İşçi sınıfının dünya görüşü olan sosyalizmi benimsemiş olmalarına ve bu doğrultuda mücadele etmelerine karşın Türkiyeli sosyalistler, işçi sınıfının bilinç, örgütlenme ve mücadele tarihine pek kafa yormazlar. Dahası, ideolojik ve siyasal öncülüğü olmaksızın bir devrim ve sosyalizm mücadelesinin mümkün olmadığını sıkça tekrarlamalarına karşın bunun önemini yeterince kavrayamazlar. Son olarak, içinde bulundukları olumlu ya da olumsuz koşullara karşı kendi konumlarını sadece dar siyasal ve örgütsel platformların içinden bakarak görürler. Bu bakımdan ben soruna biraz farklı açıdan yaklaşmak istiyorum.
15-16 Haziran büyük işçi direnişinin üzerinden 49 yıl geçti. Kuşkusuz bu uzun tarihsel süreçte Türkiye’de çok şey değişti. Artık işçi sınıfının niceliği, niteliği o günlerden çok farklı. Aynı şekilde sosyalist hareket eskiye göre çok farklı konumda bulunuyor. Ancak, o günden bu yana değişmeyen bir gerçeklik var ki, hala sosyalist hareket ile işçi sınıfı hareketi birbirinden ayrı ve kopuk gelişimini sürdürüyor. Bu durum sosyalistler tarafından hala şematize edilerek sınıf ve kitle içinde çalışmamanın, ondan kopuk olmanın gerekçeleri olarak gösteriliyor.
Bugün sosyalistlerin büyük çoğunluğu “Yaşasın 15-16 Haziran” sloganını atmaktan öteye işçi sınıfı içinde yeterli, ilkeli ve tutarlı bir çalışma yapmıyor. İşçi sınıfının mücadele geleneğini sahiplenmiyor. Sınıfın dışındaki diğer alanlarla daha çok ilgilendiği için sınıf ve kitle hareketinin gücünü, dinamizmini ve yaratıcılığını anlayamıyor, kavrayamıyor.
Bu nedenledir ki, hala bütün sosyalist parti ve örgütlerde işçiler neredeyse parmakla gösterilecek kadar azınlıkta bulunuyor. Ve hala sosyalistler işçi sınıfı ve diğer emekçi kitlelerden kopuk siyaset yapıyor. İşçi ve emekçi kitleler ise, bürokrat, aristokrat ve reformist sendikaların/sendikacıların etkisinden kurtulamıyor.
15/16 Haziran, 1965-71 döneminde, yani sosyalist hareketin bir atılım döneminde ortaya çıkan işçi sınıfının kitlesel bir direnişiydi. DİSK’in ve büyük işçi direnişlerinin ortaya çıkması bu devrimci dönemin niteliğinden kaynaklanıyordu. Bu atılım döneminin ana hatlarını ortaya koymadan 15-16 Haziranı anlamak mümkün değil. FKF?Dev-Genç’in başlattığı gençliğin örgütlü mücadele geleneği daha genç kesimlere doğru gelişerek sürdü. 1965-71 dönemine karakterini veren dinamizm ve devrimci potansiyel, devrimci gençliğin, başka bir deyişle Türkiye sosyalist hareketinde bir yol ayrımı olan dönemecin yaratılmasında belirleyici olan yeni siyasal hareketlerin ve genç önderlerin doğuşuna neden oldu.
Haziran 1970’den Haziran 1971’e ön gelen günlerde birçok işçi direnişi olmuştu. Bu direnişlerin her biri, Toplu İş Sözleşmesi, Lokavt, sendika seçme ve işten atılmalara karşı yapılan direnişlerdi. Direniler, iş bırakma, iş yavaşlatma, oturma, yürüyüş ve işgaller şeklinde oluyor ve güvenlik güçleriyle yapılan şiddetli çatışmalar gerçekleşiyordu. 15-16 Haziran’a kadar geçen bir yıl ve ardından gelen ikinci yıl, gerek olayların gelişimi ve gerekse sınıflar mücadelesinin yükselen seyri öylesine sıcak, öylesine hızlı ve öylesine günü birlik gelişmelere sahne oldu ki, o günden bu yana böylesi bir dönem yaşanmadı. Direnişin tarihsel önemi ve niteliğine ilişkin başlıca olguları şöyle sıralayabiliriz:
a)İşçi sınıfı Türkiye tarihinde ilk defa devlete karşı kitlesel ve militan bir tutum aldı. Burjuvaziye korkulu anlar yaşattı.
