Bu neden sürekli benim başıma geliyor diyorsan eğer, bir Şaman öğretisi şöyle der: “Ders, sen öğrenene kadar devam eder”
Bu yazıya 9 Şubat’ta başlamıştım. Ama çok üzgün ve öfkeliydim. Olayın sıcaklığı yüzünden tamamlamayı erteledim. Özellikle de ilk günlerin öfkesine yenilip duygu ve düşüncelerimi tam olarak ifade edemeyeceğimden korktum. Umarım rasyonel ve soğukkanlı bir biçimde bitirebilirim.
6 Şubat sonrasında, felaketin büyüklüğüne bakarsak ne biz eski biziz ne de Türkiye eski Türkiye olabilir. Olmamalıdır da.
Bu topraklarda, bu yaşananlar, doğal afet, Allah’tan gelen felaket, facia, kader, fıtrattır yönetenler için, öyle midir? Bunun bir tek adı var. O da koyu cehalet ve bilime sırtını dönmek.
Siyaset yapmayın bu zamanlarda deniyor. Aksine tam da siyaset yapma zamanı. Bir yerde yaşam ve ölüm varsa orada siyaset vardır, olmalıdır. İnsan yaşamını savunmadan daha öte ve meşru bir siyaset yapma nedeni olabilir mi?
Sorumluların sorumluluklarını üstlenmelerini, bu sorumluların siyasi olarak hesap vermesini talep edeceğiz. Etmeliyiz. Hesap verilebilirlik tam da siyasetin konusudur. Adalet istemek, bilim, aklın ve hukukun üstünlüğünü savunmak siyasettir. İktidar karşısında, egemenler karşısında yurttaş hakkını savunmaktır siyaset. Savunacağız.
Çuvaldızı kendimize de batıracağız. Kendi kendimize soracağız. İmar Barışı Tanıtım Film’inde dendiği gibi “ha yıkıldı ha yıkılacak korkusuyla yaşanan” evleri için de devletle helalleşen bizlerde sorumlu değil miyiz?
Bu köşede insana ve sevgiye dair umutlu şeyler yazmaya çalışıyorum.
Deprem yağmacılarını, depremzedelerin gelmesi dolayısıyla fırsat bu fırsat deyip kiralara fahiş zaman yapan ev sahiplerini, temel ihtiyaç maddelerini fahiş fiyattan satmaya kalkan felaket fırsatçılarını, sorumluları aklayıp paklamaya çalışan, yalanlar üzerinden algı yaratmaya çalışan her kesimden trolleri gördükçe umudum azalıyor. İnsanlık enkaz altında kalmış gibi hissediyorum.
Nuri Bilge Ceylan’ın tanımladığı gibi “yalnız ve güzel ve acılar içindeki ülkeme“ dair küçük de olsa bir umut hissetmeye ihtiyacım var.
Sonra gözümün önüne günlerce yorgun argın sahada çalışan kurtarma ekipleri, sağlık çalışanları ve gönüllüler; tüm dünyadan koşup gelen insanlık ölmemiş dedirten kurtarma ekipleri, işini gücünü bırakıp depremzedeler için üretim yapanlar, hayvanlarını satıp parasını depremzedelere bağışlayan çiftçiler, apartman komşularım, markette sırada rastladığım erzak alan kadınlar, ülkemin sanatçıları, tek yürek olmuş mahalleler, şehirler, inşaat işçileri, itfaiye erleri ve depremin ilk gününden itibaren en önde mücadele eden maden emekçilerimiz geliyor.
Ve depremzedeler için kurulan çadırda dünyaya gözünü açan bebeğe Jandarma personeli tarafından ‘Umut’ ismi verildiğini okuyorum. Bir güneş ışığı sızıyor yüreğime.
Nasıl son bulacak bu üzüntüler? Bilmiyorum. Ama olsun artık bir şekilde. Can-ı gönülden diliyorum. Cehaletin ve acının da bir sonu olsun artık bu memlekette!
- Yalnız Balina - 17 Aralık 2024
- İnsan Hayatının Anlamı ve Değeri Nedir? - 21 Kasım 2024
- Düşünceyi Düşünmek - 2 Kasım 2024