Luiz Inácio Lula da Silva kimdir?

Antikapitalist, barışçı, müthiş bir demokratik devrim süregelmektedir bugün Brezilya’da. Çıkış yolu sadece 180 milyonluk bir halkın kaderini değil, bütün bir kıtayı etkileyecektir. Bir anlamda, dünya ölçeğinde demokratik, halkçı ve antikapitalist bir hareketin geleceğine karar verilecektir.

Latin Amerika milletlerinin çoğu gibi Brezilya da kıta ötesi özel şirketlerin tekellerinden mustariptir. 240 milyarı aşan dış borç gayrisafi milli hasılanın %52’sini kapsamaktadır. Ülkenin ulusal zenginliğinin yarısından fazlası (sanayi, ticaret, madenler, yollar, topraklar, barajlar) Kuzey’in efendilerine aittir.

Bu devrim Avrupa’da neredeyse hiç bilinmemektedir. Ve çıkış yolu da belirsizdir.

Brecht’in piyesi Galile’nin en önemli sahnesini hatırlayalım. 22 Haziran 1633’te Roma’dayız; o gün Galile engizisyon mahkemesi ve Kardinal Bellarmin’in önüne çıkıyor. O sırada Floransa Cumhuriyeti buyükelçisinin sarayında, mürit Andrea Sarti, işçi Federzoni ve Virginia olayları tartışıyorlar. Galile’ye duydukları hayranlıkla dopdolular, kahramanları, onlara göre dünyaya bilimin ışığını taşıyarak tarihin akışını değiştirmekte. Birden eşikte Galile beliriyor. Yorgun ve yarı kör. Oradakilerin heyecanına şu sözlerle karşı çıkıyor: “Kahramana ihtiyaç duyan ülkenin vay haline!”[1]

Brecht elbette haklı. Ama yine de özel kişilerle halk arasında, bazı öznel iradeler ile kolektif bilinç arasında esrarengiz bir diyalektik mevcut. Bazı konjonktüre] durumlarda, bu diyalektik olayların akışını değiştirebiliyor.

Luiz Imicio Lula da Silva -kişisel yörüngesi, aile tarihi, kişisel acıları, inatçılığı- olmasa Brezilya’nın güncel devrim süreci bugünkü yönüne sapmazdı. Ve her şeyden önce bu bölümde Lula’nın sesi ve kaderi patlama yapacak.[2]

Bu yaz aylarında, Goias’ın yüksek yaylalarında ender görülen fırtınalar patlıyor. Birden gök, kalın ve koyu bir bulut tabakasıyla kaplanıveriyor. Az sonra göğün karanlık tavanı yırtılıyor. Bir sağanağa yol veriyor. Yolların ve bahçelerin kızıl toprağı, yürüyenin ayağını hapseden kalın bir çamura dönüşüyor. Ama şimşekler ve gürültüler çok sürmüyor. Birden öğleden sonranın yaldızlı ışığı katedralin bakırlı damına geri dönüveriyor. Başkanlık Sarayı, Planalto Meydanı’ndaki su birikintilerini aydınlatıp, uzun caddeler boyunca kayarak yol alan siyah limuzinlerin gösterişli karoserlerini parlatıyor.

Kızıl güneş, beton ve cam siluetlerin ardında alçalıyor. Yazın Brasflia’ya akşam saat 19.00’da çöküyor. Kızıl ışıkların panjurların arasından sızdığı, cumhurbaşkanlığının geniş çalışma odasında toplantı iki saattir sürüyor. Luiz Inacio Lula da Silva, açlık ve yokluğun iz bıraktığı çocukluk ve yeniyetmeliğinden söz ediyor.[3]

Tıknaz yapılı, çoğunlukla alaycı, parlak bakışlı, gözlerini ziyaretçilerine dikmiş. Sağlam ve sabırlı, yanık Nordestino yüzünü gri bir sakal çevreliyor. Sesi ateşli. Sakat sol eliyle -bir parmağı eksikpekiştirerek, söylediği, önemli bulduğu sözlerin altını çiziyor. Karakteri kararlılık ve şefkati kapsıyor. Son derece sempatik bir adam.

