Milliyetçilik Üzerine

“Milliyetçilik; ekonomik ve ahlaki çöküntüye götüren, insanlığı birbirine yabancılaştıran bir yoldur.” [1] 

 Milliyetçilik, insanlık tarihinin özgürlük mücadelesi önündeki en önemli engellerden biridir. İdeolojik olarak egemen sınıfın çıkarına hizmet eden bir olgudur. Felsefi açıdan zayıf olan bu kavramın politikacıların söylemleri ve diğer bazı formlarla eklendiğinde nasıl bir güç haline geldiği inkâr edilemez. Milliyetçilik kavramı tek başına politik bir sorunun cevabı olmadığı gibi herhangi bir ekonomik, sosyal ve politik bir sorunun da üstesinden gelebilecek bir donanıma sahip değildir. Milliyetçiliğin etkin olabilmesi için diğer formlarla birleşmesi gerekir. Örneğin, muhafazakârlık, dinsel inançlar, liberalizm, ırkçılık ve faşizm türü formlara yapıştığında tehlikeli bir olgu olarak karşımıza çıkar. Arife Köse’nin dediği gibi “milliyetçilik her zaman başka ideolojilere eklemlenerek kendisini üretir.” Dolayısıyla milliyetçilik çeşitli adlar adı altında karşımıza çıkabiliyor. Örneğin, muhafazakâr milliyetçilik, liberal milliyetçilik, otoriter milliyetçilik, İslamcı milliyetçilik gibi. Diğer bir deyişle milliyetçilik; muhafazakârlıkla, liberalizmle, dinsel ideolojilerle her zaman ittifak halindedir. Türkiye’de MHP’nin temsil ettiği kökten milliyetçilikten tutun da ulusalcı milliyetçilik, Atatürk milliyetçiliği adı altında çeşitli kategorilerle ortaya çıkar. İşçi sınıfının emeğini sömürmek için geçmişten günümüze kullanılagelmiş egemen sınıf ideolojidir. Milliyetçiliğin türü ne olursa olsun, hizmet ettiği sınıf burjuvazidir. 

Milliyetçilik, bir ideoloji olarak sanayi devriminin akabinde ortaya çıkmıştırDüşünce olarak 1789 Fransız Burjuva Devrimi görüşlerinden doğmuştur. Bu devrim ile sloganlaşan Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik özlemlerinin ifade ettiği görüşlerin yayılmasına hizmet etmiştir. İlk kez 1800’lerin başında Almanya’da bu görüşün belirgin bir hal aldığını görüyoruz. Rus işgalindeki Polonya’da, 1821 tarihinde gücünü yitiren Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanan Yunanistan’da, 1848 tarihinde köhnemiş bir görünüm arz eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na karşı ayaklanan Macarlarda, Çeklerde, Sırplarda milliyetçilik akımlarına rastlıyoruz. Diğer bir deyişle milliyetçilik, ulus fikriyle birlikte ortaya çıkan ve burjuvazinin bir ideolojisi olarak zeminini bulan bir kavramdır. Gerektiğinde dincilikle, liberalizmle, muhafazakârlıkla birleşen ve güçlenen ideolojik bir hastalıktır. Ulus devlet modelinin felsefi ve fonksiyonel bir biçimde yetersizleştiği nedeniyle günümüz koşullarında milliyetçilik, milli sınırların tehlikeye düşmesi korkusuyla marjinalleşmiştir. Milliyetçik her ne kadar ırkçılıktan ayrı olarak düşünülse bile, ırkçılıkla kol kola yürüyen bir görüştür. Bireylerin bu ideolojiye yöneldiğinde yabancılaşma sorununa daha fazla maruz kaldıklarını biliyoruz. Başta politikacılar olmak üzere “milliyetçilik” kavramının ideolojik ve politik bir silah olarak kullanıldığında başta işçi sınıfı olmak üzere halklara ve insanlığa ne denli sıkıntılara ve acılara yol açtığına ve içinden çıkılması zor durumlar yarattığına geçmişte şahit olduk.  

