Yazarlardan biri, Göbekli Tepedeki dairesel mabetlerin her birinin ortasındaki “T” biçimli çift dikilitaşların hepsinin de o zamanlar dünyanın kutup yıldızı konumunda olan, samanyolu galaksisindeki kuğu takımyıldızının en parlak yıldızı Deneb’e doğru baktığını, mabet girişlerinin de kuzey yönünden olduğunu, göğün en parlak yıldızlarından biri olan Deneb’in, samanyolunun uzanıp yatmış bir kadını andıran gövdesinin kasık bölgesinde yer aldığını, dolayısıyla Göbekli Tepeyi inşa edenlerin astronomiyi bildiklerini ve Göbekli Tepe’nin yapılarının Göbekli Tepelilerin doğurganlık ve bereket dileklerinin adak merkezi olmasının yanında, yeryüzü ile gökyüzü arasında varoluşsal bir bağ oluşturduğunu söylüyordu.
Yaklaşık yirmi yıl önce bir Uzakdoğu seyahati sırasında aldığım ve ışık kirliliğinden uzak yaz gecelerinde, zaman zaman samanyolu yıldızlarına ve gezegenlere bakmak dışında pek bir işime yaramayan dürbünle, yaptığım okumanın da verdiği ilhamla bu defa Altair ve Vega ile birlikte “Yaz Üçgeni”ni oluşturan Deneb’i de bol bol seyretmeye başlıyorum ve Göbekli Tepe’ye giderken yanıma almayı ihmal etmiyorum. Doğrusu, mabetlere ve kabartmalı dikilitaşlara seyir bandı üzerinde ve uzaktan bakılabilen Göbekli Tepe’de bir dürbüne çok iş düşüyor.
Göbekli Tepe’de ne arıyoruz peki? Göbekli Tepenin dikilitaşlarına farklı bir mimari akımın izlerini arayan bir mimar, orada uygulanan mekanik ve tekniklerin peşinde olan bir mühendis, hayvan kabartmalarına bakarak yok olmuş kuş ve yırtıcı türleri arayan bir zoolog, yontma tekniği öğrenmek isteyen bir heykeltıraş olarak yahut bir antropolog, arkeolog veya antik çağlar tarihçisi hassasiyetiyle bakmadığımız kesin. Büyük ihtimalle bu kült merkezine, korkuları, kaygıları, nefret ve sevgileri, arzu, umut ve umutsuzlukları iç içe geçmiş, nereye nasıl gideceğini bilmeyen, pişmanlık, zafer ve yenilgileri olan, yirmi birinci yüzyılın ahlaki, dini, kültürel, siyasal, ideolojik propagandası altında inim inim inleyen eksik insanlar olarak, mistik, arkaik duygu dünyamızda bir şeyler tetikleyecek, rutin varoluşumuza bir anlık bir hayret, şaşkınlık ve heyecan getirecek bir imkân olarak bakıyoruzdur. Her büyük değişim ve dönüşüm kavşağında, her savaş ve yıkım sonrasında çevreyle ve kendi doğasıyla olan hayati bağlarının birkaçını kaybetmişlerin son kalanları da kaybetmek üzere olduğunun farkında olması gerekenler olarak buradayız. Bu açıdan bakınca, çok önemli şeyleri yitirmek üzere olduklarının hissiyle bu tepede ömür tüketmiş olan Göbekli Tepelileri anlamak konusunda bugünkü insanlardan daha yakın kim olabilir ki?
