Karl Marks ve Friedrich Engels’in, bilimsel sosyalizmin temellerini atarlarken ifade ettikleri gerçek: İnsanlık tarihi sınıf çatışmalarının tarihi olmuştur gerçeğidir. İnsanlık tarihimizi tüm ayrıntılarıyla incelediğimizde, bilimsel sosyalizmin altyapısı olan bu gerçeği her zaman görebilmekteyiz. İnsanın toplumsallaşması ve üretici güçlerle gruplara ayrılması, insanlık tarihimizin sınıf çatışmalarının başlangıcı olmuştur. İnsan toplumsuz yaşayamayacağı için ve toplum olmadan bizler insan olamayacağız için toplum bizleri var eden tek kurumumuz olmuştur. Üretim olanaklarının insan ihtiyaçlarını bireysel ve toplumsal olarak fazlasıyla karşılaması sonucu, toplumun özel mülkiyet birikimiyle ırklara ayrılması ve bu ayrışma sonucu dinsel inançların çeşitlilik göstermesi, sınıf kavgalarını ve sömürü ilişkilerini oldukça güçlendirmiştir. İnsanlık, tarihte özel mülkiyet düzeniyle ne kadar büyük bir zenginliğe ulaşmışsa, bir o kadar da büyük ve korkunç yıkımlar yaşamıştır.
Tarımla tanışan insanlığın, üretici güçlerini ilerleterek, gittikçe endüstriyel üretim koşullarına sahip olması, toplumları ilkel komünal yaşamdan, uygarlık hayatına doğru ilerletmeye yönlendirmiştir. Toplumlar yavaş yavaş modern dünyanın burjuvazi yönetimiyle, kölelik düzenin hazırlayıcısı olmuşlardır. İşbölümünün çoğalması, artan işbölümüyle sınıf çatışmaları, kapitalizmin bilimsel zeminini hazırlamıştır. İnsanların altyapı ve üstyapı kanunlarını belirleyen üretim güçleri ve ilişkileri, insanların sanat düşüncelerinin içeriklerini de oluşturmuştur. Tarihin tozlu sayfalarını karıştırdığımızda; Yunan sanatının ve biliminin başlangıç koşullarının, Yunan devletinde oluşan kölelik sisteminin olduğunu görüyoruz. Acının, ezilmenin, emeğin ve üretimin olduğu her yerde, sanat, zanaat ve bilim insanlığın koşullarıyla aynı oranda gelişmiştir. İnsan emeğinin üretkenliği, toplumları; bilim, sanat, hukuk ve felsefe alanlarında büyük gelişmleri doğurmasına sevk etmiştir. Bütün bu ilerlemelerin oluşmasını sağlayan işbölümü, insanlık tarihinin gelişmesinin yanında daha önce de belirttiğim gibi, kölelik sisteminin ön koşulları olmuştur. İnsanların ürettiği ve varettiği birçok şey karşısında ücretli bir işçi konumuna düşmesinin asıl nedeni budur. Bu yüzden burjuvazinin, insanlığın uygarlık aşamasında önemli derecede devrimci rolleri olmuştur. Burjuvazi kendi özü gereği bütün feodal ve ataerkil ilişkilere son verip insanı yalın, kişisel çıkarlarına göre yaşatan, duygusuz ve nakit alışverişler yapan bir araç haline dönüştürmüştür. Kişisel değerleri meta’nın mübadele değerlerine çevirmiştir. Bunun için uygarlık hayatıyla birlikte burjuvazi saygı duyulan bütün sanatları, zanaatları ve meslekleri saygı konumundan uzaklaştırıp, bu alanlarda uğraşan akıl ve kol emekçilerini ücretli işçisi yapmıştır. Burjuvazinin emperyalist ağlarını her tarafa yaymasıyla toplumlar kendilerine yabancılaşmış, bireysel ve toplumsal ilişkiler bütün komünal değerlerinden arındırılmıştır. İnsanlığın evrensel değerlerinin yerine; bölgesel, ulusal ve bireysel çıkarlar hâkim olmuştur. Evrensel edebiyatta, Dünya Klasiklerinin hayatımızdaki yerini ve önemini yaşadığımız sınıflı toplum gerçeğiyle daha iyi anlayabilir ve benimseyebiliriz.
