Faşist İktidar ve Büyük Sermaye
Bir önceki bölümde aktardığımız gibi burjuva faşizm literatürü iktidar öncesi faşist hareketler ve sermaye ilişkileri konusunda bu ilişkiyi ve sermayenin faşist hareketlere yönelik maddi desteğini redded(e)memekle birlikte “sermayenin hepsi bu desteği vermedi”, “sermaye, yalnızca faşistlere değil hatta daha çok olmak üzere liberal ve muhafazakar partilere maddi kaynak aktarıyordu” gibi argümanlarla bu bağlantıyı faşistlerle sermaye arasındaki destek ilişkisi bağlamında belirleyici önemde saymıyorlar. İş iktidardaki faşizm ve sermaye ilişkisi konusuna gelince literatür özellikle de büyük sanayi sermayesinin bir bütün olarak faşist iktidarı desteklediği konusunda ortaklaşıyor. Ama bu destek nedeniyle faşizmle büyük sermaye arasında nedensel bir ilişki kurulamayacağı konusundaki temel mutabakatlarını koruyarak.
Passmore faşizmle büyük sermaye arasında bir nedensellik ilişkisi kurulup kurulamayacağı sorusunu sorup şöyle yanıtlıyor “Hem Almanya’ hem İtalya’da kimi iş çıkarlarının faşist hareketlere katılmış olmaları ve iktidara geldiğinde büyük işletmelerin faşizmi desteklemeleri ve işçi hareketinin ortadan kaldırılmasına olumlu bakmaları açısından, evet. Pek çok ülkede kapitalistler solla savaşmak için faşist çeteleri mutlulukla kullansalar da, faşist rejimler kurmayı gerçekten isteyen kapitalist sayısının görece az olması anlamında bakıldığında, hayır.”. ’Bazı iş adamları kapitalizmin ayakta kalmasının tek yolu olarak faşizmi görmüş olabilirler. Ama çoğu Alman ve İtalyan iş adamı böyle görmediler.’[1]
Paxton,“ Olaylara daha yakından bakan deneysel çalışmalar, tam tersine gerçek kapitalistlerin, demokrasiyi reddettiklerinde bile, oteritaryanları faşistlere yeğlediklerini gösteriyordu” dedikten hemen sonra şöyle devam ediyor: “Şurası da bir gerçek ki faşistler ne zaman iktidara gelse, kapitalistler çoğunlukla eldeki sosyalist olmayan seçeneklerin en iyisi olarak onlarla iş birliğine gitmişlerdir.”[2]
Passmore ve Paxton’un ortaklaştıkları konular olan sermayenin faşizm istemediği, faşizmin sermayeye rağmen iktidara geldiği, iktidara geldikten sonra büyük sermaye tarafından el mecbur ve çıkarlarını korumak odaklı olarak faşizmi bir bütün olarak destekleyerek olabildiğince onunla iyi geçinmeye ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalıştığı görüşü literatüre egemen genel görüştür.
Burjuva literatürün büyük sermaye ve faşizm ilişkisini ilişkin buraya kadar aktardığımız ortak açıklamalarında birçok cevapsız soru ve açıklanmaya muhtaç boşluklar mevcuttur. İlk önce eğer ortada anti kapitalist ve sermaye ile diğer sınıflara eşit mesafede üçüncü yolcu bir faşizm gerçeği varsa sermaye, kendi üzerinde yükseldiği sistemi ve kendi egemen konumunu tehdit eden bu akıma liberallerin ve muhafazakarların yanı sıra daha küçük meblağlarda da olsa niye destek vermektedir? Sermayenin, geçtik komünistleri artık kapitalizm içinde ve liberal demokrasi sınırlarını kabul ederek siyaset yapacağını deklare etmiş sosyal demokratlara bu türden herhangi bir yardımda bulunmadığını da biliyoruz. Diyelim ki ilk başlarda kentlerde ve kurlarda artan sınıf mücadelesini bastırmak komünistleri yıldırmak için pragmatik bir yardım yapılıyordu. Ama bu desteğin faşist hareket kitleselleştikçe ve potansiyel bir iktidar adayı haline geldikçe giderek çok daha büyük meblağlara ulaştığını da biliyoruz. Büyük sermayenin, literatür tarafından kapitalizme, serbest piyasaya ve liberal demokrasiye karşıt bir akım olarak nitelediği faşizme, kitleselleştikçe, iktidar adayı haline gelmeye başladıkça destek değil köstek olması beklenirdi. Bu literatürün bizim önümüze sunduğu tablo sermayenin üzerinde yükseldiği kapitalist düzeni yıkmak ve sermayeyi bastırmak isteyen bir akımı zayıflatmak yerine kitleselleştirmeyi, iktidardan uzaklaştıkça yeniden iktidar adayı olarak güce erişmesi için desteklemeyi tercih eden bir sermaye sınıfı tablosudur. Bu irrasyonelliğin herhangi tutarlı bir açıklaması literatürde yoktur ve olması da zaten imkansızdır.
