Emperyalist hegemonya kavramı üzerine -2-

Yazımızı ilk bölümünde emperyalizm kavramının ilhak, fetih, sömürgecilik, imparatorluk, dünya ekonomisi ve dünya sitemi gibi kavramlarla bağlantı ve farklılıkları üzerinde durmuş ve yansıra da hegemonya kavramının anlamını irdelemiştik. Sonuç olarak dünya ekonomisi-sistemi ve hegemonya kavramının ancak kapitalizm ve özellikle de emperyalizm döneminde gerçek anlamını bulabileceğini belirtmiştik. Kapitalizm öncesi ve kapitalizmin ilk evresi ile kapitalizmin olgun aşaması ve emperyalizm döneminde ekonomik, siyasi ve ideolojik bütünleşme açısından ikincileri lehine niteliksel bir farklılık olduğunu ve emperyalist hegemonya kavramını bu bütünleşme düzeyinden bağımsız biçimde ele almanın olanaksız olduğunu vurgulamıştık.

Bu bölümde emperyalist hegemonya kavramını daha da somutlamaya, elle tutulur hale getirmeye çalışacağız.

“Dünya Devleti İhtiyacı” ve Emperyalist Hegemonya…

Kapitalizmin şafağında başlayan ekonomik bütünleşme ve entegrasyon süreci emperyalizm aşamasıyla çok daha özel ve belirleyici bir form kazanmıştır. Bukharin’in sözleriyle “… ulusal ekonomik organizmalar, anarşinin hüküm sürdüğü uluslararası pazar üzerinde genel bir düzenleme etkisi uygulayamayacaklarını gösterdiler, çünkü bu ulusal çıkarların mücadele alanıdır. Bu gerçeğe rağmen dünya ekonomisi, dünya ekonomisi olarak kalır.’ Yine Bukharin’in ifadesiyle “Günümüz dünya ekonomisi oldukça yüksek anarşik yapısıyla karakterize edilir. Bu yapı iki gerçekle ifade edilir dünya sanayi krizleri ve savaşlar. Dünya ekonomisi içinde ulusal birimler arasındaki anarşik olarak kurulmuş bağların devam etmesi nedeniyle krizler sürecektir”. Krizler hakkında söylenenler savaşlar içinde geçerlidir. Kapitalist toplumda savaşlar anarşik dünya ekonomisinin bir türevi ve bir kapitalist rekabet metodudur. Beri yandan bu genel nedenin yanı sıra dünya pazarlarının paylaşımının tamamlanmış olması yani bu pazarların ancak yeniden paylaşımı ile tek tek emperyalist ülkeler alanlarını geliştirebilecekleri için savaş artık, çok daha sık ve yaygın başvurulacak ve elbette çok daha yıkıcı bir rekabet bir metodu haline dönüşecektir.

Gerçekten de, tek ve entegre bir dünya ekonomisi doğrultusunda alınan büyük mesafeyle bu mesafeye denk düşen üstyapısal bir karşılığın (bir dünya devleti) üretilememesi sistemin kendisini süreğen bir krizle ve savaşlarla karşı karşıya bırakmıştır. Ekonomik entegrasyon ve ulus devletler, çelişkili olarak varlığını birlikte sürdürmektedir. Bu çelişkili birliktelik kapitalizmin en önemli içsel çözümsüzlüklerinden birisidir.