Dikilitaşların çoğunun tepesinin boydan boya avuç büyüklüğünde çukurluklarla dolu oluşu dikkat çekici. Yazarlardan biri bu oyukların, dikilitaşların yontulması dikilmesi ve kabartmalarla bezenmesi çalışmalarının bir parçası olmadığını söylüyor. Klaus Schmidt de dikilitaşların çevrelediği bu mabetlerin çatılarının bulunduğuna dair bir bulguya rastlanmadığını söylüyor. Buna göre, dikilitaşların tepeleri binlerce yıl açıkta durmuş. Acaba, binlerce yıl buranın ziyaretçisi olmuş insanlar, tavaf ettikleri bu mekanların dikilitaşlarına dokunarak, ondan bir “teberrik” mi koparmaya çalışıyorlardı? Bugün bir takım tarihi mekanlarda insanların birtakım saiklerle dokuna dokuna üzerinde çukurluklar oluşturdukları mermer sütunları, tarihi ve dini merkezlerin birtakım noktalarında oluşan yıpranmaları hatırlamak lazım. Her yıl milyonlarca Müslüman tarafından ziyaret edilip dokunmak için can atılan Kabe’deki Hacer-ül Esved taşı da bu temaslar sonucunda yıpranma ve kopmalara maruz kalmıştır. Dikilitaşların ve diğer çakmaktaşı yontuların üzerinde oluşan çukurlar bu türden bir saikın sonucu mu oluşmuştu? Eğer öyleyse, insanlık tarihinde 12 bin yıl göz açıp kapatana kadar geçmiş kısacık bir süre ki galiba gerçekten de öyle.
Kürt şeyhleri ve aşiret reislerinin ekseriyetle Demirel’in Adalet Partisine teveccüh gösterdiği, 1969 seçimlerinin propaganda günlerdeydi. Bitlis-Muş bölgesinde seçim çalışması yapan Şeyhin biri de hızını alamamış, normalde sadece onun adına hareket eden ve hiçbir şeyi olmayana Şeyhten bir iki tahta kaşık getiren, birkaç baş koyun veya keçisi olandan ise Şeyhe bir koyun yahut keçi kapıp götüren Robin Hood’ları tarafından ziyaret edilen köyü, bizzat Şeyh hazretleri şereflendirmeye karar vermişti. (Çağımız demokrasiciliğinde seçim ritüelinin en hoş tarafı budur sanırım. Seçim zamanları, sizde itibar patlamasına yol açar. Misal, “resmî”nin kendisinin değil, gölgesinin ve hayaletinin bile hissedildiği durum ve ortamlarda konuşmanız yasak olan diliniz Kürtçeyi, seçime giren Şeyh ve resmî ideolojiden sertifikalı diğer siyasetçi hazretleri sizinle konuşurken fütursuzca ve korkusuzca kullanabilir.)
Derken ıslak bir sonbahar günü Şeyh hazretlerinin mübarek Jeep’i çamurlara bata çıka köye ulaştı. Biz çocuklar, hayatımızda ilk defa gördüğümüz Jeep’i Şeyhin kendisi kadar burnu havada şoförünün sopa mesafesinden biraz daha uzak bir mesafeden merakla incelemeye çalışırken, erkekler Şeyhin ellerini öpmek üzere kuyruk olmuşlardı. Derken analarımız sözleşmişler gibi bir anda Şeyhin yeşil boyalı Willys Jeep’inin etrafında belirdiler. Birkaç dakika içinde, Jeep’in tekerleklerindeki çamurdan iz kalmamıştı. Annem de payına düşeni kapmış, Şeyhin mübarek yeşil Jeep’inin tekerinde kutsiyet kazanmış bu çamuru bir beyaz beze sarıp, bolluk ve bereket getirir diye, yeterli yoğurt mayalayabildiği ender zamanlarda tereyağı yaptığı “sirsum”un askı ipine teberrik olarak bağlamıştı.
Göbekli Tepeden 12 bin yıl sonra, Urfa (Edessa) kralının İsa’ya mektup yazarak hastalığını iyileştirmek için kendisini Edessa’ya çağırdığına, İsa’nın krala gönderdiği şifa mesajını Urfalı bir müridinin getirdiğine, bu mesajı alan kralın sağlığına kavuştuğuna, bu mesajla Urfa’ya gelen mendilde İsa’nın yüzünün resmedildiğine ve bu “Kutsal Mendil”in Edessa’yı Pers kuşatmasından kurtardığına tüm Hristiyanlık dünyası inanmış.