Dünya Klasikleri, ulusal ve bireysel çıkarlardan bağımsızca yazılmışlardır. Evrensel değerleri ön plana alarak kaleme alınmışlardır. Bireysel çıkarlar ve bencil tutumlar Dünya Klasik eserlerinde, toplumsal çöküşün kriz nedenleri olarak her zaman vurgulanmıştır. Kabileci ve ulusal yaşamın içinde varolmuş yerel değerlerin aslında, tarihte insanlık ailesinin ürettiği ve yaşadığı değerler olduğunu Dünya Klasiklerinin bir çok yapıtlarında görebiliyoruz. Kapitalist sistemin egemen halkı olan burjuvazinin, kendi kurtuluş koşullarının eseri olan, modern toplumu varetmesi için, sınıf çatışmalarını nasıl tetiklediğini Dünya Klasiklerinde anlatılan yaşam deneyimlerinden sayfalarca okuyabiliriz. Araştırılıp bakıldığında, Dünya Klasiklerini yazan bütün yazarların varlıklı bir hayat yaşamadıkları doğrudur. Örneğin: Emile Zola, Dostoyevski, Victor Hugo ve isimlerini defalarca çoğaltabileceğimiz bir çok usta kalemler, burjuvazi yazarlarının sahip olduğu ekonomik refaha hiçbir zaman sahip olamamışlardır. Nedeni çok açık olan bu dikkat çekici durumun asıl sebebi, Dünya Klasik eserlerinin yazarları, kapitalist sistem içinde bir tehdit unsuru teşkil etmesindendir. Gerçekçiliğin gelmiş geçmiş en büyük ustalarından biri olan Balzac, Fransız sosyetesinin gerçekçi bir tarihini vererek 1816 ile 1848 yılları arasında soylular topluluğuna karşı gelişen burjuvazinin, gittikçe artan baskısını bir tarihçi gibi anlatır. Burjuvazi toplumunun varlıklı bir yaşam içerisinde, sonradan görme bir ahlakla, yozlaşmış ve çürümüş yaşamını çok iyi bir şekilde yazmıştır Balzac.
Victor Hugo’nun ‘’Sefiller’’ adlı yapıtını okuduğumuzda, yasa ve merhametin doğasını tüm incelikleriyle görebiliyoruz. Fransa tarihini, Paris mimarisini, kentsel tasarımı, siyaset ve ahlak felsefesini, adalet, din, ailevi ve romantik sevginin türlerini ve doğasını Hugo özenle ele almıştır. Sefiller romanı birçok alt konuya yer veren ama ana konusu dünyada iyilik yapma gücü bulan ama sabıkalı geçmişinden kaçamayan eski mahkûm Jean Valjean’ın hikâyesidir. Eser okunduğu zaman sınıflı toplumların bir çok çarpıcı yanı çok acı bir şekilde görünür.
Dostoyevski’nin romanlarından biri olan ‘’Suç ve Ceza’’ okunduğunda: Fakir bir genç olan Raskolnikov’un , başarılı olmasına rağmen hukuk fakültesini maddi sebeplerden ötürü yarıda bırakmak zorunda kalması, parayla ne yapılacağını bilmeyen, insanlık ailesine parazit olan aşağılık insanların elinde iken, toplumun gelişmesine büyük katkılar sağlayabileceklerin para sıkıntısı çekmesinin yanlış olduğunu düşünmesi, bu yanlışlığı düzeltmek üzere yaşlı ve zengin bir kadın tefeciyi ve görgü tanığı bırakmamak için onun kız kardeşini öldürmesini, kimsenin kendisini görmediğini ve geride çok büyük bir olasılıkla bir iz kalmadığını bildiği halde, bazı tesadüflerin sonucunda Raskolnikov’un müthiş bir tedirginlik içine düşmesi; insanlığını, masumiyetini yitirmesini, temiz kalpli ve fedakar Sonya’ya suçunu itiraf eden Raskolnikov’un polise teslim oluşunu ve cezasını çekmek üzere Sibirya’ya gönderilişini akıcı bir yazım teknğiyle; eşitsiz bir toplumun acımasız ve çökmüş halini, bilinçli insanların nasıl harcandığını günlük hayatımızda da bir çok şeyi şahit kılarak okuyabiliriz.
Türk edebiyatımızda, Dünya Klasikleriyle aynı sorumluluğu taşıyan ve aynı bilince sahip olan: Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Sabahattin Ali ve isimlerini çoğaltabileceğimiz bir çok üstatların eserlerini ‘’yegâne’’ Dünya Klasikleri eserlerine katabiliriz. Örneğin, Yaşar Kemal’in: İnce Memed romanı, hemen hemen bütün dünya dillerine çevrilmiş; feodal düzeni anlatan çok önemli bir eserdir. Ha keza, Orhan Kemal’in Hanımın Çiftliği aynı şekilde bir çok dile çevrilmiş; sınıflı toplumun gerçeklerini çok iyi anlatan kıymetli bir eserdir. Benim düşünceme göre bu eserlere Türk edebiyatı demek yanlıştır. Dünya Klasikleriyle aynı içeriğe sahip bu eserler ulus kimliği altına sığdırılamaz. Bu eserler dünyanın her tarafında yaşanan, feodal ve köleci sisteme bir başkaldırı mahiyetinde oldukları için bu tür eserleri ulus ismiyle kimliklendirmek, eserlerin özgünlüğüne hakarettir. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde devletin ve iktidarın egemenliği altında yazılmış, ulusa hitap eden yerel eserlere Türk edebiyatı denmesi, eserlerin yazılış amacıyla uyumlu olduğundan bu tür eserleri bir ulus ve inanç sınıfı içinde değerlendirmek yanlış olmaz diye düşünüyorum.