Brezilya’da, toprak sahiplerinin %2’si, ekilebilir toprakların %43’üne sahipler. Bu toprakların pek çoğu nadasa bırakılmış ya da düzensiz işletiliyor. Kolonizasyon ve Tarım Reformu Ulusal Enstitüsü INCRA’ya göre 90 milyon hektar kullanılabilir arazi ekilmemiş. Sömürge döneminden kalma arkaik latifundia, çağdaş tarım (ve hayvancılık) işletmesiyle bir arada yaşıyor, önemli sermayeler yatırılmış ve etkin bir makineleşmeye sahip. Bu büyük işletmelerin birçoğu kıtaötesi şirketler tarafından yönetiliyor, genelde, Amerika, Avrupa ve Japonya kökenli.

Ama, Brezilya bugün dünyanın en önemli tahıl ihracatçılarından biri olmasına rağmen, halkının on milyonlarcası vahim ve sürekli bir biçimde yetersiz besleniyor.

Lula 1945’te Pernambuco Eyaleti, Garanhuns kazası, Caetes kasabasında doğmuş. Nordeste’nin kurak topraklarında yaşayan milyonlarca aile gibi, onun anne babası da bir avuç toprağını eker, bir kulübede oturur ve şekerkamışı hasadı zamanı emeklerini kazada yaşayan büyük toprak sahiplerine kiralarlarmış.

Aristide Inacio da Silva ve karısı Euridice Ferreira de Melo, ki genelde Dona Lindu diye hitap edilir, 8 çocuk sahibiymişler. Lula en küçükleri.

Dün olduğu gibi bugün de, Pernambuco’da 27 aile 25 milyon hektarlık kırmızı toprağı kontrol ediyor. Bu ailelerin çoğu, mülkiyet belgelerini 16 ve 17’nci yüzyıllarda, bizzat Portekiz krallarının elinden alan eski esir tüccarlarının ve derebeylerinin soyundan geliyorlar. Devletin 80 milyon hektar ekilebilir toprağı var. Oysa şekerkamışı plantasyonları ve engheno’lar (şeker değirmeni) büyük toprak sahiplerinin mülkiyetinde, en verimli topraklar tekellerin elinde.

Recife’nin 50 kilometre dışından itibaren şekerkamışının yeşil okyanusu başlıyor. Kamışın yetiştiği verimli, nemli, kırmızı toprak halkın laneti. Demir bir çember gibi köyleri ve küçük kentleri çevreliyor. Çünkü şekerkamışı plantasyonları doğrudan beslenmeye yarayan ekimleri engelliyor. Bu nedenle Pernambuco’da gıda ürünlerinin %85’i ithal ediliyor. Çocuk ölümleri dünyadaki en yüksek oranlardan biri (Haiti’ninkine yakın). Yüz binlerce çocuk küçük yaştan itibaren sakat kalıyor. Protein eksikliği, beyin hücrelerinin gelişimini engelliyor.

Latifundia sahiplerine gelince, onlar Recife’deki saraylarında, düşlerindeki/azenda’larında, Rio de Janeiro’da, lpanema sahilinde denize nazır apartman dairelerinde ya da Paris’te Avenue Foch’ta, saltanat içinde yaşıyorlar.

Brezilya’da 4,8 milyon “topraksız” tarım işçisi var. Bunların çoğu yollarda gezer, sabit bir adresleri yoktur ve göçmen işçi olarak emeklerini kiralarlar. Bir kısmı da köylerde, büyük mülklerin yakınındaki kulübelerde yaşar. Buralarda oturanlar hiç değilse minimum sosyal hizmetlere ulaşabilirler.

Brezilya’nın orta ve kuzeydoğu kesimlerinde boiafrio’ya rastlanır. Haftanın her günü, sabahın köründe, topraksız işçiler, kasabanın tozlu meydanına doluşurlar. Feiıore’ler, toprak sahiplerinin kahyaları gelip bunların arasından, bölgedeki bir mülkte, belirli bir iş için, bir hafta, bir gün için çalışacak adamları seçerler. İşe alınacakların seçileceği meydana gitmek için şafakla kalkan boia frio, kulübesinden çıkmadan önce, karısı ona siyah fasulye, pirinç ve birkaç patates doldurduğu sefertasını uzatır. Eğer feitore onu işe alacaksa gündelikçi bir “öküz” (boia) gibi çalışmak zorunda. Eğer reddedilirse, gününü beklemekle, meydandaki sekoya ağacının gölgesinde beklemekle, beklemek, hep beklemekle geçirecektir. .. Her iki durumda da yiyeceği “soğuktur” (yani,fria).

