Diyap Ağa Üzerine Tarihi Gerçekler

Son yıllarda derin devlet tarafından bilinçli olarak Diyap Ağa öne çıkarılıyor. Diyap Ağa fırtınası, furyası estiriliyor. Bazı Dersimli politikacılar da bu fırtınaya sahip çıkarak devlete selam çakıyorlar ve kendini garantiye alıyorlar. Diyap Ağa ile kan bağı olmayanlar bile görsel veya yazılı basında “Ben Diyap Ağanın torunuyum,” diye bangır bangır bağırıyorlar. Bu algı operasyonunu yaratan derin devlet de memnun, satın alanlar da. Yani moda deyimle: “Kazan kazan” durumu.

Sorun sadece bundan ibaret olsaydı, bu açıklamayı yapmazdım. Ayrıca son yıllarda bazı Dersimli aydınlar da Diyap Ağa Devletle Dersim arasında denge unsuruydu diye görüşler ileri sürüyorlar. Bu açıklama bir ihtiyaç oldu…

1852-1935 yılları arasında yaşamış olan Diyap Ağa’nın kendisinin ve ailesinin başına gelen tarihi olayların; tarihi gerçeklerin açıklanması bir ihtiyaç haline geldi. Çünkü tarihte Diyap Ağa ve soyunun yaşadığı gerçekler açıklanırsa hem yolumuz aydınlanır, hem de Dersimliler geleceğini daha iyi görebilirler…

1938’DEKİ Dersim TERTELE’sinden üç yıl önce hakka yürüyen Dİyap Ağa’nın yaşamındaki önemli tarihi olayları; sizler için tarihi bir takvim gibi tek tek sıralayalım. Bu yazıyı bir nevi “Diyap Vikipedi” diye düşünebilirsiz:

Babasını erken kaybeden Diyap Ağa genç yaşta aşiretin başına geçer.

YIL: 1895’te Çemişgezek’te Ova köylerinin talanına katılan Diyap Ağa Yerits Akrak’a(Sekrek) gelir. Sofraya otururlar. Kızılbaş komşularının kültürünü iyi bilen ve darda kalmış olan Ermeniler o gün yeni doğmuş olan Gazaros bebeği Sofrada bulunan Diyap Ağanın kucağına verirler ve kivra olmasını isterler. Ağa gönülsüzdür ama Kızılbaş kuralları gereği olarak bu kivralığı kabul etmek zorundadır. Ağanın bu köyde misafir olduğu günde çocuğun doğmasında bir hikmet vardır. Kivralığı ret etse Ağanın itibarı zedelenir.

Ağa bir adamı ile alnı süzmeli atını köyde bırakır. Talana gelenleri Ferhatanlı Diyap ağanın adamı bu atla karşılar. Ve bu köy soyulmaktan kurtulur. Aynı yıllar Dersim ve çevresinde ovalık bölgelerdeki yüzlerce Ermeni köyü soyulur. Okulları, kiliseleri yıkılır. Bu köy ise kivralık sayesinde kurtulur. Ama haraç vermekten kurtulamazlar bu köyün Ermenileri. Köydeki zengin her aile Diyap Ağaya her yıl üç altın verir. Ayrıca bu köy her yıl üç kile(450 kilo) bulgur aralarında toplayıp vermek zorunda kalırlar. Diyap Ağa 1908 yılında Diyarbakır zindanına atılana kadar bu haraç verme işi devam eder.(Çemişgezek ve köyleri, Hampartsum Kaspanyan, 1969 Erivan.)

1908 yılında tutuklanan ve Diyarbakır zindanına atılan yedi Dersimliden İdare İbrahim Ağaya ömür boyu hapis cezası verir Osmanlı kadısı. Birkaçına beş on yıl ceza verir. Diyap ağa ve diğerleri ilk mahkemede bırakılır. Ömür boyu hapse mahkum olan İbrahim Ağa ise bir iki yıl sonra bu zindandan kaçıp yaya olarak dağlardan yürüyerek haftalar sonra Dersim’e ulaşır.