Ulusal bir ekonomi nasıl ulusal sınırlar içinde tekil ekonomilerin aritmetik bir toplamı değilse dünya ekonomisi de ulusal ekonomilerin aritmetik bir toplamı değildir. Her ikisinde de diğerlerini tamamlayan çok önemi bağlantılar ve tamamlayıcılar vardır. Ulusal ekonomi ile uluslararası ekonomi arasındaki temel fark ulusal ekonomi içinde düzenleyici bir güç olarak devletin varlığına karşın uluslararası ekonomi de, böyle bir düzenleyici merkezi gücün yokluğudur. Ulus devlet, “kar için kar” ilkesiyle rekabet halinde olan tek tek kapitalistler ve-ya kapitalist fraksiyonların kapitalist sistemin bütünsel çıkarlarına aykırı davranışlar göstermesinin önüne geçmek için; kapitalist sınıfın üst ve alt kesimleri arasındaki hiyerarşik çıkar çatışmalarının sistemin yeniden üretimi üzerinde yaratabileceği sorunları, tıkanmaları gidermek için; alt sınıflardan gelen sisteme yönelik tehditlerin disipline edilerek minimize edilebilmesi için; uluslararası rekabette yerel burjuvaziyi korumak ve avantajlı hale getirebilecek önlemlerin alınması için vardır. Bunu da işçi sınıfına karşı genel olarak sermayenin özel olarak da sermaye kesimleri arasında da büyük sermayenin çıkarlarını önceleyerek yapar.

Oysa ekonomik anlamdaki bütünleşme düzeyinin ulaştığı düzeyin bütün pazarları tek bir dünya pazarı haline getirmesine karşın dünya ekonomisinin benzer sorunlarını giderebilecek bir merkezi güç yoktur. Tek tek ulusal devletlerin bu ekonomik bütünleşmeye karşı uluslararası pazardaki anarşik yapı karşısında düzenleyici rol oynaması da mümkün değildir. Bunun için bir dünya devleti gerekir. İşte deyim uygunsa emperyalist hegemonik güç bu bütünleşme düzeyinin gerekli kıldığı “dünya devleti” ihtiyacının kapitalist-emperyalist bir ikamesidir.

Emperyalist hegemonik gücü belirleyen ilk faktör, hegemon gücün sistem içi acımasız rekabet savaşlarının dönemsel kazananı olmasıdır. Yani o en güçlüdür ve doğal olarak öncelikle kendi gücünü kollayacak, kendi çıkarlarını önceleyen biçimde bu gücünü dünya pazarında ve diğer ülkeler üzerinde kullanacaktır.  Ama bu kadarı ancak tahakküm ilişkisi yaratır ve onu hegemonik bir güç yapmaz.

Tıpkı ulusal devletin büyük sermayeyi öncelikle kollaması giderek de tekellerle bütünleşmesi gibi emperyalist hegemonik güç de emperyalist devletler ve uluslararası tekellerle daha imtiyazlı bir bağ kuracaktır. Ama bu kadarı da onu ancak kısmen hegomonik güç haline getirebilir.

Gerçek anlamda hegemonik bir güç olması tıpkı ulusal devletin büyük kapitalistlerin, ardı sıra tüm kapitalistlerin devleti olmanın yanı sıra kapitalizmin devleti olması gibi emperyalist hegomonik güç de öncelikle dünya kapitalizminin genel çıkarlarının temsilcisi olmak durumundadır. Emperyalist kapitalist yapının kendi içsel anarşik yapısı, çelişkileri ve yıkıcı çatışma dinamikleri ile sınıf mücadeleleri ve sistemin yeniden üretimini zora sokacak toplumsal-siyasal hareketlere karşı bir bütün olarak dünya kapitalizmin genel çıkarlarını koruyan üst komuta merkezi görevini yerine getirebilmek durumundadır.

Emperyalist hegemonik güç, dünya pazarındaki bu kriz ve savaş dinamiklerini olabildiğince kontrol altına almak, hafifletmek göreviyle yükümlüdür. Kapitalist dünya sistemine yönelik tehditlerin sistem üzerinde yaratacağı yıkıcı etkilerin hafifletilmesi ve bütün bir yapının kendini yeniden üretebilmesi, dünya devleti ihtiyacının karşılanamadığı koşullarda ancak ekonomik, askeri vb. açılardan en güçlü olan emperyalist devletin, siyasi ve ideolojik bir önderlik rolü üstlenmesiyle eksik ve çarpık biçimde de olsa tolere edilmeye çalışılır. Bu nedenledir ki hegemonik emperyalist güç sadece kendini ya da sadece diğer emperyalist merkezleri temsil etmez; eşit düzeyde olmasa da aynı zamanda alt grupların, çevre kapitalizminin çıkarlarını da temsil eder. Özetle, bir emperyalist ülkenin hegemonik rolü oynayabilmesi yalnızca en güçlü bir ekonomik ve askeri merkez olmasıyla ilgili değildir; kapitalist dünya sisteminin bütünsel varlığını temsil etme ve kollayabilme yeteneğiyle de bağlantılıdır.