İşte Lula’nın babası da bir boiafrio’ydu.

Umutsuzluk canına tak edip de babası ailesini terk ettiğinde Lula 5 yaşındaydı. Adam Sao Paulo’ya, Atlantik’e açılan büyük Santos Limanı’na göç etmiş. Transistoru olan bir komşu, liman yetkililerinin gemilere kahve çuvalları taşıyacak hamallar aradığını söylemiş, parası da düzenliymiş.

Latifundia doymak bilmez bir canavardır. 1952’de Lula, derin bakışlı, siyah kıvırcık saçlı, bodur bir çocuk. Büyük bir toprak sahibinin pistoleiro’ları annesini, kulübesini ve biraz manyoka ekili, birkaç cılız muz ağacı olan küçük tarlasını satmaya zorluyorlar. Fiyatı? 100 real, yani o dönemde 50 euro kadar. Dona Lindu, geçmiş iki asır boyunca, yüz binlerce Nordestino ailesi kadınının yaptığı gibi çocuklarını alıp, güneye, kocasını aramaya gidiyor.

Tüm servetleri bir matara su ve birkaç manyoka peksimeti. Güneye giden kamyonların tepelerine tırmanıp bedava yolculuk eden kılıksız insanlara pau de ara deniyor. Pernambuco’nun içlerinden Sao Paulo’nun kıyı şeridine kadar yolculuk 13 gün sürüyor. Pau de ara “papağan tırnakları” demek. Yolcular, papağanlar gibi, kamyona yüklenmiş, rafine şeker torbalarına ya da tropikal ağaç gövdelerine tırnaklarını geçiriyorlar. Nakliye bedeline gelince, kamyon şöförleri genelde bir ya da birkaç şişe cacheça ya da bir avuç realle yetiniyorlar. Gece molalarında şöförler gibi pau de ara yolcular da, kamyonun yanı başında, toprak zeminde, örtülere sarınıp uyuyorlar.

Santos baixada’sına gelince Lula ve ağabeyi Jose Ferreira da Silva, babalarını aramaya koyuluyorlar. Gecekondu mahallelerinde, rıhtımlarda dolaşıp dok işçilerini sorguluyorlar. Sonra baba evini keşfediveriyorlar: İki çocuğuyla genç bir kadın onları karşılıyor. Aristide Inacio da Silva eski defteri kapatmış, yeni bir aile kurmuş. Bundan böyle Lula’yı, Dona Lindu’yu ve eski ailesinin öteki fertlerini görmek bile istemiyor.

Biyografisini yazan Frei Betto şöyle diyor: “Lula bu yaradan kimseye, ama hiç kimseye söz etmedi.”[4]

1956’da, Dona Lindu ve çocukları, Sao Paulo’nun berbat bir mahallesindeki bir barın arkasındaki iki karanlık odaya yerleştiler. Sarhoşlarla kiracılar tek tuvaleti paylaşıyorlardı.

Lula anlatıyor: “Mutlu bir çocuktum. Annem beni seviyordu. O benim için her şeydi. Bizi nasıl besledi, hayatta kalab!lmemizi nasıl sağladı, bilemiyorum.”[5]

Dona Lindu gece gündüz terzilik yapıyordu.

Genç Lula’nın yaşadığı sosyal aşağılanmaya iki anı tanıklık ediyor. Birincisi: “Evimizde gelenleri oturtacak sandalyelerimiz yoktu.” İkincisi: “On dört yaşlarındaydım. Bir arkadaş bana ilk sinema biletimi verdi. Ama girmeme izin vermediler. Kılığım uygun değilmiş.”[6]

Sefalet her yerde hazır ve nazır. Kronik yetersiz beslenmeden dolayı, zararsız enfeksiyonlar bile iki kız kardeşi için ölümcül oluyor. Lula on iki yaşındayken bir temizleyicinin yanında işe giriyor. Giysileri yıkıyor, ütülüyor ve müşterilere teslim ediyor. Daha sonra kent merkezindeki bir işyerinde ayak işlerine koşturuyor. On dört yaşında, mucize gerçekleşiyor. Sao Paulo Eyaleti’nin sanayi şehri Sao Bernardo do Campo’da bir fabrikada işçi olarak çalışan bir diğer ağabeyi Jose Francisco sayesinde Lula bir metalürji fabrikasında çırak olarak çalışmaya başlıyor. Sabahtan akşama kadar çalışıyor. Her gün. Pazarları hariç.