Milliyetçiliğin sınıfsal mücadeledeki yeri 

Milliyetçilik ulusal bir sorun haline gelmiştir. İdeolojik amacı sınıf çelişkileri törpülemek içindir. İşçi sınıfının sınıfsal mücadelesine karşı burjuvazinin en önemli silahı “milliyetçilik”tir Emperyalist devletlerin ulusal kavramlar üzerinden toplumu nasıl manipüle ettiği biliniyor. Bu tür devletler, toplumu “dış düşman” olgusu üzerinden etkileyip yönlendirirler. Türkiye ve benzeri sömürge ve yarı sömürge tipi ulus devletlerinde ise “dış düşman” kavramı yanında “iç düşman” söylemiyle toplumun yönlendirildiği de bilinen bir gerçektir. İç düşman, ulus devletin baskısı altında yaşayan azınlıklar, ezilen milliyetler ve işçi sınıfının çıkarını savunan solcular, sosyalistler ile komünistlerdir. Bunlar aynı zamanda “hain”, “vatan haini” “din düşmanı”, “terörist” türden sıfatlarla sürekli gündemde tutulur. Bu tür devletlerde sınıfsal mücadele “ulusal çıkarlar” üzerinden lanse ederek eritilmeye çalışılır. Yurt, vatan, memleket denilen toprak parçası, sermaye sınıfı tarafından parsellenmiş, kendi mülküne dönüştürülmüştür. 

Milliyetçilik kavramının bir burjuva ideoloji olduğu gerçeğinden hareketle, işçi sınıfının milliyetçilikle, millet kavramı ile ilgisinin bulunmadığı bilinen bir gerçektir. Marks ve Engels’in 1848 tarihli “Komünist Parti Manifesto”sunda işçi sınıfının kendisine ait bir vatanı yoktur, enternasyonal bir sınıftır; vatanı tüm dünyadır”, denmektedir. Manifestoda; burjuvazi ile proletarya ulusal sorun karşısındaki tutumunu ifade ederken şu vurguya dikkat çekmişlerdi: Komünistlere ayrıca vatanı, milleti ortadan kaldırmak isteme suçu yüklendi. 

Manifesto’nun “son sözü” olan “Bütün ülkelerin proleterleri birleşin” çağrısının Ekim Devrimi sonrasında kurulan 3. Enternasyonal tarafından “Bütün dünyanın işçileri ve ezilen halkları birleşin!” biçiminde yenilenmesi, ulusal sorunun hala sorun olmaya devam ettiği dünyada, işçi sınıfının uluslar sorunuyla kendi stratejisi arasındaki kopmaz bağa da işaret ediyordu. 

Nitekim Doğu Halkları Kurultayı’nın bu çağrısı, Asya ve Afrika’nın ezilen uluslarında yankı uyandırdı. Çin’den Hindistan’a, Türkiye’den Afrika ülkelerine kadar, dünyanın önemli bir bölümünde ulusal mücadeleler emperyalizme karşı verildi. Antiemperyalist mücadelede Genç Sovyetler Birliği “dolaylı müttefiki” olarak kabul edildi. Aynı zamanda, ulusal kurtuluş mücadelesini veren ülkeler, Sovyetler Birliği’nin desteğinde, ulusal bağımsızlıklarını geliştirme ve ulusal ekonomilerini kurmak ve aynı zamanda kendi sanayi ve tarımlarını korumak için önlemler alma imkânı elde ettiler. [2] 

1871 tarihli Paris Komünü bize göstermiştir ki, batı Avrupa’da milliyetçiliğin ileri bir rol oynadığı dönemin sonuna gelinmiştir. Artık tarihsel ilerlemenin elindeki güç, ulusal sorunların çözümünde gerici burjuva milliyetçiliği değil, proletaryanın enternasyonalizmidir ve ulusal mücadelelerin kaderi burjuva milliyetçiliği ile proletarya enternasyonalizmi arasındaki çatışma olacaktır. 