YIL: 1914 Diyap Ağa Kırxan aşiretinin güzel Sin köyünü ve verimli topraklarını silah zoruyla almak ister. Ağanın bekâr oğlu Hasan devletin jandarmalarıyla birlikte Sin köyüne baskın yapar. Bu çatışmada Hasan Ağa vurulur. Ölünün anısına Baytar Nuri’nin babası olan Çollik’e bir ağıt yazdırır Ağa. Bu evlat acısı babayı aşırı üzer.

YIL: 1914-1915 “tehcirinde” ırkçı İttihatçıların adamlarından Kaymakam Rüştü Bey, Binbaşı Hüsnü Bey, Savcı Şükrü Bey Çemişgezek’te önemli rol alırlar. Ferhatanlı Diyap Ağa ile ceza evinden kaçmış olan Kocanlı İbrahim Ağaya Ermeniler konusunu görüşmek üzere Kaymakam rüştü Bey tarafından elçi gönderilir ve makamına çağrılırlar. Kaçak olan İbrahim ağa silahlı adamlarıyla tedbir alarak Kaymakam Beyin Makamına gider. Makamda Binbaşı Hüsnü Bey ve Diyap Ağa da vardır.

Kaymakam ile Binbaşı bölgenin en güçlü iki aşiret liderine: “Buyurun siz Ermeni köylerinin mallarını soyun. Gerisini bize bırakın. Biz onları sürgüne göndereceğiz. Sonra size de on tane Ermeni köyü verebiliriz,” diye teklif sunarlar. Birinci Dünya savaşı devam etmektedir. Osmanlı ordusu yedi cephede savaştığı için Çemişgezek’te Dersimlilerin silahlı gücüne acil ihtiyaç vardır.

İdare Ağa bu teklifi ret eder. Diyap Ağa ise devletle işbirliği yapmayı kabul eder ve “tehcir” sürecinde kendine sığınan 13 Ermeniyi devletin askerlerine teslim eder. Askerler bunları köyün karşısınndaki ormanlık bir yerde kurşuna dizerken sadece bir tanesi kaçar kurtulur. (Amerika’daki Çemişgezekli Ermeniler derneğinin üyeleri hatıralarına bunları yazarlar.)

1915 Ermeni “Tehciri” sonrasında Diyap Ağa’ya 12 tane Ermeni köyü verilir. Ayrıca Diyap Ağa Kendi köyündeki Ermenilerin tapulu tarlalarına da 1915’te zorla el kor. Mal mülk sahibi Ermeniler ağanın marabası olurlar. Kendi köyündeki Ermenileri öldürmez ama onların canına okur Ağa. Aynı belgeler de Diyap ağanın Ferhatan aşiretinden olan Kücük Ağanın ise Ermenilere çok sahip çıktığı ve iyi davrandığı da yazılıyor. (Bu da yazarların olayları tarafsız yazdığının göstergesi olabilir.)

YIL 1918 İngilizler İstanbul’u işgal eder. Tahtını kurtarmak isteyen Padişah bir fermanla Ermenilere sahip çıkılmasını emreder. Ortam Ermenilerin lehine döner. Zarar verenlerin tutuklayıp yargılamaya başlarlar. Bir kaç kişi idam edilir. 1918’de Diyap Ağayı da tutuklanma korkusu sara. Aynı günler üç Ermeni belki de öldürülen 12 Ermeninin öcünü almak için bir gece yarısı Diyap’ın konağına baskın yapar ama köylüler tarafından yakalanırlar. Ağa zarar görmez.

YIL: 1919’da Diyap Ağa Sivas kongresine katılır. Çünkü Mustafa Kemal kazanırsa Diyap Ağa yargılanmaktan kurtulacak ve Ermeni köyleri kendine kalacaktır.

YIL: 1920’nin 23 Nisanında ilk Meclis’te Mebus olur. Ermeni köylerindeki yarıcıların alın terlerinden biriken gelirleri birde mebus maaşıyla birleşince Diyap Ağa Dersim’de maddi olarak güç sahibi olur.