1964’te, on dokuz yaşında, Sao Bernardo do Campo’daki Industria Villares fabrikasında çalışırken bir gün, alüminyum tabakaları kesen bir arkadaşının yerine makineye bakıyor; alet bozuluyor:

Lula sol elinin serçeparmağını orada bırakıyor.

Dönem, askeri diktatörlük dönemi.[7] Hükümet tamamen çokuluslu yabancı büyük şirketlerin ve yerel latifundia ve finans oligarşilerinin hizmetinde. Generaller, ücret alanında hak arama direnişlerini zalimce bastırıyorlar. Halk tabakalarının yoksulluğu daha da artıyor.

Yasadışı grevler peş peşe patlıyor. Bu grevlerin sağlam bir siyasi dayanağı yok, çünkü tüm demokratik ve sendikal örgütler gizli polis tarafından yok edilmiş. Lula pasif direniş eylemlerine ve grevlere katılıyor.

Olağanüstü organizatörlük yeteneği o dönemde ortaya çıkmaya başlıyor. Sivri zekası, hareketliliği, önce Industria Villares, sonra da Sao Bernardo do Campo’daki bütün fabrikalarda onu metal işçilerinin doğal lideri yapıyor. Derin bir adalet duygusunun harekete geçirdiği Lula, mücadelenin hep ön saflarında yer alıyor.

Patronlar grevlere lokavtla karşılık veriyorlar. Çok geçmeden geliri kesilen Lula korkunç bir yoksulluğa düşüyor. İşte o dönemde, Lula’nın hep sözünü etmeyi reddettiği ikinci bir fasıl yaşanıyor.

Frei Betto’ya, bu dramdan birkaç kelimeyle söz etmiş, sonra da hiç temas etmemişti.

Lula evli. Genç karısı 8 aylık hamile, ilk çocukları olacak. Kadın bir enfeksiyona yakalanıyor.

Ateşi epey yükseliyor. Çok ıstırabı var, bütün gece sayıklıyor.

Şafakta, yasaklı bir sendika üyesi arkadaşının yardımıyla onu Sao Bernardo do Campo Hastanesi’ne kaldırıyorlar. Nöbetçi doktor bir miktar para gerektiğini söylüyor. Ne Lula ne de arkadaşında metelik var. Doktor hastaneye kabulü reddediyor. Anne ve bebek bir hastane koridorunda ölüyorlar.

O dönemde Sao Paulo başpiskoposu olan Kardinal Paulo Evaristo Arns, işçileri açıkça koruyor. Arns’ın kurduğu hareketin Lula ve arkadaşları üzerinde derin bir etkisi olacaktır: Pastoral Operaria. Bu kuruluş işçilerin, özellikle de pau de ara’ların, Nordeste’den göç edip Sao Paulo’nun metropoliten alanına sığınanların zihinsel ve ruhsal eğitimleriyle, onlara okuma yazma öğretmekle uğraşıyordu.

13 Mart 1979, vakit öğleden sonra, Sao Bernardo do Campo’daki Vila Euclides Stadı’nı grevdeki 80.000 metal işçisi doldurmuş. Diktatörlüğün, yürürlükte olan, kanun hükmündeki kararnamelerine göre bu grev yasadışı. Grevciler yöneticilerini dinliyorlar, özellikle de 24 yaşındaki sakallı genci, Luiz Inacio Lula da Silva’yı. Her an federal polisin şok kıtalarının ortaya çıkıp liderleri tutuklamalarını bekliyorlar.