Ulusal sorunların, ulusların ortaya çıkması ile başladığını belirtmiştik. Ulus sorununu idealist düşünceden arındıran ve ona bilimsellik kazandıran yine Marksizm olmuştur. Stalin, ulusların geleceğe ilişkin sorunlarına Marksist bir çözüme ilişkin katkı sağlamış ve öteden beri yapılan “ulus” tartışmasına çözüm amacıyla gerekli tanımlamayı yapmıştır. “Ulus; tarihsel olarak oluşmuş, ortak bir dil, toprak, ekonomik hayat ve kendini ortak bir kültürde bütünleyen ruhsal biçimleniş temelinde oluşan, istikrarlı bir insan topluluğudur,” [3] diyerek “ulus” kavramıyla ilgili tartışmaya son vermiştir.  

Bilindiği gibi kapitalist sistemden bahsettiğimizde salt Türkiye’ye özgü bir sistem olmadığı, onun enternasyonal bir sistem olduğunu önceki yazılarımızda belirtmiştik. Diğer bir deyişle kapitalist sistem uluslararası bir sistemdir. Burjuva milliyetçiliği de salt Türkiye için değil, uluslararası bir özelliğe sahiptir. Sermayenin sömürü düzeni de uluslararası çapta emeği sömürmeyi ve ulusal sınırlara bakmadan dünyayı yağmalamayı öngören bir sistemdir. Buna küresel sermaye diyoruz. İhsan Çaralan’ın dediği gibi küreselleşme ideologları, sermayenin ve metanın sınırsız bir biçimde dolaşmasını engelleyen her şeyi milliyetçilikle suçlayıp ortadan kaldırmak isterken, aynı zamanda işçilerin birliği ve halkların kardeşliğini önlemek için de millet, ırk, dinsel, mezhepsel, bölgesel vb. her türlü ayrılıkları kışkırtarak “özgürlük kriterleri” yaparak halklar ve mazlum uluslararasındaki ayrılıkları körüklemekte, milliyetçiliği, bağnazlığı desteklemektedir. Diğer bir deyişle milliyetçilik eğer kendi önünde bir engelse kaldırmayı, eğer hizmet ediyorsa desteklemeyi öngörmektedir.  

Burjuvazi, emek sömürüsünü ve çıkarlarını gizlemek adı altında bunu ulusal bir çıkar olarak lanse etmeye çalışır. Sermaye sınıfının hizmetkârı iktidarlar ve siyasi partiler de bu söylemi destekler. Genç kuşakların milliyetçilik ideolojisiyle yetiştirmesindeki amaç gençlerin enerjisini hem sömürüyü arttırmak ve hem de başka ülkelere karşı mücadelelerinde bir araca dönüştürmek içindirSermaye sınıfının amacı bu ideoloji doğrultusunda gerici güçlerin ve büyük halk kitlelerinin aklını karıştırarak ve gözünü boyayarak sömürüyü devam ettirmektir. Bu strateji aynı zamanda küreseldir. 

Küreselleşmeden bahsederken şu hususu gözden kaçırmamız gerekir. Bilindiği gibi Sovyetler Birliği’nde sosyalizmden kapitalizme dönüşüm sürecinde, yani 1980’ler sonrasında uluslararası sermaye, sosyalizmi artık bir tehdit olarak görmemeye başlamış, 1960’larda uygulanan neoliberalizm politikaları bu tarihlerde hız kazanarak, işçilerin kazanılmış haklarını ortadan kaldırarak, emeğin sömürülmesi yoğunlaşmıştır. Bundan hareketle işçi sınıfının iş güvenliği, iş güvencesi, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim türü temel kazanımları ortadan kaldırılmıştır. Gümrük duvarların kaldırılarak ulusların mal ve hizmet üretimleri sekteye uğratılmış, ulusal sanayi ve tarımsal koruma önlemleri ortadan kaldırılmıştır. İşçi sınıfının örgütlerinin dağıtılması amacıyla esnek çalışma yöntemleri getirilmiş, işçiler arasına rekabet sokulmuş, sendikalar ve işçi örgütleri dağıtılmış, yerine taşeronlaşma, işsizlik ve rekabet baskısı kurulmuştur. Bunun için de otoriter rejimlere ihtiyaç duyulmuştur. 