YIL: 1922’de Diyap Ağa Koçgiri katliamı sonrasında arabuluculuk yapar.

YIL: 1922 Yunan ordusunun toplar sesleri Ankara’dan duyulduğu günlerde bazı vekiller TBMM’nin Kayseri’ye taşınmasını isterler. Diyap Ağa gür sesiyle: “Biz buraya kaçmaya mı geldik……… gibi sözlerle taşınma işine şiddetle karşı çıkar.

YIL: 1926 devlet Kocıc aşiretine karşı Mustafa Muğlalı komutasında askeri hareket başlatır. Kocanlar tüm aşiret ve ezbetleriyle, davar dolukla Ali Boğaz deresine çekilir. Mustafa Muğlalı ve yanındaki subayları 40 gün Diyap Ağanın Akarak’taki (Ekrek) konağında yatar ve beslenirler. Ali Boğaz deresine saldırırlar. Erzak yetişmeyince Diyap Ağa kendi ambarından askerlere de yiyecek verir. Çatışmalarda 31 er, bir subay ölür. Ama Kocıcları teslim alamazlar. Kış soğukları başlayınca asker çekilip giderler. 1926’dan önceki yıllarda Kocan aşireti de Ağanın köyünü silahlı baskınla almak istemişti. Ağalar arsında toprak savaşları vardı. (NOT: Diyap Ağanın 100 yaşını aşmış torunu olan Yusuf Yıldırıma Ağa Mustafa Muğlalı’nın askeri hareketine şahittir. Hâlâ Çemişgezek’te yaşamaktadır ve zekası sapasağlamdır.)

1926’daki Ali Boğaz çatışmasından sonra askerleri öldürdü diye aranan 12 Kocanlı aralarında kivralık olan Germili Kaymakamının: “Artık çatışmalar bitti, size bir şey yapmazlar, gidin Harput’ta ifadenizi verin ve geriye gelin,” gibi sözlerine inanırlar. 12 saf Dersimli ifade vermek için Harput’a giderler. Başta Qopo Husen’in abisi Noro olmak üzere hepsi “Elazığ Şıra Meydanında” idam edilirler. Kocanlar bu hileden dolayı Germili Kaymakamını öldürürler.

Diyap Ağanın oğlu Veli Ağa da o yıllar Çemişgezek-Vaskıvan Nahiyesi müdürüdür. 12 kişinin idamından önce bu Harput cezaevine giden Veli Ağa idamlık Nuro’ya kötü laflar eder. Bu kötü laflar Noro’nun kardeşi Kocanlı Qopo Husen’e Harput’tan biri kanalıyla ulaşır. Diyap Ağanın evli oğlu Veli Ağa idamlardan sonra bu kötü sözleri nedeniyle Kocanlı Qopo Husen tarafından Çemişgezek’in bir kahvesinde öldürülür.

YIL: 1938 Dersim TERTELESİ sürecinde askeri saldırıdan kaçan kocan aşiretinden 10 kadın ve bir yaşlı erkek Diyap Ağanın Ekrek köyünde dağdaki bir mağaraya saklanırlar. Diyap Ağa ölmüştür. Torunu Kenter askerliğini yeni bitirmiş ve köyün muhtarıdır. Mağara da günlerce aç kalan bu zavallı kadınlar Dağdaki davar çobanıyla köyün muhtarı olan Kenter’e haber gönderip ekmek isterler. Kenter bu zavallı silahsız kadınlara çobanıyla gizlice yiyecek gönderir.

Dürbünle dağları seyreden askerler bu kadınlardan birini mağara önünde görürler. Mağarayı basıp zavallı kadınların ellerini bağlarlar. Kenter’in yiyecek gönderdiğini bu kadınlardan öğrenirler. Diyap Ağanın torunu Kenteri ve Oğlu Mahmut Ağayı bu kadınlara ekmek verdikleri için o gün jandarmalar bir binbaşının verdiği emirle kurşuna dizerler. Ölülerini yakarlar. Mebus Diyap Ağanın öldürülen bu oğlu ile torununun mezar yerleri bile yoktur. Oysa bu ikisi istiklal mahkemesine gönderilse “silahsız sivil kadınlara” yiyecek verdiği için değil idam; belki ceza bile verilmezdi. İktidarlara yağ çekenler her ne hikmetse bu acı olayları hep es geçerler.