Sermayenin kendi yerleşik ve klasik temsilcileri olan liberal ve muhafazakâr partilere uzun bir zaman diliminde faşist partiden daha fazla yardım yapmasından normal bir durum yoktur ve bu sermayenin faşizmi desteklemediği anlamına gelmez. Fakat faşist partiye maddi yardım yapması bu partiyi bir seçenek olarak elinde tutmak istediğine ilişkin açık bir veridir. Sermaye normal koşullarda muhtemelen yerleşik elitler eliyle uygulanan bir otoriter rejimi yeğlerdi; bunda şaşılacak bir durum yoktur ve bu durum da sermayenin faşizmi istemediği gibi bir anlama gelmez. Bir olağanüstü rejim olarak faşizmi kendi bildik kadrolarıyla uygulamayı tercih ettiği anlamına gelir. Ne var ki, Almanya ve İtalya’da, acilleşen otoriter rejim ihtiyacı ile verili devlet ve siyaset elitlerinin iç bölünmüşlüğü ve aşırı yıpranmışlığı arasındaki açının büyüklüğü, sermayenin, faşist parti iktidarı eliyle uygulanan bir olağanüstü otoriter rejim tercihine yönelmesine neden olmuştur. Bu tercihin ehven-i şer olduğu iddia edilebilir ama büyük sermayenin karşısında durduğu ve fakat önünde bulduğu bir mecburiyet olduğu iddiasının hiçbir sağlam dayanağı yoktur. Zira faşist partiye yardım yapan sermayedar sayısı ve yardım meblağı olarak giderek artan destek, Nazi Partisinin iki milyon oy kaybından sonra Michel’in ifadesiyle ağır sanayi patronlarının, para babalarının, medya krallarının Hitler ve partisinin düşüşünü önlemek için ele ele vererek kollarını sıvamaları[3], faşist parti liderlerinin sermaye partilerince bizzat hükümete davet edilmesi ve faşist liderlerin başbakan yapılması, Hitler’e sermaye sınıfı partilerinin desteğiyle olağanüstü yetkiler veren yasanın hızla meclisten geçirilmesi faşist iktidarın sermayenin istemediği ama önünde bulduğu bir fiili vaziyet olmadığını, aşırıl(ık)ardan arınması sağlanarak, ehlileştirilerek adım adım hazır hale getirilen bir iktidar seçeneği olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.
Faşizmin tüm sermayece desteklenmediği iddiasına gelince; tersi yönde bir iddianın olmadığı bir doğrudur bu. Passmore’nin Marksistlere yönelttiği “Öyleyse kimi kapitalistler faşizmin çıkarlarına uygun olduğuna inanırken kimilerinin buna inanmamasının nedenlerini açıklamalıyız”[4] sorusu aslında yanıtlanmış bir sorudur. Marksist faşizm literatüründe faşizm tüm sermaye ile değil büyük sermayeyle ve hatta Dimitrov’un o çok bilinen ve tekrarlanan tanımıyla, “büyük sermayenin en gerici, en şoven, en terörist bölümü” ile ilişkilendirilmiştir. Faşizm iktidarında da sermayenin küçük ve orta kesimleri genellikle güç kaybetmişler en iyi durumda olanlarsa ancak güçlerini muhafaza etmişlerdir. Yatırım ve faaliyetleri küresel ticareti ve finansa dayanan ve içe kapanma sürecine ayak uyduramayan sermaye gurupları da faşizme yönelik endişe içinde olmuşlardır, fakat bu endişe esas olarak faşizmle ilgili değildir; zira o dönem faşizmi yaşamamış ama içe kapanmaya başlamış diğer ülkelerde de, içe kapanma sürecine uyum sağlamakta zorlanın sermaye kesimleri benzer bir isteksizlik içinde olmuşlardır. Sermayenin çoğunluğu orta büyüklüğe sahip olan bu kesimleri, genel olarak faşizmin açıktan destekçisi olmamış ama genel olarak faşizme karşı bir pozisyonda almamışlardır. Bu durum faşizm ve sermaye sınıfı arasındaki nedensel ilişkiyi ortadan kaldırmaz; faşizmin genel olarak büyük sermayenin özel olarak da onun içi kapanmadan ve savaş ekonomisinden en çok kazançlı çıkacak kesimlerinin çıkarlarını kolladığı anlamına gelir.