Bir ideoloji olarak milliyetçilik türü ne olursa olsun, varacağı son durak totalitarizmdir. Milliyetçilik toplumu ortak bir inanca zorlamaktadır. Özünde laik milliyetçilik bile olsa bu türün dinle birleşmesi kaçınılmazdır. Türkiye ve benzeri ülkelerde millet dini, topluluk ile özdeş olarak kabul edilmekte ve tanımlanmaktadır.  

Ulusalcı, Kemalist milliyetçilerin iddia ettiğinin tam tersine din ile milliyetçiliği birbirinin zıddı olduğu yolundaki düşünce ve yaklaşımlar gerçekle örtüşmemektedir. 

Sermaye sınıfının vatan sevgisi yerini para sevgisine terk etmiştir. Dolayısıyla “vatan sevgisi” söylemleri şovdan başka bir şey değildir. Neoliberal politikalar sonucu milliyetçi kesimin dilinden düşürmediği “milli devlet”, giderek yerini aşiret devletine bırakacağı iddiasını görmezden gelinmemelidir. 

Türkiye’de milliyetçilik sorunu 

Türkiye’de milliyetçiliği İslam dininden ayrı düşünmek ya da İslam ile sorunlu olduğunu söylemek mümkün değildir. Milliyetçi hareket, gücünü İslam dininden almaktadır. 1970’lerde geliştirilen “Türk İslam Sentezi”, Türk milliyetçiliği ile İslam dini arasındaki bağın bir göstergesidir. Bazı istisnai durumlarda farlı bir seyir izleyebilir, ancak bu durum genel istisnayı bozmamaktadır. Dolayısıyla milliyetçi denen kesim, İslam’a karşı değil, İslam’dan aldığı destekle hayallerini gerçekleştirebilir. Başta ülkemiz olmak üzere Asya ve Afrika ülkelerinin büyük çoğunluğunda dinler, milliyetçiliğe hizmet etmiştir, etmektedir. Örneğin, Türk’ü Müslümanlıktan ayırmanın mümkün olmadığı gibi. 

Gerek sol ve gerekse sağ kesim ile muhafazakârlar ve arada kalan siyasi akımların içinde farklı tonlarda milliyetçilik ile ilgili görüşler ve politikalar hâkimdir. Milliyetçilik ister sağ, ister sol veya dinsel bir görüşe ait olsun, birbirinden farklı konumlandırmak mümkün değildir. Görebildiğimiz kadarıyla bazı toplumlarda milliyetçilik, dinden bağımsız işlev görmemektedir. Bunun en belirgin örneğini İran, İsrail, İrlanda ve Polonya milliyetçiliğinde görebiliyoruz. [4] Irkçılık ile milliyetçilik birleştiği durumlarda devlet kurumu maceradan maceraya sürüklenir. Bunun belirgin örneği, İkinci Paylaşım Savaşında Almanya vermiştir. Almanya, emperyalist amaçlarını gerçekleştirmek için milliyetçilik ideolojisinden faydalanmıştır.  