Aynı günler diğer yüzlerce Dersim köyleri gibi Mebus Diyap Ağanın konağı ve köyü de yıkılır, yakılır. Sağ kalanları sürgüne gönderilir.

Ve yine aynı yıl yani 1938’de Diyap Ağanın mezar taşları bile jandarmalar tarafından kırılır.

Yine 1938’de idam edilen Sey Rıza ise Diyap ağanın damadıdır. Sey Rıza’nın idam edilen bir oğlu ile öldürülen çocukları Diyap Ağanın öz torunlarıydı. İktidarlara yağ çekenler her ne hikmetse bu acı olayları hep es geçerler.

YIL: 1985 Şiddet olayları dolayısıyla Ali Boğaz ve çevresindeki Kocıc köyleri sürgüne gönderilir.

YIL: 1994 Dersim’in dağlık bölgelerinden yüzlerce köy sürgüne gönderilir.

YIL: 1995 ler; Tunceli Valisi devlet erkânıyla ve jandarmalarla Diyap Ağanın köyüne gider. Diyap Ağanın geride kalan akrabalarının ve benim zavallı köylülerimin de katıldığı büyük törenle Diyap Ağanın mezarı yapılılar. Tansu Çiller aynı günler TV ekranlarında: “Ey Diyap Ağanın torunları, Ey Tunceliler…” diye nutuk atamaya başlar ve devletle Diyap Ağa arasındaki iyi ilişkileri anlatır.

Böylece köyü, konağı yıkılan yakılan, oğlu ile torunları suçsuz yere kurşuna dizilen ve kendi mezar taşları bile jandarmalar tarafından kırılmış olan Diyap Ağa yeniden devlet tarafında hatırlanmış olur. Dıyap ağanın ailesine, Peyik köyündeki yakın akrabalarına, soyuna, aşiretine yapılan zulüm ve zalimlikler görmezden gelinir. Akıtılan kan ve göz yaşlarına değinmezler…

Baştan beri okuduğunuz gibi cumhuriyeti, Atatürk’ü destekleyen Mebus Diyap Ağanın köyü yıkılır yakılırken; çocukları, torunları kurşunlanırken hem mebusun hem de soyunun onurlarıyla oynanmıştır! Mezar taşları kırılırken bu mebusun ruhu rahatsız edilmiş ve aşağılanmıştır. Diyap Ağa ve evlatlarının başına gelenler en ağır, en acı trajediyle bile anlatılamaz! Devlet erkânı tarafından silahlı askerlerle birlikte yapılan mezar törenine katılan Diyap Ağanın orda bulunan akrabalarının ne acılar çektiğini, nasıl kahrettiklerini, nasıl sabrettiklerini sizler düşünün! 1938’de bu mezarı yerle yeksan eden askerlerdi; aynı mezar yapılırken silahlı askerler yine etrafı sarmıştı! Dersimliler böyle bir devlete BABA mı demeli? Yoksa CEBERUT devlet mi demeli?

Volkan Konak bir türküsünde: “Herkesin bir derdu var, durur kendu içinde,” diyor. 1938’zi yaşamış olan Diyap Ağanın akrabası Peyikli Perihan Hatun yetmiş yıl sonra TBMM Dersim komisyonuna şahit olarak bilgi verdiği sırada içinde biriktirdiği dertlerden dolayı ağlamıştı herhalde. “Dersim Dile Geldi” romanını yazmak için dinlediğim 1938’in yaşlı şahitlerinin istinasız hepsinin de konuşurken mutlak gözyaşları aktı. Ben de defalarca ağladım.