Beyaz entarili, saçları dökülmüş, narin bir adam, hatiplerin kürsü niyetine üzerinde konuştukları kamyona yaklaşıyor. Dom Claudio Hummes, Sao Bernardo piskoposu; durgun bir sesle konuşuyor, sözleri ta stadın dibindekilere kadar öndekilerin tekrarıyla ulaşıyor: “Kilise, grevi adil ve barışçı bulduğu için destekliyor. Özgürce seçilmiş liderlerinizin etrafında kenetleneceğinizi umuyor. .. Burada, işçilerin ne karar vermeleri gerektiği konusunda konuşacak değilim, ama savunduğunuz dini değerleri desteklemek için buradayım … Buradaki mevcudiyetimle, ailelerinizin grevin olumsuz sonuçlarından etkilenmesini de engellemek istiyorum.’[8]

Diktatörlük boyuna Katolik değerlerden söz ettiğinden bu grevi de suç olarak görmesi elbette zorlaşmıştı.

1980’in ocak ayında, Pastoral Operaria’nın yasadışı bir toplantısında Lula’nın yolu fevkalade bir adamla kesişiyor: Carlo Alberto Libano Christo. Dinsel adı: Frei Betto. 1944’te Belo Horizonte’de doğan Dominiken rahibi Frei Betto, Latin Amerika’nın özgürleşmesi için mücadele veren belli başlı tanrıbilimcilerden biridir. Kocaman gözlüklü, ince yapılı, muzip bakışlı, hem sivri bir mizah anlayışına hem de demir bir iradeye sahip. Frei Betto, Lula’yla aynı nesilden. İki adam, ilk karşılaşmalarından itibaren dost oluyorlar.

Frei Betto hapisten yeni çıkmış. Lula’nın mensup olduğu halk hareketinde, canlı bir efsane olarak görülüyor. Bunu anlayabilmek için Brezilya’nın, 20’nci yüzyılın son çeyreğindeki hareketli tarihini biraz anımsamakta yarar var.

Askeri diktatörlük döneminde, Rio de Janeiro’da, Hava Kuvvetleri gizli servislerinin işkencecileri, kent merkezindeki SantosDumont Hava Üssü’nün hangarlarında görürlerdi pis işlerini. Deniz Kuvvetleri’ninkiler de, Praça Quince’ye birkaç yüz metre mesafedeki, sekiz katlı beyaz bir bina olan Deniz Kuvvetleri binasının bodrumlarında ya da Candido Mendes Üniversitesi’nin dersliklerinde gerçekleştirirlerdi işkencelerini. O üniversitede ben de bir ara ders vermiştim.

Her gece, komandolar, askerleri, ellerinde şüpheli listeleriyle, sivil kılıkta, Flamengo, Botafogo, Copacabana ve Zona Norte’nin yoksul kesimlerinde ve işçi mahallelerinde cirit atarlardı.

Uruguay sınırında, Amazon’un ağzında, diktatörlüğe direniş epey aktifti. Öğrenciler, rahipler, öğretmenler, sendikacılar, kadın erkek direnişçiler, iki farklı örgütte toplanıyorlardı: Büyük bir cesarete sahip, muhteşem melez Carlos Marighella’nını[9] yönettiği Ulusal Özgürlük İçin Eylem ve Var-Palmares (Vanguarda Revolucionaria Palmares).[10] Her iki örgüt de bilhassa güneyde, kent gerillası eylemleri sürdürüyorlardı, Sao Paulo, Belo Horizonte, Porto Alegre ve Rio de Janeiro gibi kalabalık kentlerin insan okyanusunun içine saklanarak faaliyet gösteriyorlar ama çok da kayıp veriyorlardı.

Daha 1969’da, gizli polis Sao Paulo’daki bir Ulusal Özgürlük İçin Eylem ağına sızmayı başarmıştı. Bir delikanlı, işkence altında, Marighella’nın saptadığı toplantı yeri ve saatini itiraf etmek zorunda kalmıştı. 4 Kasım akşamüstü, çevre mahallede 90 DOPS ajanı (federal polis gizli servisi, sosyal ve siyasal düzen bölümü), ellerinde makineliler, pusuya yattılar. Carlos Marighella ve iki yardımcısı kaldırımda kurşunlandılar.