Faşizm ve büyük sermaye arasındaki ilişkinin niteliği ve düzeyi hakkında bize daha net bir fikir verecek olan ise faşizmin izlediği ekonomi politikaların sınıfsal planda hangi sınıfların ya da sınıf kesimlerinin çıkarlarına sonuçlar yarattığıdır.
Nazi Partisi ve büyük sermaye ilişkisinin düzeyi hakkında fikir veren önemli gelişmelerden birisi de Nazilerin iktidara gelir gelmez çıkardıkları zorunlu kartelleşme yasasıdır. Nazi partisi iktidarı süresince ve savaş boyunca kartelleşmeyi teşvik etmeyi sürdürecektir. Bu yasalardan en önemlileri 15 Temmuz 1933 de çıkarılan iki yasadır. Kartellerde çoğunluk üyelerin çoğunluğu değil üretim ya da satış kotalarının çoğunluğudur. Kota ne kadar büyükse oy gücü yani karar süreçlerdeki etkisi de o kadar büyüktür. Bu durum karteller içinde büyük sermayenin egemenliğini garanti altına almaktadır. Nazilerin büyük (tekelci) sermaye yanlısı politikalarını iktidarları boyunca sermaye büyüklükleri açısından şirketlerin nasıl bir evrim geçirdiğini gösteren rakamlar üzerinden de açık biçimde saptamak olasıdır. “Sermaye büyüklüğü 5 milyon marktan az olan şirketlerin sayısı 1931 yılında 9667 iken 1942 de 4527’e gerilerken, 5 milyon marktan büyük olan 799 anonim şirketin toplam sermaye büyüklüğü 29,5 milyar dolardır ve sermayesi 5 milyon marktan büyük olan 799 anonim şirket sermayenin yüzde 83,3 ünü sermaye büyüklüğü 50 milyon marktan fazla olan 107 şirket sermayenin yaklaşık yarısını kontrol etmektedir.” “Toplam toplumsal üretimin bileşimi de tekelci örgütlerin iktisadi yasamdaki tartışmasız hakimiyetine işaret eder. 1928 yılı endeksi 100 alındığında 1933 üretim malları üretimi 53,7, yatırım malları üretimi 44, 9 ve tüketim malları üretimi 82, 9 olurken 1939 mayısı itibariyle endeksler sırasıyla 148, 9, 152. Ve 116. 1 olmuştur. Yani Nazi iktidarı boyunca üretim artışı tekellerin hâkim olduğu hammadde, yarı mamul ürün ve mühendislik gibi sanayi dallarında gelişmiştir.”[5] Renton ise aynı konuda şu verileri aktarmaktadır, ““1932 ile 1938 arasında, işverenlerin geliri ortalama yüzde 433 artmıştır. IG Farben’in karı, 1933’te 74 milyon Reichsmark’tan 1939’da 240 milyona çıkmıştır. Bu arada şirketin NSAİP’ye katkısı ise 3,6 milyon Reichsmark’tan 7.5 milyon Reichsmark’a yükselmiştir. En büyük firmalar olan IG Faben, AEG, Daimler Benz, Krupps, Alianz savaştan ve soykırımdan faydalanmıştır”, “4000 ile 1.000.000 Reichsmark arasında sermaye rezervine sahip şirket sayısı, 1931 yılında 7.512 iken 1937’de bu sayı 3.850’ye düşmüştür. Küçük çiftçiler de zarardadır.”[6] Son alıntı ise Platon’dan “Dev Alman kimyevi ürün karteli I.G: Farben’in bile -ki Avrupa’nın en büyük şirketi seviyesine yükselmesi uluslararası ticaret sayesinde gerçekleşmişti- silahlanma merkezli bir otarşiye uyum sağlayarak tekrar inanılmaz derecede güçlendiğini gördük.”[7]
