Ekonomik Büyümenin Ötesindeki Gerçek: Toplumsal Fazlanın Adaletsiz Paylaşımı

Türkiye’de ekonomik büyüme, özellikle Erdoğan iktidarının en çok övündüğü ve siyasi başarılarının temel dayanaklarından biri olarak gösteriliyor. Televizyon ekranlarında açıklanan yüksek büyüme rakamları, halkın refahı ve ülkenin gelişmişliği ile eşdeğer tutuluyor. Ancak bu büyümenin nasıl elde edildiği, kimler için ve ne pahasına olduğu soruları çoğunlukla arka plana itilmiş durumda. Kapitalist sistemin en temel çelişkilerinden biri, büyümenin, çoğunlukla adaletsiz bir şekilde yaratılması ve dağıtılmasıdır. Marxcı ekonomi anlayışıyla ele alacak olursak, Türkiye gibi ülkelerde büyüme söyleminin ardında yatan toplumsal adaletsizlikleri ve kaynak dağılımındaki eşitsizlikleri açıkça görmek mümkündür.

Artı Değer Sömürüsü ve Kapitalist Büyüme

Kapitalist ekonomilerde büyümenin en önemli dinamiği, artı değer sömürüsüdür. Marx, kapitalizmin doğası gereği işçi sınıfının emek gücünü kâr elde etmek amacıyla sömürdüğünü belirtir. Türkiye örneğinde de, artı değer sömürüsünün genişlemesi, ekonominin büyümesinde temel bir mekanizma olarak kullanılıyor. Asgari ücretle çalışan milyonlarca insanın emeği, kapitalist sınıfın zenginleşmesi için birer “girdiye” indirgenmiş durumda. Türkiye ekonomisi büyürken, işçilerin daha fazla çalışması, daha düşük ücret alması, güvencesiz ve ağır çalışma koşullarına maruz kalması bu büyümenin görünmeyen maliyetleri olarak göz ardı ediliyor.

Son yıllarda Türkiye’nin büyüme oranları yükseldi; fakat bu büyümenin kaynağı genellikle iş gücünün daha düşük maliyetlerle daha fazla çalıştırılması oldu. Örneğin sanayi ve inşaat sektöründe artan üretim rakamları, işçilerin çalışma sürelerinin artması ve iş güvenliğinden ödün verilmesiyle mümkün kılındı. Artı değer sömürüsü derinleştikçe, kâr oranları artıyor; fakat bu kârlar, geniş işçi kitlesine geri dönmek bir yana, daha da yoğun bir biçimde sermaye sahiplerinin ceplerine akıyor.

Diğer yandan, bir ülkenin nüfusunun artması, ekonominin doğal bir şekilde büyümesine katkıda bulunabilir; fakat bu büyüme aslında halkın refah düzeyinin arttığı anlamına gelmez. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde nüfusun artmasıyla iş gücü piyasasına daha fazla genç katılıyor. Bu yeni iş gücü, düşük ücretle çalıştırılmaya hazır olduğu için sermaye sahipleri açısından maliyetleri düşürmek adına büyük bir fırsat olarak görülüyor. Dolayısıyla, nüfus artışı ile elde edilen ekonomik büyüme, halkın refah düzeyinin artışı anlamına gelmiyor; aksine, daha fazla işçinin düşük ücretlere razı olduğu bir sistemde, sermayenin payı sürekli olarak artıyor.

Adil Bölüşüm: Toplumsal Fazlanın Paylaşımı

Bir ekonomideki büyüme oranlarının yüksek olması, ülke genelinde adil bir paylaşım olduğu anlamına gelmez. Kapitalist sistemde büyümenin nasıl paylaşıldığı, sınıf farklılıklarını derinleştiren ve gelir adaletsizliğini arttıran bir etkiye sahiptir. Türkiye’de ekonominin büyümesi sonucunda ortaya çıkan toplumsal fazlanın nasıl bölüştürüldüğüne baktığımızda, bu fazlanın büyük kısmının sermaye sahiplerine aktarıldığını görüyoruz. Kamu kaynaklarının özel sektöre devredilmesi, devlet destekli teşvikler ve vergi indirimleri, sermaye sınıfının büyüme sürecinde payını arttırırken, emekçi sınıf için hiçbir ciddi iyileşme sağlanmıyor.

Kapitalist bir ekonomide, emekçilerin yarattığı değerlerin büyük kısmı sermaye sınıfına aktarılırken, işçilerin yaşam koşullarında ciddi bir düzelme görülmez. Oysa ki adil bir ekonomide, toplumun tüm bireylerinin büyümeden pay alması, toplumsal fazlanın eşit dağıtılması ve kaynakların en temel ihtiyaçlara öncelik verilerek kullanılması gerekir.

Ekonomik Büyüme mi, Sosyal Refah mı?

Kapitalist ekonomi politikalarının büyüme odaklı yaklaşımı, sosyal refahı göz ardı eder. Türkiye’de büyüme söylemi, işçi sınıfının emeği üzerinden elde edilen kazancın sermaye sınıfına aktarılmasıyla sürdürülen bir “başarı hikayesi” olarak sunuluyor. Ancak sosyal refah, ekonomik büyümeden daha öncelikli bir mesele olarak ele alınmalı. Bir ülkenin kalkınması, yalnızca ekonomik büyüme rakamlarıyla değil, halkının yaşam standartları, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimi, sosyal adalet ve çevre koruma gibi alanlarda elde edilen kazanımlarla ölçülmelidir. Büyüme odaklı politikalar, doğrudan sermaye birikimine hizmet ettiği sürece, halkın sosyal refahını artırmak bir kenara, gelir eşitsizliğini daha da derinleştirir.

Ekonomik büyüme, toplumun tamamı için bir refah artışı sağlamadığı sürece, sürdürülebilir ve adil bir kalkınma yolu olarak görülemez. Türkiye’de büyüme, Erdoğan iktidarı döneminde defalarca bir başarı olarak sunuldu; ancak bu büyümenin büyük bir kısmı halkın emeği üzerinden, artı değer sömürüsüne dayalı bir yapı ile sağlandı. Kapitalist sistemde elde edilen büyüme, işçi sınıfının daha fazla sömürülmesiyle sürdürülebilir hale getirilmeye çalışılıyor. Bu durumda, gerçek refah artışı sağlamak yerine yalnızca kâğıt üzerinde yükselen büyüme oranları elde ediliyor. Gerçek kalkınmanın ancak toplumsal fazlanın adil bir şekilde paylaşımıyla sağlanabileceği açıkça görülmektedir. Ekonomik büyümenin ötesinde, halkın refahı için adaletli bir bölüşüm ve sosyal refahın önceliklendirildiği bir ekonomi modeli, toplumsal barış ve sürdürülebilir kalkınmanın en temel gereksinimidir.