Sao Paulo metropoliten alanı, Marighella savaşçı gruplarına destek ağında dört Dominiken papazı yer alıyordu: Tito, Lorendo Yvo ve Betto. Marighella’nın ölümünün ertesi günü, Sao Paulo’daki Perdice’deki Dominiken papazlarının evi DOPS ajanları tarafından basıldı. Dört papaz tutuklandı, ağır işkencelere uğratıldı ve mahkum edildiler.

Tito’nun yazgısı acılarla doluydu. Dominikenlerin tutuklanmasından hemen sonra, gerilla savaşçıları Rio de Janeiro’da İsviçre büyükelçisini kaçırdılar. Bırakmak için bazı siyasi tutukluların salıverilmesini istediler, ki bunların arasında Tito da vardı. Tito ve listedeki öteki tutuklular Küba’ya gönderildi. Oradan da Tito Paris’teki Dominikenler Evi’ne aktarıldı. Psikolojik yardım aldı, ama asla Sao Paulo’daki Tiradentes Hapishanesi’nde yaşadığı dehşet dolu zamanları unutamadı. Kabuslar görüyordu sürekli. Paris’ten ayrılıp Lyon’a gitti. Ama yaşadıkları onu rahat bırakmadı ve intihar etti.[11]

Frei Betto’ya gelince, bugün Brasflia’da, Planalto Sarayı’nda, devlet başkanının çalışma odasının bitişiğindeki odada çalışmaktadır.

Paradoks. Güney Amerika Kıtası’nın yarıdan fazlasını kaplayan ve dünyanın en güçlü on birinci ekonomisi olan devletin başkanı, geçmişte hiçbir siyasi aidiyetinin olmadığını söylüyor.

Soruma Lula kahkahalarla cevap veriyor: “Siyasi kökenlerim mi? Hiç mi hiç hatırlamıyorum. Dua etmekten hoşlanırım. Aziz François’nın yazdıklarını okumayı severim … Yemekten önce istavroz çıkarırım. Çok açlık çektim, biliyor musunuz .. . 1 Mayıs’ta, Matriz de Sao Bernardo do Campo Kilisesi’ndeki hiçbir Missa do Trabalhador’u kaçırmam … Rahibin kadehi ve ekmeği kalabalığa doğru kaldırdığını görmek ve söylediklerini dinlemekten hoşlanırım: Bu şarap ve bu ekmek, insanların çalışma ve zahmetlerinin meyvesi … Siyasi teorilere gelince, bunları Marco Aurelio’ya sormak gerek!”

Lula bakışlarıyla karşımızdaki koltukta oturan dışişleri danışmanını işaret ediyor. Acımasızca ekliyor: “Parlak entelektüellerimiz bu teorileri benden çok daha iyi bilirler!” Yükseklerde uçan Marksist, Paris-Vincennes Üniversitesi’nin eski öğretim üyelerinden Profesör Marco Aurelio Garda tetikte bekliyor.

Neden, ancak 1980’lerin başlarında kurulabilmiştir Brezilya İşçi Partisi (Partido dos Trabalhadores [PT])? Lula’nın cevabı şaşırtıcı: “Çünkü tüm tarihimiz boyunca emekçiler asla emekçilere oy atmamışlardır. .. Köylü ve işçilerin zihninde, korkunç önyargılar her türlü müşterek özerk eylemi felce uğratıyordu.” 2002’de çıkan kitabında Lula bunu şöyle açıklıyor: ” … os preconceitos de classe embutidos nos coraçöes e mentes dos pr6prios trabalhadores, induzidos a niio acreditar en sua capacidade de se assumir como sujeito hist6rico.” (” …b izzat emekçilerin kafalarında ve yüreklerinde pusuya yatmış sınıfsal önyargılar, tarihin öznesi olup olmadığımız hakkında bizi kuşkuya düşürüyordu.”)[12]

Ezilen sınıfların emekçileri Brezilya halkının %80’ini oluşturuyor. Ama yüzyıllarca yönetici sınıfların formüle ettikleri önyargıları içselleştirdiler: Samimi bir biçimde kendi kendilerini yönetecek kapasiteleri olmadığına inandılar.

