İnsan Matah Bir Varlık Değil

“Herkes dostundan sakınsın,
Kardeşlerinizin hiçbirine güvenmeyin.
Çünkü her kardeş Yakup gibi aldatıcı,
Her dost iftiracıdır.
Dost dostu aldatıyor,
Kimse gerçeği söylemiyor.
Dillerine yalan söylemeyi öğrettiler,
Suç işleye işleye yorgun düştüler.”

Taner Akçam’ın son kitabı bazı çevrelerde deprem etkisi yarattı. Kitabı okudum ve emeğine sağlık diyorum Taner Akçam’a.  Bu çalışmasında da her zaman olduğu gibi tarihi belgelerle, kanıtlarla çoğumuzu utandırdı. Utandık çünkü gerçekler çok acıydı ve vicdanımızı sızlattı. Yanı başımızdaki bir halkın trajedisiydi. Yüz yıllardır beraber yaşadığımız komşularımızın belki de sevgilimizin, arkadaşımızın, eşimizin geçmişiydi kitabın özeti. Cumhuriyetin nasıl kurulduğuna da damgasını vurmuştu Taner Akçam.

Hayatım boyunca  bir elin beş parmağını geçmese de  Gerçek aydın tavrını gösterenlere hayranlık duydum. Gerçek aydın; gerçeğin bir ucu kendisine dayansa bile gerçeği eğip bükmeden  önümüze koyandır.  Gerçekler de herkesin hoşuna gitmez elbette. Bu çalışma da gerçekten insanım diyeni utandıran yaşanmışlıklar şamar gibiydi adeta. Yüz yıllık trajedimiz hakkında sayısız kitap okura takdim edildi. Lakin bu son kitabın can alıcı noktası “ilk gece hakkıydı”  “Bizim geleneğimizde, kültürümüzde böyle saçmalıklar olmaz. Bu resmen iftiradır” diyerek tarihsel bir trajediyi görmezden geldiler. Üzülerek söylüyorum bizim geçmişimizde aklın almayacağı kadar  utanç saklı. Atalarımızın günahları yakamızı bırakmıyor çünkü yüzleşmeye korkuyoruz. Çünkü insan tuhaf bir varlık.

İşte insanın toplamı budur aslında. İnsanın çok da matah bir şey olmadığını çoğumuz biliyoruz.  Buna rağmen  çoğu zaman insanın yaptıkları bizi neden şaşırtıyor  anlamıyorum.

Dünyanın ve insanın düzeni her daim bozuk. Mitsel anılarla, savaşlarla  dolu yabanıl bir geçmiş peşimizi bırakmıyor.  Garip olan şu ki çoğu insan da buna dünden teşne olmuş, herkes kendini evrenin merkezine oturtmuş yaşayıp gidiyor. Biz çok önemliyiz, biz muhteşemiz. Bizden büyük yok fikri ne kadar hoş geliyor kulağa değil mi?

Duygusuzluğun ve mutsuzluğun çığ gibi büyümesi yaşam biçimi olmuş, mesela mutsuz bir kişinin bakışlarından etkilenmiyoruz artık.  Kendimizi acı çeken insanların yerine koymaya korkuyoruz. Hırsıza hırsız, bencile bencilsin diyemiyoruz.

Duygularımızla başa çıkma konusunda nasıl bu kadar başarılıyız şaşırıyorum. Çoğu insan benim gibi mi düşünüyor bilmiyorum ama ben bir- iki yıl öncesine kadar geçmişimizden çok korkuyordum. Şimdiyse geleceğimizden korkuyorum. Geleceğimiz var mı ondan da kuşkuluyum doğrusu.

Geçmişle ilgili konuşmaya başladığımda hemen uzaklaşıyorlar yanımdan. Aslında anlatmak istediğim sadece benim değil bu ülkenin geçmişi, yani bizim geçmişimiz. Tıpkı benim gibi ölümlere, faili meçhul cinayetlere tanık mı oldular?   Ya da  vefasızlıklara uğradılar da geçmişi unutmak mı istiyorlar bilmiyorum. Unutmak isteyince unutuluyor mu geçmiş merak ediyorum… Unutuluyorsa ben neden unutamıyorum? Şimdi gelecekle ilgili flu bir fotoğraf canlanıyor gözümde anlatacağım kimse yok…

Geçmişi düşündükçe “insana” daha çok özlem duyuyorum. Kardeşine güvenen, dostunun ardından taş atmayan insanı özlüyorum. Yahudi’ye Ermeni’ye, Kürd’e düşman olmayan, İslamcı bir insana düşman olmayan, ateist bir insana düşman olmayan insana özlem duyuyorum. İnancım şu ki; Irk konusunda önyargılı olmayan insanların özlemiyle dolu dünyamız.