Türkiye’deki milletleşme ve milliyet bilinci Avrupa’daki örneklerine göre oldukça geç gelişme göstermiş ve geç şekillenmiştir. Türkiye’de milliyetçilik, Avrupa’da başlayan, ardından Slav halklarına ve Balkanlara yayılan milliyetçiliklere tepki olarak gelişmiştir. Bütün siyasi yapıların içinde temsil edilen milliyetçilik, Türkiye’nin birçok sorununda, kolay açıklamalar ve tepkiler için sık başvurulan ve çoğunlukla başarıyla işleyen şablonları da sağlar. Milliyetçilik, Türkiye’nin kolektif bilinçaltına işlemiş bazı şartlı reflekslerle güncel sorunlara ilişkin tepkileri [5] harekete geçirir ve yönlendirir.  

Milliyetçilik, Osmanlı döneminde III. Selim’e kadar uzanan bir tarihi geçmişe sahiptir. 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında İmparatorluğun “beka” sorunu aciliyet kazanmıştı. Başta Ziya Gökalp olmak üzere Osmanlı aydınları arasında bir kurtuluş reçetesi haline gelmiştir. Batıcılık, İslamcılık ve Osmanlıcılık görüşlerinin ideolojisi haline gelmiş, İttihat ve Terakki Partisi’nin resmi ideolojisi olmuştur.  

1900’lerin başında siyasal milliyetçiliğin ortaya çıktığını görebiliyoruz. Ziya Gökalp’in görüş öncülüğünü yaptığı Türkçülük, İttihat ve Terakki görüşleri gerek Cumhuriyet öncesi ve gerekse sonrasında ön plana çıkan ve İslam dinine yapışan bir kavram olarak benimsenmiştir.  Dünyadaki bütün Türkleri tek bayrak altında toplama hayaliyle Turancılık ülküsü özünde bir savunma ideolojisiydi. Bu da milliyetçiliklere, karşı milliyetçilik ile cevap verme düşüncesinin bilinçaltındaki yansımasıydı. Diğer bir deyişle milliyetçiliğin toplumsal tehdit algısı ve ulusal endişelerle doğrudan bağlantılıdır. Ermeni katliamı ve tehciri bunun tipik örneğidir. Diğer bir deyişle milliyetçilik, Osmanlı İmparatorluğu’nun savunma ideolojisiydi. Yine savunma refleksi ile başka milliyetlere, azınlıklara karşı agresif davranış ve eylemler devam etmiştir. Cumhuriyet’in kuruluş dönemi ve sonrasında Kürt isyanları bahane gösterilerek yapılan katliam ve tehcirler ile 6-7 Eylül 1955 tarihinde olduğu gibi gayrimüslim nüfusa karşı tasfiye hareketleri, sermayenin millileştirilmesi, milliyetçi provokasyonlar eşliğinde yapıldı. 

Ulus devletin ortaya çıkmasıyla birlikte Türkiye’de milliyetçilik ideolojisinin getirdiği refleksle birlikte katliamlar, barbarlıklar ve zulümler yapılmıştır. Ulusal sınırlar içinde yaşayanlara zorla homojen bir milli kimliğin dayatılmasının tarihidir ulus devlet kavramı... Aynı coğrafyada yaşayan Ermenilerin, Rumların, Kürtlerin, farklı din ve inanç mensuplarının katledilmesiyle ulusal kimlik süreci başlatılmıştır. 