Dünya Klasiklerimiz, yaşamın ve insanın en kutsal hazineleridirler. Çocuklarımız için hazırlanmış ve büyükler için yazılmış, Dünya Klasikleri okunmalı ve okunmaya teşvik edilmelidirler. Modern (emperyalist) sistemin ürettiği eserler, sadece kendi çevreleri olan burjuva topluluğuna hitap ederler. Dünya Klasikleri, burjuvazinin varlığını sürdürebilmesi için, emekçi kitleleri nasıl kullandığını ve emekçi toplumların bunun için neler yapmasını gerektiğini açık bir şekilde dile getirirler. Burjuvazi yazarları, yazı ve sanat işlerini bir araç ve geçim kaynağı olarak görürler. Sosyalist bilince sahip olan Dünya Klasikleri yazarlarımız ise, yazı ve sanat işini bir amaç için ve topluma hizmet olarak yaparlar. Dünya Klasiklerinin bu kadar içten ve ölümsüz olmasının başlıca sebeplerinden biri de budur. Dünya Klasikleri hakkında açıklama yapan Yazar ‘’Italo Calvıno’’nun bir kaç düşüncesini paylaşmak istiyorum:
‘Klasikler, insanların, hiçbir zaman “okuyorum” demedikleri, genellikle “yeniden okuyorum” dedikleri kitaplardır.
Klasikler, öyle kitaplardır ki, onları okumuş ve sevmiş olanlar için alabildiğine değerli bir deneyim oluştururlar; ama, en çok tadını çıkaracakları duruma geldiklerinde okuma fırsatını saklı tutanlar için de aynı ölçüde zengin bir deneyim olarak beklerler.
Klasik, ilk kez okuduğumuz zaman bile, daha önce okuduğumuz bir şeyi yeniden okuduğumuz duygusunu veren kitaptır.
Dünya Klasikleri hakkında Yazar Bacon’unda çok önemli bir tespiti vardır. Bacon’un, Dünya Klasikleri hakkındaki tespitleri şöyledir: “Edebiyatta en eski yapıtları, bilimde ise en yeni yapıtları okumak gerekir.” Aktardığım sözün işaret ettiği gerçek; edebiyatta klasiklerin vazgeçilmez yapıtlar olduğu ve yazınsal okumalarda klasik yapıtların öncelenmesinin gerekliliğidir. Klasikler, akıp giden zaman içinde kalıcı izler bırakabilmiş, tüm insanlığa seslenen ve insanlığın temel değerlerini işleyen, geleceğe kalma olasılığı yüksek yapıtlardır. Edebiyatta bu yapıtların kaynağı Klasisizm akımıdır. Klasisizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik ve görkemliliktir. Bir eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir.”
Dünya Klasikleri özgün eserlerdir. Halkların anonim gerçekleridirler. Bu yüzden içinde barındırdıkları konular ezilen halkların toplumsal sorunlarıdırlar. Dünya Klasikleri, sömürgeleşen toplumların bağrında yetişen ‘varoşları‘‘ anlatmakla birlikte, varolan ‚‘varoş‘‘ kitlesinin psikolojik ve sosyolojik sebeplerini de tüm çıplaklığıyla anlatırlar. Kapitalist sistem içerisinde yeniliklerini koruyan Dünya Klasikleri, egemen sınıfın maksatlı politikalarıyla, modern dünyanın uyuşturucu etkisi veren edebi eserleriyle unutturulmaya çalışılsa da, sınıf savaşlarının çürütülemez boyutları, Dünya Klasiklerinin her zaman sesi, dili olmuştur. Dünya Klasikleri ezilen halkların vicdanıdır. Emperyalist sistemde yazarlar, sistemin sanatsal rekabetçileri olup, yazarlığın ve düşünce adamlığının taklitçileri olmalarına rağmen, Sosyalist bir dünya için, sosyalist aydınlar tarafından kaleme alınmış eserler günden güne güçlerini artırmaktadırlar. Çünkü sanat, emeğin birikimi ve ürünüdür. İnsanlık tarihimizde; edebiyat, sanat ve zanaat insanlığın emek olgusuyla vücut bulmuştur.
- Devletin politika anlayışı - 1 Ağustos 2022
- Popülist siyaset - 25 Temmuz 2022
- Atatürkçülük - 18 Temmuz 2022