Gazeteci Murat Ağırel’in sosyal medya üzerinden paylaştığı tehditler, Türkiye’de basın özgürlüğünün ne denli kuşatma altında olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Ancak bu kez tehditler yalnızca gazeteciyi değil, ailesini de hedef alıyor. Kimlik bilgileri, adresler ve yapay zekâ ile üretilen pornografik içeriklerle yapılan şantajlar, şiddetin ve korkunun sınır tanımadığını açıkça ortaya koyuyor.
Bu tehditlerin vahşeti, 13 yaşındaki bir çocuğun ve Ağırel’in ailesinin “Narin gibi katledileceği” ifadeleriyle daha da derinleşiyor. Şiddet dili, yalnızca bireysel bir hedefi değil, aynı zamanda toplumda kaos yaratmayı ve korkuyu yaymayı amaçlayan daha büyük bir stratejinin parçası olarak karşımıza çıkıyor.
Gazetecilere Yönelik Sistematik Baskının Yeni Boyutu
Murat Ağırel’in yaşadığı bu korkunç olay, Türkiye’de gazetecilere yönelik baskıların ulaştığı yeni bir boyutu gözler önüne seriyor. Geleneksel olarak gazeteciler, yazdıkları haberler ya da açıkladıkları yolsuzluk dosyaları nedeniyle baskı görürken, artık tehditler dijital alanda yoğunlaşıyor ve aile bireylerini bile kapsayacak şekilde genişliyor.
Ağırel’in açıkladığına göre, bu tehditlerin kaynağı bir çete. Çete, aile bireylerine yönelik iğrenç şantajlarla şiddeti tırmandırıyor. Bu yalnızca Ağırel’e özel bir durum değil; Türkiye’de pek çok gazeteci, fiziksel saldırılardan dijital manipülasyona kadar geniş bir yelpazede tehditlerle karşılaşıyor.
İktidar ve Kaos: Şiddet Ortamının Arkasındaki Strateji
Otoriter yönetimlerin hâkim olduğu ülkelerde, toplumsal şiddet ve kaosun bir araç olarak görülmesi alışıldık bir durumdur. Bu tür rejimlerde şiddet ve korku atmosferi, toplumu sindirme ve çaresizlik duygusunu pekiştirme amacıyla dolaylı olarak teşvik edilebilir. İktidarların bu tür olayları doğrudan organize etmediği durumlarda dahi, mevcut kaos ve şiddet ortamının kendi stratejik çıkarlarına hizmet ettiği düşüncesiyle hareketsiz kalabildikleri gözlemlenir.
Murat Ağırel’in yaşadığı korkunç tehditler, tam da bu noktada dikkat çekicidir. Söz konusu tehditlerin, iktidarın iradesi dışında gerçekleşmiş olması ihtimali, bu olayın önemini azaltmaz. Aksine, bu tür olayların, otoriter rejimlerin korku ve baskı politikalarıyla uyumlu bir atmosfer yarattığı açıktır. Emniyetin ve yargının harekete geçmemesi ya da geçmekte gecikmesi, tehditlerin göz ardı edilmesiyle sonuçlanabilir ve bu da mevcut kaos ortamının sürdürülmesine zemin hazırlayabilir.
Bu bağlamda, Ağırel gibi gazetecilere yönelik tehditlerin, iktidarın otoritesini sağlamlaştırma işlevine dolaylı olarak katkı sunduğunu söylemek mümkündür. Bu tür bir atmosfer, toplumda korku ve güvensizlik duygularını derinleştirerek, iktidarın “alternatifsiz kurtarıcı” rolünü pekiştirme fırsatını yaratabilir. Dahası, gazetecilere yönelik bu sistematik baskının cezalandırılmaması, iktidarın bir çıkar beklentisiyle hareketsiz kaldığı algısını güçlendirebilir.
Gazetecilerin Özgürlüğü, Toplumun Özgürlüğüdür
Murat Ağırel’in maruz kaldığı tehditler, gazetecilerin ve ailelerinin ne tür risklerle karşı karşıya olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Bu tür tehditler, sadece gazetecileri değil, toplumun tamamını etkileyen bir sorundur. Gazetecilerin özgürce haber yapabilmesi, toplumun doğru bilgiye erişim hakkının korunması anlamına gelir.
Bu nedenle, gazetecilere yönelik tehditlerin ve şiddetin önüne geçmek için etkili adımlar atılmalıdır. Güvenlik güçleri ve yargı, bu tür tehditlere karşı hızlı ve etkili bir şekilde harekete geçmeli ve/veya geçmelerini sağlayacak toplumsal tepki verilmelidir. Çünkü, gazetecilerin özgürlüğü, toplumun özgürlüğüdür. Bu özgürlük, demokratik bir toplumun temel taşıdır ve korunmalıdır.