b) İşçi sınıfı kendi tarihinin en büyük direnişini gerçekleştirerek yeni bir dönem başlattı. Sınıf ve kitle hareketinin dinamizmini, yaratıcılığını ve gücünü gözler önüne serdi.
c) O güne kadar sosyalist hareket içinde yapılan en temel tartışmayı, (yani işçi sınıfının öncülüğünün ideolojik mi siyasal mı olduğu) noktaladı. İşçi sınıfı adeta “ben buradayım ve her türlü öncülüğe varım” demişti.
d) Sosyalist hareket içindeki yeni saflaşma ve ayrışmaları hızlandırdı. Bu bağlamda hem TİP’ten ciddi bir kopuş gerçekleşti ve bu hareket kendi tarihinin sonuna gelerek tasfiye oldu. MDD’ciler içinde de ciddi kopuşlar oldu.
e) 2 Mart Direnişini gerçekleştiren hareketler (THKO, THKP-C ve TKPML-TİKKO) bu süreçte ortaya çıktı ve sonraki bütün bir dönemi günümüze kadar etkiledi. Bu devrimci geleneğin ilk kıvılcımını 15-16 Haziran’da işçi sınıfı yaratmıştı.
f)15-16 Haziran direnişi işçi sınıfının kendi geleneğini sürdürmesinde de etkili oldu. Tariş, Antbirlik, Çukobirlik gibi kitlesel direnişler, kitlesel grevler, fabrika işgalleri vb. biçimlerde devam etti.
“Türkiye’yi sarsan iki gün” olarak tarihe geçen 15-16 Haziran olaylarını, devletin “DİSK’in mevcut düzeni yıkmak ve Proleter Devrimi gerçekleştirmek için” giriştiği bir eylem, bir “ihtilal provası” olarak nitelendirmesine; DİSK yöneticileri ile birçok sosyalist kişi ve örgütün “kendiliğinden/spontane” bir protesto girişimi olarak görmelerine karşın; bu olayı burjuvaziye korkulu anlar yaşatan Türkiye işçi sınıfının devrimci bir direnişi/bir ayaklanması olarak nitelemek daha doğrudur.
12 Mart Direnişi, 15-16 Haziran’ın yarattığı şevk ve heyecanla başlamıştı. Eğer hareket daha iyi örgütlenmiş/planlanmış ve toplumun diğer kesimleri ve siyasal hareketleri tarafından desteklenmiş olsaydı, bu eylem daha uzun sürebilir ve 12 Mart Direnişi daha farklı boyutlara bürünebilirdi.
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi Türkiye solunun tüm siyasal argümanlarında yer almasına karşın, aynı söylemler devam ediyor. Yılda bir kez hatırlanan direniş için günü kurtarmak için anma günleri yapılıyor. Bu konuda sosyalist harekette 1970’den bugüne değişen fazla bir şey yok. Kuşkusuz, sınıflar mücadelesi tarihindeki böyle önemli günleri hatırlamak önemlidir. Ancak tekelci sermayenin en yoğun ve çok yönlü saldırılarına maruz kalan işçi sınıfının bugün yüz yüze bulunduğu sorunları anlamak daha önemlidir.
Bu bakımdan sınıf ve kitle içinde çalışmayı biricik hedef olarak algılamak ve bunun gerektirdiği bir siyasal ve örgütsel yönelime girmek, 15-16 Haziran’dan çıkarılacak en önemli deney ve tecrübe olmalıdır.
- Siyasal Önderlikler ve Sosyalizm Anlayışı – Şaban İba - 14 Haziran 2024
- Eğitimde müfredat sorunu! - 26 Mayıs 2024
- Solun Durumunu Yeniden Düşünmek! - 20 Mayıs 2023