Yıllarca geçmişle didişmiş, geçmişte yaşanan trajedilerin yaşanmaması için kendi adıma bulunduğum alanlarda mücadele etmiştim. “Geçmişle uğraşma” diyenlere de “Geçmiş, geçmek bilmiyorsa uğraşmaya değer.” Diyordum. Geçmiş o kadar yorucuydu ki nereye baksam içinden çıkamıyordum. Sanki geçmişte yaşanan savaşların, kırımların, soykırımların sorumlusuydum.

Unutmak nasıl bir şey   bilmiyorum.

Çünkü unutmak zorunda olduğumuz ne varsa “Kuşak laneti”ne dönüşüp peşimizi bırakmıyor işte, ummadığın bir anda karşına çıkıyor ve “ben senin geçmişinim” diye fısıldıyor. Sonra bu masum fısıltı beyinde bir dehşete dönüşüyor adeta.  Toplumsal trajedilerin yanında yaşadığımız bireysel trajediler, ruhumuza açılan yaralarla cebelleşirken görüyoruz ki kimsenin umurunda değiliz. Siz acıdan kavrulurken kimse sizin acınızı hissetmiyor bile.  Çünkü herkes kendi yarasını sarmakla meşgul…

Bu duygularımızı tetikleyen sürekli canlı tutan şeyse yaşadığımız siyasal şiddet elbette.  Siyasal şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı olarak kadının erkeğe tabi olduğu ülkemizde can yakıyor.  Hangi insana baksam canımız yanıyor!

Açlığı, yoksulluğu, dayak yiyen, öldürülen kadınları, tacize uğrayan çocukları görmezden mi gelelim? Unutalım geçelim mi? Soykırıma uğramış insanlara, yanı başımızdaki ülkenin savaştan kaçan insanlarına vebalı gibi mi davranalım? Onların her anlattığına kuşkuyla mı bakalım? “O zaman öyle gerekiyordu.” Sözlerini onaylayalım mı?

Şirazesinden çıkmış bu düzensizliğe, yaşam biçimi olmuş şiddete sessiz mi kalalım? İnsanlar, ne kadar iyi olursa olsunlar “iyi bir dinleyici” değiller çünkü geçmişte yaşanan trajedilerin bir ucu mutlaka atalarından miras kalmış ve miras-ı ret yerine atalarının günahlarını sahiplenmeyi tercih ediyorlar.

Uzun zamandır geçmişle uğraşmayı bırakmıştım. Daha doğrusu bıraktığımı sanıyordum.  Çünkü çoğu hayal kırıklığına uğramış ilişkiler, ihanetler, ölümler ve yanı başınızda geçmişin travmasıyla kıvranan bir insan varsa geçmiş unutulmuyor. Taner Akçam’ın son kitabı da duygularımı tetikledi. Beni geçmişe götürdü. Geçmişte yaşanan şiddeti düşününce aklım durdu ve insandan vazgeçtim. Yine gördüm ki dünyanın düzeni böyle olmamalı ya! İnsana bu şiddeti uygulayanlar bu dünyayı kirletiyorlar.

Savaşlar insanı öyle vahşileştiriyor ki  kadın kadınlığından erkek erkekliğinden uzaklaşıyor. Kimse kendini güvende hissetmiyor. Taliban zulmünden kaçanlar havalanan bir uçağın kanatlarına tutunurken öleceğini biliyor aslında… Nasıl da ağzımız açık izledik bu görüntüleri… Nasıl da utandık insan olduğumuz için. İnsanın en temel hakkı olan özgürlük, bağımsızlık elinden alınınca insan ölümü yeğleyebiliyor.

Bağımsızlık, özgürlük bizlere başkalarının bahşedeceği bir armağan değildir.

Cennet BİLEK
Latest posts by Cennet BİLEK (see all)