Emperyalist hegemonya, merkezin çevre üzerinde güç uygulaması değildir, siyasi-askeri gücün yanında ideolojik ve -temel olarak- ekonomik bir niteliğe ve role de sahiptir. Bu özeliğiyle -çevre ülkeler de dahil- kapitalist dünya sisteminin çoğunluk rızasına da sahiptir. Tek tek yerel egemen sınıflar ve yönetici elitler bu hegemonik yapıyı ideolojik olarak kendi toplumlarına da özümsetme işlevini gönüllü olarak üstlenirler. Demek oluyor ki, emperyalist hegemonik gücün her bir yerel coğrafyadaki meşruiyeti yalnızca dışarıdan değil içeriden de üretilir.

Hegemonik güç uluslararası kapitalist ilişkilerin ekonomik, siyasi, ideolojik ve hukuksal tüm cephelerinde sistemi koruyucu, kural koyucu, yaptırım inşa edici ve kurumsallaşma sağlayıcı bir “devletlerüstü devlet”tir.  Doğal olarak bu misyonun önemli bir parçası da sistem içi eşitsiz ve hiyerarşik güç dağılımının elden geldiğince – ki çoğunlukla da elden gelir- muhafaza edilmesidir. Aynı zamanda dünya sistemin ürettiği savaşları nispeten kontrollü hale getiren, gerektiğinde sistemin tek tek unsurları arasında sistemi zora sokacak ‘serseri savaşları“ dizginleyen ve fakat genel olarak kapitalist sistemin özel olarak da emperyalist hegemonik işleyişin yeniden üretimine hizmet eden savaşları organize eden bir “dünya jandarması” ve “emperyalist barış gücü”dür. Emperyalist hegemonya dönemlerinin “İngiliz Barışı”, “Amerikan Barışı” olarak nitelenmesi bu anlamda çok manidardır.

Emperyalist hegemonya ilişkisinin az çok istikrarlı biçimde sürebilmesi sistemin bir büyüme-genişleme aşaması yaşıyor olmasıyla ilgilidir. Büyüme sürecinin tıkanması, hegemonik güç adayları arasındaki mücadeleyi de şiddetlendirir. Eski güç hegemonyasını restore etmeye yönelik hamleler yapsa da eni sonu bu ataklar çözüm olmaz; yeni hegemon ile birlikte ekonomik, siyasi ve ideolojik alanda yeni açılımlar gündeme gelir; yeni hegemon gücün meşruiyetiyse ancak bu açılımların yeni bir global ekonomik büyüme süreciyle taçlanmasıyla tescillenir.

Hegemonik güç değişimi… 

Öte yandan hegemonik rolü üstlenen güçler kalıcı olamaz. Hegemonik merkezler sürekli değişir, ama hegemonya ilişkisinin kendisi değişmez. Wallerstein’ın sözleriyle hegemonik güç zirveye ulaşır ulaşmaz, merkezi güç olma özelliğini de kaybetmeye başlar. Zirve sonrası mevcut hegemonik aktörün gücü azalırken, diğer hegemonik güç adaylarının gücü artmaya başlar. Ve bir noktadan sonra bir hegemonya krizi ile karşılaşılır.