O dönem bugün aşılmıştır: 27 Ekim 2002, Luiz Inacio Lula da Silva, 52 milyondan fazla oyla Brezilya Federal Cumhuriyeti’nin başkanı seçilmiştir. Şimdiye kadar bir Brezilya başkanının aldığı en fazla oyla.[13]

PT bir parti değil bir cephedir. Sosyal hareketler, entelektüel kilise mensupları, sendikalar, her türden temel örgütlenmeler -kadın grupları, bölgesel dernekler, dini cemaatler vb.- bunu oluştururlar. Dikkat çekici bir stratejist, parti içi demokrasinin korunmasına göz kulak olur: Eski gerilla komutanı Jose Dirceu … 2004’te Jose Dirceu, ministro de Casa Civil’dir, yani Brezilya sisteminde başbakanın karşılığı. Efsanevi direnişçi, siyasi polis tarafından tutuklanmış, sonra gerillanın kaçırdığı Brezilya’nın ABD büyükelçisiyle takas edilmiş. Küba’da estetik operasyonlardan geçmiş. Yeni bir kimlik ve yeni bir yüzle Brezilya’ya geri dönüp Sao Paulo’da silahlı mücadeleye katılmış.

Diktatörlük ve sonradan gelen rüşvetçi ve neoliberal rejimlere dirençten doğan, sivil toplum kaynaklı temel hareketlerin tümü, PT’de kendilerini bulmaktadırlar: CUT (Emekçiler Tek Merkezi), MST (Topraksız Köylüler Hareketi), ANAMPOS (Halk Eylemleri Hareketleri Birliği) ve on milyonlarca üyeyi kapsayan diğer başka örgütler bütünü oluşturmaktadır. Sadece CUT 20 milyon işçi ve köylüyü kapsamaktadır.

Nordestino gerçekçiliği Lula’ya yerleşmiş: “Bizler hükümetteyiz, iktidarda değil, diyor bana. “Bir ülkenin sosyal yapısını değiştirmek için ne başkan ne de parlamento yeterli olur. Halkın kendisi gerektir bunun için.” Altta yatan anlam: İç oligarşi ve yabancı vampirleri yenmek demokratik, sosyal halk hareketlerinin kararlılığına ve seferberliğine bağlıdır.

Bakın Luiz Inacio Lula da Silva ölümden nasıl kurtuldu:

18 Nisan 1980 Cuma gecesi, Airton Soares’le birlikte Assuncia de Sao Bernardo do Campo Hastanesi’ne gitti. Polisin sendikaya yaptığı baskın sırasında yaralanan iki yoldaşlarını ziyaret edeceklerdi.

Lula polisin kendisini izlediğini biliyor, her an tutuklanmayı bekliyordu. Gece 02.30’da eve dönerken Airton onu eski Alfa Romeo’sunun bagajına saklamayı ve uygun bir gizlenme yerinde bırakmayı teklif etti.

Lula bunu reddetti, evine gitti. İkinci eşi Marisa ve iki küçük çocuklarıyla oturdukları iki katlı küçük evde o akşam konuklar da vardı, salondaki halının üstünde Frei Betto ve sendikacı Geraldo Sigueira uyuyorlardı.

Frei Betto anlatıyor: “Sert bir fren sesiyle evin önünde polis arabalarının tipik sesini duydum. Polisler Lula’nın adını sesleniyorlardı. Koşarak üst kat merdivenlerini tırmandım ve yatak odasının kapısına vurmaya başladım: ‘Lula, adamlar aşağıda!’ Dışarıdaki polisler bağırıyorlardı: ‘Senhor Luiz Inacio! Senhor Luiz Inacio! Lei de Segurança Nacional!’

Uykulu Lula kapısını açtı ve bana polislerin yaygaralarıyla ilgilenmememi söyledi. Buna karşılık, Dona Marisa, kalkıp giyinmesi için israr etti. Aşağı indim. Alt kat penceresinden, ellerinde makinelilerle altı sivilin beklediğini gördüm. Kapının önüne dikilmişlerdi. Tekrar yukarı çıkıp Lula’ya, ‘Aşağı in ve bu adamlardan polis kimliklerini göstermelerini iste,’ dedim.

Lula aşağı inip kapıyı açtı.

Polisler kimliklerini gösterdiler.

Lula karısına ve dostlarına veda etti. Çıkarken şöyle dedi: ’01hem, cabeça fria … Beni dinleyin, sakin olun ve ailemle ilgilenin. Önemli olan mücadelenin sonuna kadar gidebilmektir.’

