yurdunu terk eden kişi demektir zira.
Oysa biz isteyerek terk etmedik yurdumuzu başka yer için.
Ola ki ilelebet yaşarız diye,
Göçmüş de değiliz bir başka ülkeye.
Kaçtık biz, kovulduk, reddedildik!
Evimiz değil bize kapılarını açacak ülke,
Sürgün yerimiz olur bizim.

 Olabildiğince sınır boylarına yakın, otururuz huzursuz,
Döneceğimiz günü bekler dururuz,
Takibindeyiz sınır ötesindeki her olup bitenin,
Söyleyeceklerine susamışız her yeni gelenin.
Sabırsızlıkla ve hiçbir şeyi unutmadan,
Hiçbir şeyden vazgeçmeden,
Olup biten hiçbir şeyi, ama hiçbir şeyi affetmeden.

Ah! hiç yanıltmaz bizi sessizliği çığlıkların,
Feryatlarını ta buradan duyarız uzaktaki kampların.
Zaten biz,
Sınırları aşmış, suçlu kaçkınlar biliniriz.
Kalabalıklar içinde yırtık ayakkabılarıyla yürüyen her birimiz,
Yurdumuzu lekeleyen utancın şahitleriyiz.
Fakat kalmayacak burada hiçbirimiz
Ve son söz söylenmedi henüz.

Şiir başka bir dile çevrilmez, başka bir dilden söylenir. Ben de mülteci Bertold Brecht’in bu şiirini İngilizce söyleyen birilerinden alıp Türkçe yorumlama özgürlüğünü kullandım.

Brecht bu şiirinde mülteci ile göçmen arasında kesin bir ayrım yapmakta ve göçmenlikte iradi bir tercih görürken, mültecilikte seçim şansının ve iradenin yerinin olmadığını söyleyerek mülteci olarak yaşadığı acı tecrübeyi dillendirmektedir.

Ne var ki, altüst olmakta olan günümüz siyasal, kültürel, ekolojik ve iktisadi dünyasında bu ayrımın bir anlamı kalmamıştır. Göçmen olarak yollara düşmek ile mülteci olarak yollara düşmenin her ikisinin de nedeni siyasidir. Siyasi şiddetten kaçmak için havalanmakta olan bir uçağın iniş takımlarına çaresizce tutunup düşerek ölmek ile, iktisadi şiddetten kaçmak için elindeki pet şişeyle yakıt tankerinden bir şişe yakıt almak için yanarak ölmek arasında fark göremiyorum. İlki doğrudan siyasi, öteki dolaylı olarak siyasidir.

Öte yandan göçmen ile mültecinin sığındıkları yerlerde karşılaştıkları muamele bakımından da bir farkları yoktur; onlar her yerde problem yaratan uyumsuz yabancılar, vatanına ihanet edip kaçmış hainler, kültürsüz pisler, ekmeğimize konmaya çalışan tehlikeli parazitler olarak dışlanırlar. Brecht’in şiirinde kendini gösteren bu dışlanmışlık, günümüz dünyasında mülteci ve göçmen ayrımı da gözetmez.

Gerçekten de gözlerimizin önünde olup bitenlerden, siyaset erbabının ve sokaktaki insanın söyleyip yaptıklarından da görüyoruz ki, mülteciler (ve göçmenler ve sığınmacılar), hem onları kabul etmek zorunda kalan diyarlarda hem de kaçıp kovuldukları diyarlarda, ülkelerine ihanet etmekle, ülkelerinde kalıp direnmemekle, tembellikle, işe yaramazlıkla, fırsatçılıkla, korkaklıkla ve daha bir sürü aşağılayıcı sıfatla itham edilip mahkum edilmektedirler.

Meseleyi tartışırken, tartıştığımız sosyolojik ve siyasi zemini bilmemiz gerekir bu yüzden. Gerçek şu ki, kapitalizmin endüstriyel ve kültürel refah merkezleri haricindeki devletlerin ekseriyeti sorgulanamayan, kutsal devletlerdir ve kutsal devletler ortaklıkta anlaşmış toplumlardan değil, gettolarına kapanmış zorla bir arada tutulan topluluklarından oluşur. Bu bakımdan göçmen ve mültecidir her birisi. Ortak değerleri yoktur. Söylendiği gibi kederde ve kıvançta birlik değillerdir. Birinin kıvancı ötekinin kederidir. Ortada devletten başka kutsayacak bir şeyleri de yoktur ve gettolardan biri fırsatını bulup kutsal devlete çöktüğünde, geri kalan gettolara mülteci muamelesi yapmaya devam eder. Hal böyleyken, aksine inansalar da içten içe öteki olduklarının farkında olan bu getto topluluklarının daha ötelerden gelen mülteci ve göçmenlere adil davranması, meseleye onları aşağılama ya da onlara acıma dışında, akıl, vicdan, sağduyu ve adalet zemininde bakması beklenmez.

Öyleyse meseleye, acıma ve aşağılama temelinde koparılan ve meselenin teşhis ve tedavisinden ziyade siyasi ve ahlaki istismarına dayanan gürültüden uzaklaşarak bakmak gerekir. Sokrates, yargılama sonucunda suçlu bulunup mahkum edildi ve ceza olarak kendisine sürgüne gitme veya zehir içerek ölme alternatifleri sunuldu ve o sürgüne gönderilmektense ölmeyi tercih etti. O halde meseleyi tartışmaya şu sorularla başlayabiliriz; Sokrates mülteci olmayı reddedip ölüme giderken, Albert Einstein ve Bertold Brecht gibileri neden mülteci oldular? Sokrates daha cesur ve daha vatansever olduğu için mi mülteciliği reddetti? Her iki davranışın etik, ahlaki ve siyasi meşruiyeti nedir? Sokrates’in tavrı doğruysa Einstein ve diğerlerinin tavırları yanlış mıdır?

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)