Merkel Yeni Çıkan Anı Kitabında Erdoğan ve Davutoğlu’na da Yer Verdi

Angela Merkel’in yeni çıkan anı kitabı Freiheit. Erinnerungen 1954–2021 (Özgürlük. Anılar 1954–2021), hem Almanya’nın modern tarihine hem de dünya siyasetindeki kritik anlara ışık tutuyor. Merkel’in 16 yıllık başbakanlık sürecini ele alan kitap, özellikle 2015 yılındaki göçmen krizi sırasında Türkiye ile gerçekleştirilen müzakerelere dair dikkat çekici ayrıntılar sunuyor. Ancak, Merkel’in kitabında bu müzakerelerin diplomatik pazarlık boyutlarına yer vermemesi, iki ülkede de eleştirilerin yeniden gündeme gelmesine neden oluyor.

Merkel ve Erdoğan Görüşmeleri: Arka Plan

Merkel, kitabında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la göç krizinin çözümüne yönelik müzakerelerine geniş yer ayırırken, bu görüşmelerin detaylarında diplomatik bir dil tercih ediyor. Erdoğan’ın göçmen krizinin çözümünde Avrupa ile işbirliği karşılığında vize serbestisi ve finansal destek talep ettiğini belirtse de, müzakerelerin çetin pazarlık boyutuna değinmiyor. Bu durum, eleştirmenler tarafından Merkel’in hâlâ diplomatik bir tavır sergilediği ve bazı gerçekleri yazılı tarihe tam olarak aktarmadığı yönünde yorumlandı.

Kitapta, özellikle 2015 yılında Erdoğan ile İstanbul’daki Yıldız Sarayı’nda gerçekleştirdiği görüşme, dönemin tartışmalı sembollerinden biri olan “altın taht” eleştirisiyle birlikte anlatılıyor. Merkel, bu fotoğrafın ardından Almanya’da yoğun eleştirilerle karşılaştığını belirtiyor. Muhalefet, bu ziyaretin AKP’ye seçim desteği olarak algılandığını iddia etmişti. Merkel ise kitabında, bu eleştirileri “sahtekârca” olarak nitelendirerek, krizin ciddiyeti nedeniyle bu tür sembolik tartışmaları görmezden geldiğini ifade ediyor.

Türkiye’deki Tepkiler: Merkel’in Çifte Standardı

Türkiye’de ise Merkel’in anılarında, mülteci krizinde Türkiye’nin yükünün boyutlarına dair daha az vurgu yapması eleştiriliyor. Özellikle, dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu ile gerçekleştirilen müzakerelerde Türkiye’nin 3 milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapması ve Avrupa’dan talep ettiği finansal desteğin zorlu koşullarla bağlandığı gerçeği vurgulanıyor. Türk tarafı, Merkel’in hem Avrupa kamuoyuna hem de kitabında krizden Türkiye kadar AB’nin de faydalandığını tam olarak yansıtmadığı görüşünde.

Erdoğan’ın “dostane ama uzlaşmaz” müzakere tarzına dair Merkel’in yorumları da Türk kamuoyunda tartışma yarattı. Bazı kesimler, Merkel’in Erdoğan’ı otokratik eğilimleri üzerinden eleştirirken, Türkiye ile yapılan anlaşmanın Avrupa’nın sınırlarını korumakta başarılı olduğunu kabul etmesini ikiyüzlü bir tutum olarak nitelendirdi.

Almanya’daki Eleştiriler: Türkiye ile İşbirliği ve Siyasi Etik

Merkel’in kitabında Türkiye ile göçmen krizine yönelik işbirliğine dair yazdıkları, Almanya’daki bazı çevreler tarafından da yeniden eleştirildi. İnsan hakları grupları, Türkiye ile yapılan mülteci anlaşmasının, Avrupa’nın sorumluluklarını Türkiye’ye devretmesi olarak görüldüğünü ve bu durumun AB’nin temel etik değerleriyle çeliştiğini öne sürdü. Ayrıca, Merkel’in Erdoğan yönetimiyle işbirliği yaparken demokrasi ve insan hakları ihlallerine dair daha güçlü bir tavır alması gerektiği savunuldu.

Muhalif siyasetçiler, Merkel’in Türkiye ile anlaşmayı bir başarı olarak sunarken, Avrupa’nın sınırlarını mülteciler için kapalı tutma politikasının insan hakları açısından tartışmalı sonuçlarına yer vermemesini eleştirdi. Örneğin, 2016 sonrası Türkiye-AB anlaşmasının mültecilerin Ege üzerinden geçişlerini azalttığı belirtilse de, sınırdaki insanlık dramları ve geri gönderilen mültecilerin karşılaştığı zorluklar dikkat çekici bulunuyor.

Diplomasi ve Gerçeklik Arasında

Merkel’in kitabı, göç krizinin zorlu dinamiklerini ve liderler arasındaki çetin müzakereleri anlatırken, diplomatik bir ton benimsiyor. Ancak, pazarlık süreçlerindeki ayrıntılara değinmemesi, hem Almanya hem de Türkiye’de eleştirilerin odağı oldu. Göç krizi, bir yandan Avrupa’nın sınırlarını koruma çabasını, diğer yandan Türkiye’nin üstlendiği ağır sorumluluğu ve bunun sonucunda ortaya çıkan etik soruları yeniden gündeme getiriyor.

Merkel’in anıları, iki ülke arasında krizlerin ve ortaklıkların şekillendiği bu döneme dair önemli bir perspektif sunarken, diplomasi ile gerçeklik arasındaki ince çizgide dikkatli bir denge kuruyor. Ancak her iki ülkenin kamuoyu da bu anıların ne kadar “tam” bir anlatı sunduğunu sorgulamaya devam ediyor.