Michel ise İtalya’da faşist iktidar ile büyük sermaye ilişkisi hakkında şöyle söylemektedir: “sanayicilerin ve çiftçilerin sübvansiyonları olmaksızın faşizm hiçbir zaman başarıya ulaşamazdı. Faşizmi koruyanlar bu tutumlarının karşılığını da gördüler. Birinci Dünya Savaşı’nda elde edilen haksız kazançların üzerine sünger çekildi, fiyatlar ve kiralar üzerinde denetim kalkarken, veraset vergilerinde indirim yapıldı. Sigorta şirketleri daha önce tasarlandığı gibi millîleştirildi ama, kibrit üretimi ve telefon şebekesi de özel sektöre verildi. Bunun sonucu olarak, bunalım döneminde devlet bankaların yardımına koştu, ellerinde bulunan sanayi hisselerini satın alarak yeniden birleşmelerini destekledi.”[8]
Faşizmle ile ilgili literatür -üstelik burjuva olanı da- bizlere net biçimde 1- İlk başlarda işçi hareketini, sınıf mücadelesini ve komünist hareketi ezmek, sindirmek amacıyla gerek devlet seçkinlerince, gerek burjuva partilerince gerekse de sermaye tarafından faşist çetelerin net biçimde desteklendiğini 2- İkinci aşamada ise faşist partilerin otoriter bir rejimin iktidar ortağı olarak ve hatta giderek de bizzat tek iktidar adayı olarak desteklendiğini, 3- Faşist parti iktidar yapıldıktan sonra neredeyse bir bütün halinde faşist iktidarın arkasında durduklarını 4- Nazilerin hiçbir zaman ne kapitalistlere ne de burjuva partilere doğrudan saldırı içinde olmadığını aksine süreç içinde onlarda memnuniyetsizlik yaratan aşrı söylem ve kişilerden kendilerini arındırma yolunu seçtiklerini ve iktidar döneminde de büyük (tekelci) sermayenin yararına diğer tüm sınıfların zararına politikalar izlediklerini gösteriyor. Peki tüm bu veriler, faşizmle sermaye arasında karşılıklı çıkara ve sıkı iş birliğine dayalı ve savaş sonuna kadar süreğen nitelik taşıyan bir bağ olduğunu ortaya koymasına ve üstelikte bu veriler burjuva faşizm literatüründe dahi açık ve genel bir kabul görmesine karşın, burjuva literatür hangi argümanlarla faşizmle sermaye arasında belirleyici-nedensel bir ilişki olmadığını ileri sürebiliyor?
[1] Passmore, a.g.e., s: 189-190
[2] Paxton, a.g.e., s: 342 Paxton’un literatürdeki hâkim görüşe göre nispeten farklı konumu olduğunu da burada vurgulayalım. Bu farklılık onun büyük sermayenin faşizmle ilişkisinin mecburiyet kadar ehveni şer bir tercih olduğuna işaret eden yaklaşımıdır. Bu farklılık Paxton’un şu sözlerinde de kendini gösterir: Karşılıklı çıkar ilişkilerinin olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Kapitalizm ve faşizm birbiriyle iyi geçinen birer dost haline gelmişlerdi (gerçi olmazsa olmaz bir ilişki değildi bu; ayrıca her zaman rahat bir ilişki de sayılmazdı. (a.g.y)
[3][3] Michel, a.g.e.,, s:46-48‘ Paxton ise bu durumu şöyle anlatıyor, “Kasım 1932’deki hayal kırıklığı yaratan seçimlerin ardından NSDAP neredeyse iflas etmişti. Görece önemsiz bir Kölnlü bankacı olan Kurt von Shcröder , Hitler ile von Papen arasında müzakereler sırasında arabuluculuk yaptı; ama iş dünyasından gelen katkılar ancak Hitler’in iktidara gelmesinden sonra temel kaynak halini alacaktı.” A.g.e., s: 171
[4] Passmore, a.g.e., s: 29
[5] (Neumann, 510’dan aktaran Cinemre s: 336)
[6] Renton, David; Faşizm Tarihi ve Teorisi, Nora Yay., 2021, s: 41
[7] Paxton, a.g.e., S. 312
[8] Michel, a.g.e.; s:
- Faşizm ve Kapitalizm: Faşizm Üzerine Notlar (11) Argümanlar Üzerine Notlar - 20 Mart 2025
- Faşizm Üzerine Notlar (9) - 26 Şubat 2025
- Faşizm Üzerine Notlar (8) - 10 Şubat 2025