Hegemonya krizinin ilk ve en temel nedeni rekabet ve güç savaşımlarının hegemonya ilişkisi altında da kapitalizmin en temel yasalarından biri olarak işlemeye devam etmesidir. “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşleri”nde Kenedy tarafından da önemle altı çizilen ikinci önemli hegemonya krizi nedeniyse, hegemon gücün hem “dünya jandarması” rolünü üstlenmesi ve hem de rakip hegemon güç adayları karşısında kendi hegemonyasını muhafaza edebilmek kaygısıyla yüksek askeri harcamalar yapması ve bu harcamaların giderek daha da artmasıdır. Yeni yükselen hegemonya adayları ise tersinden askeri harcamalara değil de doğrudan ekonomik etkinliklere öncelik verenler arasından çıkar. Silahlanmaya ağırlık verilmeye başlanması ise ekonomik gücün o ülke ya da ülkeleri hegenomik güç adayı haline getirmesinin peşi sıra gelir. Üçüncü neden, sınıf mücadelesinin tüm sistemi ve çevre ülkelerdeki antiemperyalist muhalefetin hegemonik gücü dolaysızca hedefleyen muhalefetlerinin artması ve bazı ciddi başarılar elde etmeye başlamasıdır. Son neden ise doğal olarak metropol emperyalist ülkeler içinden bu hegemonyaya meydan okuyan yeni hegemonya adaylarının somut ve aktif olarak ortaya çıkması ve bu anlamda önemli mevziler elde etmesidir.

Tüm bu nedenlerin hegemonik gücün hegemonyasını temsil eden kural ve kurumları güçsüzleştirmeye, itibarsızlaştırmaya, tartışılır hale getirmeye başlaması ise ilk ciddi hegemonya krizi işaretidir. İkinci önemli hegemonya krizi belirtisi de yalnızca diğer emperyalist güçlerin değil orta ve alt düzeyde çevre ülkelerin de nispeten emperyalist hegemonik güç karşısında serbest kalması, merkezkaç etkilerinin bu tür ülkelerde de devreye girmesidir. Üçüncü belirti, farklı liderlikler altındaki bloklaşmaların oluşmaya ve yaygınlaşmaya başlamasıdır. Bloklarda çift taraflı oynayan ülkeler ya da blok değiştiren ülkeler olabilse de, bu rakip bloklaşmalar çok kutuplu dünya tartışmalarını besleyecek denli artarak devam eder.

Hegemonya krizi esas olarak ekonomik, siyasi ve askeri güç dengelerindeki ciddi kırılmaların işaretidir. Bu da ciddi bir belirsizlik, kaos ve çatışmaları beraberinde getirir. Bu alanda güç kaybeden eski hegemonik gücün kültürel-ideolojik egemenliği, “rıza üretme” kapasitesi de aşınır; tartışılır hale gelir. Yeni hegemon güç, öncelikle ekonomik ve yanı sıra siyasi ve askeri gücüyle öne çıkmaya başlar. Parasının ve ideolojik-kültürel hegemonyasının evrensel hale gelmesi ise ekonomik, siyasi ve askeri alanda elde edilen hâkimiyet mevzilerini izleyerek ve nispeten geriden gelerek oluşur.

Değişim barışçıl olmaz…

Savaşların hegemonik nöbet değişiminin ebesi olması bir kuraldır. Savaşla bir hegemonik güç gider, farklı bir hegemonik güç gelir. Hegemonik merkezi Ceneviz’in oluşturduğu dönemde, dünya sistemini yönetmek için Hollanda ile İspanya arasında otuz yıl savaşları olmuştur. Hollanda liderliği esnasında ise yeni hegemonyanın belirlenmesi için Fransa ile İngiltere arasında bir mücadele yaşanmış ve iki ülke arasında yedi yıl savaşları olmuştur. İngiltere önderliğindeki modern dünya sisteminde yeni hegemon gücün belirlenmesi için A.B.D ile Almanya arasında bir mücadele başlamıştır. Bu mücadelenin neticelenmesi ancak iki dünya savaşı ile olanaklı olmuştur. Wallerstein’ın veciz ifadeyle, bu iki dünya savaşı aslında 40 yıl savaşları olarak anılabilecek tek bir dünya savaşının iki ayrı aşamasıdır. Sonucu ise A.B.D’nin hegemonik gücü elde etmesidir.