Burada bir noktayı belirteyim: Diyap Ağaya sahip çıkan Türk milliyetçileri bilmeli ki; Diyap Ağa Ermeni topraklarını, köylerini almak için devlete yanaştı. Her ağa gibi o da toprağı severdi. Toprağa düşkün olan diğer ağalardan bir farkı yoktu. Çünkü Ağaların şanı, şerefi, otoritesi topraktan aldığı verime, güce bağlıdır.

Dersimli bir Kızılbaş ve ana dili Kırdaş-kırmanc-Zaza olan, yarım yamalak Türkçe bilen Diyap Ağa’nın milliyetçi ve ırkçı bir Türk olduğunu ileri sürmek bir komedi olsa gerek.

Diyap Ağayı yakından tanıyan dönemin Türkçü yazarı Naşit Hakkı1925’lerde: “Mustafa Kemal’in korkusu kalbine öyle yerleşmişti ki,” diye yazıyor. Eğer Diyap Ağa Türk milliyetçisi ise Mustafa Kemal’den niye korsun ki? Aynı yıllar Şığ Saitle ilişkisi var gibi bahaneyle Dersim eski Mebusu Hasan Hayri asılmıştı. Böyle bir ortamda da korkmak elbetteki doğal bir insani duygudur.

1995’lerde Tansu Çiller’in TV ekranlarında “Ey Diyap Ağanın torunları diye nutuk attığı günlerden beri Diyap Ağa üzerinden devlete selam çakmak bir moda oldu. Diyap Ağayı övenler devlete: “Ben senden yanayım,” demek istiyorlar. Yine korku denilen insani duygudan olsa gerek.

Ayrıca1938’zi yaşamış muti aşiretlerden olan bazı kişiler de tarihten haberi olmayan günümüzdeki sözde aydınlar ve politikacılar gibi konuşuyorlar. Tüm aşiretler teslim olsaydı; katliam olmazdı diyorlar. Bunu diyen acılı Dersimliler hemen arkasından: “Direnen aşiretlerden kurtulanlar çok, hepsinin ocakları tütüyor; oysa teslim olan aşiretler ise topluca kurşunlandı ve bir çoğunun ocakları söndü,” diyorlar. Acaba bu söylenenlerden ortak bir doğru çıkabilir mi? Askerlere bir kurşun atmadan teslim olan birçok aşireti bu devlet niçin çoluk çocukla birlikte kurşuna dizdi? Bu zalimliğe mantıklı bir cevap bulunabilir mi?

Ben bu yazıyla sadece bazı tarihi gerçekleri özetleyerek ilgilenenlere sunmak istedim. Ağır baskılar altında kalan, korkular içinde yaşayan bir dönemin insanlarına basit yoldan damga vurma; “hain” deme niyetinde değilim.

Ama baskılardan, korkulardan veya başka sebeplerden dolayı devlete yanaşan “muti aşiretler” eğer denge unsuru olarak kabul edilirse; dört asırlık şanlı direniş ne olacak? Direnen aşiretler yanlış yola mı sapmış oluyorlar? Eğer direnenler yanlış yapmışsa “Dersim’in dört asırlık şanlı direnişi” demeye devam edebilir miyiz?

Bir noktayı daha hatırlatayım: 1938’de altı aşiretin direndiği yazılıyor. Oysa şeriatçı Osmanlının dört asırlık saldırılarına karşı Dersim’de direnen Kızılbaş aşiretlerinin sayısı bayağı fazladır. Anadolu’da direnen Türkmen aşiretlerinin sayısı ise kat be kat fazladır…

“Dersim’e saldıranlar mı haklı? Dersim’de direnen aşiretler mi haklı?” “Amerika kıtasına saldıran Beyaz adam mı haklı, yoksa direnen Kızılderililer mi, yerli halk mı haklı?”

Bu ikilemi, bu zıtlıkları her kesimden Dersimli aydınların katılacağı geniş bir toplantıda birkaç gün tartışılıp bir sonuca varılması ihtiyaç haline gelmiştir sanırım. Dersim davasına ilgi duyan Dersimliler ve Dersim dostları bu konudaki görüşlerini açıklarlarsa; yapılması düşünülen böyle bir toplantının ilk adımları atılmış olur…