Seçimler yaklaştıkça iktidarın vaatleri artıyor, yapılan işler anlatılırken abartma payı da büyüyor. Şu ünlü modelden başlayalım : Merkez Başkanı’nın açıklamasına göre “Türkiye Ekonomi Modeli felsefesini gerçekleştirme sebebi cari fazla sağlamak”. Dolayısıyla uygulanan politikanın değerlendirilmesinde birinci kriterin bu olması doğal. Ayrıca bu kritere ek olarak enflasyona ve yurttaşların satınalma gücüne ilişkin gelişmeler, büyüme hızındaki değişim gibi ölçütler de doğal olarak analize girmelidir.
Cari fazla sağlamanın temel koşulu dış ticaret açığınızın azalması (dış ticaret fazlası bugün için bir hayal olduğuna göre) ve turizm gelirinizin önemli ölçüde yükselmesi. “Model” kurun yükselmesi ile ihracatın önemli ölçüde artmasını ve dış ticaret açığının daralması beklentisine dayanıyordu. Ne var ki, 2022 verileri bu hedefe yaklaşılamadığını gösteriyor. Ocak-Ekim 2022 dönemine ilişkin on aylık dış ticaret açığı 91 milyarı aşmıştır. Bir önceki yılın aynı dönemindeki 34 milyarlık dış açığa göre artış oranı % 168’dir ! Daha çarpıcı olan gösterge de ihracatın ithalatı karşılama oranındaki (X/M) gelişmedir. 2021’de söz konusu oran % 84.3 iken, bu yıl % 69.7’ye düşmüştür. Sadece Ekim aylarını karşılaştıracak olursak, olumsuz gelişme daha da açıklık kazanmaktadır. Dış ticaret açığı 2021 Ekim ayında 1.5 milyar dolar iken bu yılın Ekim ayında % 400’ü aşan bir artışla 7.9 milyara yaklaşmıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı da % 93’ten % 73’e gerilemiştir.
Yukarda açıklanan veriler ışığında modelin hedeflerine yaklaşıldığını söylemek olanağı yoktur. Buna rağmen Merkez Bankası başkanı iyimser bir yaklaşımla şöyle bir görüşü savunmaktadır: ” Bizim faiz indirim politikamızı dünyadan eleştiriyorlar, ama şu an ne kadar haklı bir noktaya geldiğimiz görülüyor inşallah ve gittikçe de görülecek”. İyimserlikte (veya propagandada) Merkez Bankası başkanını sollayan bakanlar da var. Çok sevdikleri bir ifade biçimi de, çeşitli sayısal verileri sunarken “Cumhuriyet döneminin en yüksek değeri ” (örneğin ihracatı) gibi ifadeler kullanmak oluyor. Bu ifadelerin anlamsız tarafı şu, belirli konularda uzun dönemde artış olması son derece doğal. Örneğin nüfus için “Cumhuriyet döneminin en yüksek nüfusu” ifadesi ne kadar anlamsız olursa, ihracat veya turizm geliri için de aynı derecede anlamsızdır. Bu tür anlamsız ifadeleri sadece iktidar mensupları değil, iktidara yakın gazeteciler de çok rahat kullanmaktalar.
“Türkiye Ekonomi Modeli”nin savunucularının bir iddiası da, kurun ve faizlerin dengeye oturduğu biçimindedir. Dengeye oturduğu ileri sürülen faizler tasarruf sahipleri için negatif reel faiz anlamını taşımaktadır. Tasarruf sahipleri banka mevduat faizinde uzun süredir görülmemiş boyutta bir kayba uğramaktadırlar. Kur korumalı mevduat ise, artık küçük tasarruf sahibi için bir anlam taşımamaktadır.
Modelin mantığı içinde düşük faiz yatırımları teşvik edecek, o da büyümenin ve istihdamın artmasını sağlayacaktı. Yanlış olan beklenti, yatırımları birinci derecede belirleyen değişkenin faiz olduğu iddiasına dayanıyordu. Halbuki çok iyi bilindiği gibi, yatırımları daha çok etkileyen geleceğe ilişkin beklentilerdir (gerek siyasal ortama güven, gerek talebin yüksek olacağı beklentisi). “Faiz sebep, enflasyon sonuç ” iddiası iş dünyasında da, dış finans çevrelerinde de “fazla orijinal” bulunmuştur. Enflasyonun yüksek olması da yatırımları olumsuz etkileyen çok önemli bir veridir.
Son olarak, iktidarın enflasyonla ilgili iddia ve vaatlerine de değinmek gerekiyor. Artık herkes tarafından bilinen bir “baz etkisi” enflasyonu birkaç ay sonra düşmüş gibi gösterecek. Aralık 2021 ve Ocak 2022 aylarında fiyat artışları kurdaki hızlı yükselmenin etkisiyle olağanüstü yüksek çıkmıştı. Bu iki ayın etkisiyle 12 aylık enflasyon da yüksek görünmekteydi. Gelecek Şubat başında artık söz konusu iki ay 12 aylık hesaptan çıkacağı için bu süreye ait enflasyon düşmüş gözükecek. (Eklemeye gerek olmayabilir, yine de de vurgulayalım , enflasyon fiyatlar genel düzeyindeki artış hızı demektir, dolayısıyla enflasyon düşecek derken, sadece fiyatların artış hızı düşecek, fiyatlar artmaya devam edecektir).
Bu konuya ışık tutabilmek için, bakmamız gereken gösterge aylık fiyat artış hızlarıdır. Son aylara ait veriler çok iyimser olmaya izin vermiyor. Temmuz % 2.37, Ağustos % 1.46’dan sonra net bir artışla Eylül % 3.08, Ekim % 3.54, Kasım % 2.88. Üstelik Kasım ayında gıda maddeleri fiyat artışı % 5.75. Bu sayılar, baz etkisine rağmen enflasyonun yüksek bir seviyede süreceği anlamını taşıyor.
Özellikle enflasyon konusunda iktidar ve yandaş medya olayı tüm dünyada hakim bir sorun olarak sunmakta ısrar ediyorlar. Toplumun bir kesimi artık biliyor ki, Türkiye dünyada sadece Arjantin’le birlikte en yüksek enflasyona sahip. Onun dışında Avrupa ülkeleri arasında % 10’u aşan ülke çok az, bir tek Polonya’da % 15’e yakın. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda da Türkiye’nin hayli gerisinde.
Batı ülkeleri ile karşılaştırmalarda gerçeği fazlasıyla zorlayan bir iddia da, o ülkelerde rafların boş olduğu ve Türkiye’ye göre daha büyük bir sıkıntı içinde oldukları iddiası. Seçimler yaklaştıkça gerçek dışı beyanların artması büyük bir olasılık, bir şeye yarar mı, geri mi teper, göreceğiz. Herşeye karşın yurttaşların gözüyle gördüğü ve yaşadığı gerçekler bugünden çok farklı olmayacak.
- Osman Kavala 2500 Gündür Hapis - 4 Eylül 2024
- Bir Televizyon Tartışması Amerika’yı Sarstı - 28 Haziran 2024
- Enflasyon Düşecek, Ama Fiyatlar Değil - 3 Haziran 2024