Her hegemon yapı hegemonyasın antlaşmalar üzerinden resmileştirmektedir. Hollanda, hegemonyasını Westphalia Antlaşması ile ilan ederken, İngiltere ise Fransa ile mücadelesinden sonra 1815’teki Viyana Antlaşması ile hegemonyasını ilan etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri ise iki dünya savaşından sonra 1945’deki Postdam belgesi ile kendi gücünü onaylatmıştır.


1-Wallerstein, Arrighi, Frank, Amin gibi düşünce insanlarının dünya sistemi yaklaşımları emperyalist hegemonya, azgelişmişlik, emperyalizmin eşitsiz ve hiyerarşik bir sistem olması gibi alanlarda önemli katkılar sağlamıştır. Ne var ki onların kapitalist dünya sisteminin oluşumunda uluslararası ticareti belirleyici görmelerine, azgelişmişliğin esas olarak merkez ve çevre arasındaki eşitsiz ticaretten kaynaklandığı iddialarına ve dolayısıyla dünya sistemi içindeki esas çelişki ve mücadeleyi merkez emperyalist güçlerle azgelişmiş çevre ülkeler arasında görmelerine katılmadığımızı belirtelim. 

 

Kaynaklar…

Arrighi Giovanni, Adam Smith Pekin’de, Yordam Kitabevi, İstanbul, 2008

Arrighi Giovanni, Uzun 20. Yüzyıl,  İmge Kitabevi, Ankara, 2000

Buharin Nikolay, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, Spartaküs Yayıınları, İstanbul, 1996

Callinicos Alex, Günümüzde Emperyalizm ve Marksizm, Sosyalist İşçi Özel eki

Lenin V.İ, Emperyalizm, Sol Yayınları,18.baskı. Ankara, 2009

Gökhan Demir- Ali Yalçın Göymen, “Antonio Gramsci’nin Organik Bütünlük Anlayışı Çerçevesinde Devrimi Yeniden Düşünmek”, Yeniden Gramsci, Praksis, sayı 27, Dipnot Yayınları, Ankara,

Forgacs David, Gramsci Kitabı, Seçme Yazılar 1916-1935, Dipnot Yayınları, Ankara, 2012,

Frank Andre Gunder, Yeniden Doğu, İmge Kitabevi, Ankara, 2010,

FRANK Andre Gunder, K. Gills Barry, Dünya Sistemi, çev. Esin Soğancılar, İmge Kitabevi, Ankara, 2003

Fülberth Georg, Kapitalizmin Kısa Tarihi, Yordam Kitap, İstanbul,2010

Harvey David, Yeni Emperyalizm, Everest Yayınları, İstanbul, 2008

Kennedy Paul  , Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri (1500’den 2000’e Ekonomik Değişme ve Askeri Çatışmalar), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Ankara:, 1990

Mandel Ernest, Geç Kapitalizm, Versus Kitap, İstanbul, 2013

Sağlam Şerbet,  “Çin ABD Hegemonyasını Yıkıyor Mu?”  2 Ocak 2019, Gazete Duvar

Sarıöz Gökten Yeliz, Hegemonya İlişkilerinin Dünü Bugünü ve Geleceği, NotaBene Yayınları, Ankara, 2013,

Uzgel İlhan, “ Emperyalizm mi, Küreselleşme mi?” 28 Ağustos 2017, Gazete Duvar

Uzgel İlhan, “Küreselleşme ile emperyalizm aynı şeyler mi?” 29 Temmuz 2019, Gazete Duvar

Wallerstein Immanuel, Liberalizmden Sonra, , Metis Yayınları, İstanbul, 2009,

Wallerstein Immanuel, Modern Dünya Sistemi, Yarın Yayınları, İstanbul, 2010

Wallerstein Immanuel, Amerikan Gücünün Gerileyişi, Metis Yayınlara, İstanbul, 2004

ed.Wallerstein Immanuel , “Hegemonya ve Sistem Karşıtı Hareketler”, Modern Küresel Sistem, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005

Yeniçırak Hasan, GIovannI Arrıghı ve Kapitalist Dünya Ekonomisi, Uludağ Üniversitesi, Bursa, 2014

Mahmut ÜSTÜN