Sonra dışarı çıktı.[14]

Aynı gece, Sao Paulo’da kadın erkek yüzlerce sendikalı tutuklandı. Ama polisler büyük bir hata yaptılar: Ne Betto ne de Geraldo’yu tutukladılar. Evdeki telefonu da kesmediler. Bu sayede polis otoları kaybolur kaybolmaz iki arkadaş, hemen Kardinal Arns ve Piskopos Hummes’i aradılar, onlar da yabancı basına haberi uçurdular. Amnesty International Lula’yı ayın tutuklusu ilan etti. Ve mayıs ayından sonra diktatörlük geri adım atmaya başladı: Lula özgürlüğüne kavuştu.[15]

Lula’nın eve gelir gelmez ilk yaptığı şey, salonda asılı duran kafeslerdeki kuşları serbest bırakmak oldu. Büyük bir mutlulukla kanaryaların pencereden uçup gitmelerini izledi.

4 Şubat 2003’te, Planalto’daki kırmızı koltuklu, muazzam çalışma odasında, başkanın karşısında oturuyordum. Bu olaylara değindim. ‘Onlar gece beni yakalamaya geldiler,’ dedi başkan. ‘Onlar’ askeri diktatörlüğün en korkulan katillerinden Komiser Romeu Tuma’nın adamları.

‘İçim rahatlamıştı,’ diye ekledi gülerek. Anlamıyordum: Siyasi tutukluların kısmetine işkence, aşağılanmaların en kötüsü düşmez miydi? ‘Evet, evet, rahatlamıştım,’ diye ısrar etti Lula. ‘Tutuklanacağımı düşünemiyordum, onca yoldaşımız gibi, ölüm mangaları tarafından vurulacağıma inanmıştım.”‘[16]

Jean ZIEGLER
Utanç İmparatorluğu (2007)

[1] Orijinal metin: “Nein, unglücklich das Land, das He/den nötig hat.” Beıtolt Brecht, Das Leben des Ga/ilei, Frankfuıt-arn-mein, Suhrkarnp Verlag, 1978.

[2] Burada kişisel notlanma başvuruyorum, bunlan Lula’yla konuşurken not alma­ dım, ama çoğunlukla aynı gün toparladım.

[3] Bugün çocuk ölümleri oranı Lula’nın doğum yılı olan 1945’teki kadar yüksek­ tir: 2006’da, yeni doğan her 1 .000 çocuğun 1 l 9’u beş yaşına ulaşamadan ölmüştür.

[4] Frei Betto, Lula, um operıirio na presidencia, Sao Paulo, Casa Amarela, 2003.

[5] Aynı eser.

[6] Aynı eser.

[7] 1964’ten 1985’e kadar sürdü.

[8] Aynı eser.

[9] Cristiane Nova ve Jorge N6voa, Carlos Marighella, o homem por tras do mito, Sao Paulo, Sao Paulo Devlet Üniversitesi Yayınları (UNESP), 1999

[10] Palmares, Brezilya’nın kuzeyindeki ünlü bir quilombo’nun adı; l 8’inci yüzyılda asi kölelerin kurduğu bu cumhuriyet 20 yıl süreyle Portekiz ve sömürgeciler ordusuna kafa tuttu.

[11] İki kitap bu yazgıya tanıklık eder: Les pierres crieront, Tito’nun bıraktığı notlardan yola çıkılarak Dominikenler tarafından yazılmış; Frei Betto, Les Freres de Tiıo, Paris, Editions du Cerf, 1984.

[12] “O perigo oculto das vanguardas intelectuais” (Entelektüel avangardlardan süzülen karanlık tehlike), Candido Mendes, Lula, a opçiio mais que o voto, Rio de Janeiro, Garamond, 2002.

[13] Ronald Reagan ‘dan sonra demokratik yolla seçilmiş, en çok oy almış başkan; ikinci dönemde daha da çok oy almış.

[14] Frei Betto, aynı eser.

[15] 1980’de bir askeri mahkeme onu, “bozgunculuktan” üç buçuk yıla mahkum etti, ama halkın seferberliği sayesinde cezasını çekmedi.

[16] Aynı eser.