Ecnebilerin Urfa’yı ziyaretlerinde konuyla ilgili sorulara verdikleri cevaplara bakılırsa, Urfalılar da “Image of Edessa” olarak da isimlendirilen bu mendilin bir kuyuya atıldığına ve bu kuyunun üzerinde Ulu Caminin yükseldiğine inanmış.
Kendisini muhaliflerinin şeriden koruduğunu söyleyerek, insana ait saç tellerini, minik “air-tight” şişede “saç-ı şerif” diye “televizyon tarihçilerine” mikroskop altında inceleten tarikat şeyhlerine inananlar da var.
İsa’nın çarmıha gerildiğinde başına geçirilen diken taç olduğu iddiasıyla altın bir muhafaza içinde Notre Dame kilisesinde muhafaza edilen şeye inanıp, kimisi de tavaf edip yüz sürme şerefine ermiş olan milyonlarca inançlı Hristiyan var.
Cemaat mensubiyeti yoluyla siyasetçi, hukukçu, yönetici, fizikçi, gazeteci, profesör vesaire unvanlar almış binlerce kişi, kıtalararası yolculuk yapıp, şeyhlerinin, liderlerinin ayaklarına kapanma yarışına girdiğine, bu insanların ve on binlerce diğer müridin, cemaat liderine ait eskimiş atlet, gömlek vesaire eşyadan parçaları, tıraş artığı saç ve sakal tellerini, okunmuş, üflenmiş, kutsal teberrük olarak muhafaza ettiklerine şahit olduk.
Bu durumda Göbekli Tepelilerin erkek insan başını ve gövdesini temsil ettiği de düşünülen “T” biçimli dikilitaşların tepesinden koparıp aldıkları kireçtaşı tozlarına, bizim köylülerin de şeyhin tekerine çomak sokup kopardığı çamura, kutsiyet atfedip inanmalarında bir problem ve buna bir itiraz olmasa gerek. Ancak, “Göbekli Tepeliler henüz pagan inançlara kapılıp, eşyaya ve kişiye kutsiyet atfedecek, bugünkü kadar ilkel bir medeniyet düzeyine ulaşmamıştı” şeklinde bir itiraz olursa üstünde düşünmeye değerdir ve kabule şayan olabilir.
Şeyhin çamuruyla bereketlenen ‘sirsum’a dönersek, pişirilmiş kilden yapılan sirsumun Göbekli Tepe dönemine ait olması mümkün değildir, zira Göbekli Tepe çağı, Çanak-çömleksiz Neolitik Çağ’dır. Dolayısıyla, Göbekli Tepeden 3 bin yıl sonrasına, Çanak-çömlekli Neolitik Çağın başlangıcına tarihlenen Konya Ovasındaki Çatalhöyük döneminde de henüz keşfedilmediği iddia edilse bile, Sirsumun Kayseri’deki Kaniş-Kültepe döneminden beri imal edilip kullanılan bir araç olduğunu söylersek abartmış olmayacağız. Eşyayı tarifleme konusundaki doğal beceriksizliğim nedeniyle, tarif etmek yerine Sirsum’un bir görselini, bilgeler bilgesi Google hazretlerinden istedim. Kararlı ve ısrarlı çabalarımın sonucunda kendisinden bir tane görsel koparabildim. Google hazretlerine tekrar iade edilmek üzere buraya bırakıyorum.
Konuyla ilgili diğer bölümler: 1 – 2 – 3 – 4 – 5 – 6 – 7 – 8 – 9
- Lütfen Beni Hatalı Olduğuma İkna Edin - 8 Şubat 2023
- Sen o’sun! - 5 Şubat 2023
- Din ile Bilim Arasında Çatışma Var mı? - 31 Ocak 2023