Ulus devletin oluşum sürecinde milliyetçilik ideolojisi “ırkçılık ideolojisi” ile birleşmiştir. Turancı görüşün en köktenci savunucusu Hüseyin Nihal Atsız, çıkarmış olduğu dergiyle Türkçü-Turancı görüşleri yayınlamıştır. 1960 sonrasında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve devamı olan Milliyetçi Hareket Partisi, ondan kopan İyi Parti, Büyük Birlik Partisi ile Büyük Turan Hareket Partisi, Milliyetçi Türkiye Partisi, Türk Birliği Partisi ve Ulusal Parti ve ideolojisini Türk-İslam sentezinden alan ve muhafazakâr-milliyetçi diye geçinen AKP, Türk-İslam ülküsünün ideallerini savunmaya devam etmektedir. Bugün her ne kadar kendisini sol diye gösteriyorsa da Cumhuriyet Halk Partisi de aynı kategori içinde birbirleriyle yarışır durumdadır. Türkiye’nin yüz yıllık karanlık geçmişine bakıldığı zaman Atatürkçülük, Türkçülük, Türk İslam sentezi, ulusalcılık, ülkücülük, milli görüş akımları hız kesmeden devam etmektedir. Cumhuriyetin kuruluş mayası milliyetçilik ideolojisi ile yoğrulmuştur. Günümüzde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullar ile özel okullarda müfredatta okutulan Atatürk milliyetçiliği yani laik-milliyetçilik (seküler-milliyetçilik), yerini dine dayalı muhafazakâr-milliyetçilik programına bırakmıştır.  

Türkiye’nin son yüz yıllık tarihi övünülecek bir tarih değildir. Bu tarih zaman zaman diğer ulusları aşağılayan Turancılık adı altında ırkçı-milliyetçilik veya “Atatürk milliyetçiliği”, ya da ulusalcıların “sol milliyetçilik” dedikleri ve adına ne derseniz deyin, işçi sınıfını, gençliği bu ideolojilerle zehirlediği tarihtir. Bundan hareketle milliyetçiliği iki eksende görüyoruz. Bunlardan biri milliyetçilik (sağ kesimin) ideolojisidir, İslam dini ile birleşmiş muhafazakâr- milliyetçilik, diğeri de referansını laiklik formundan almış, Kemalizm ile bütünleşmiş ulusalcılıktır. Söylemde birbirleriyle karşıt olan özünde aynı ideolojiye sahip bu iki görüşün hizmet ettiği sınıf burjuvazidir. 

Solcu diye geçinen ulusalcılar, hem milliyetçi olduklarını, hem de ırkçılığa karşı oldukları yönündeki mantıkla izah edilemeyen duruma düşmüşlerdir. Bu ayıbı örtbas etmek için aynı görüşü paylaşan kimi siyasi çevreler, aydınlar, ırkçı ve Turancıların, “milliyetçi” olduklarını kendilerinin ise ulusalcı olduğunu iddia etmektedir. Oysa ulusalcılık, milliyetçilik ve Turancılık sadece bir kelime oyunudur. Kavram kargaşası bu boyutta kalmamaktadır. Kendilerini “sol milliyetçi”, diğerlerinin ise “sağ milliyetçi” gibi bir ayırıma tabi tutma ayıbına düşürmüşlerdir. Etnik milliyetçilik adı altında ezilen ulusların milliyetçilik ideolojisini  (örneğin Kürt milliyetçiliği) ile ilgili makaleyi bir başka yazıda ele almaya çalışacağız.  

Günümüzde Türk milliyetçiliğine hakaret, Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama Suçu adı altında 5237 sayılı TCK’nın 301. Maddesi’ne girmektedir. Buna göre “Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”. Yine aynı maddeye göre “eleştiri amacıyla düşünce açıklamaları suç oluşturmaz”. 

Milliyetçilik ideolojisi Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisidir. 


[1] Yener Orkunoğlu, Marksizm, Milliyetçilik ve Demokratik Ulus (İletişim Yayınları, 2018) 

[2] İhsan Çaralan, Milliyetçilik ve Enternasyonalizm (Özgürlük Dünyası Derg. Sayı: 171/686) 

[3] Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun (sf. 14, Everest Yayınları) 

[4] Abdulvahap Akıncı, Milliyetçilik Kuramları (C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 15, Sayı 1, 2014) 

[5] Yahya Kemal Can, Türkiye’de milliyetçilik: Kökeni ve güncel cevapları (Heincish Böll Stiftung, 22.08.2019) 

 

Mazhar ÖZSARUHAN
Latest posts by Mazhar ÖZSARUHAN (see all)