Yığına İsyan

Çok konuşuyorlar, hiç susmuyorlar.
Organik yiyecekler ve astrolojiyle avunuyorlar.
İhtiyaç halinde adaleti savunuyorlar.
Taksitle; ev, araba satın alınca bunu mutluluk addediyorlar.

Beş çaylarına ezelden beri düşkünler, dedikoduyla neşe buluyorlar.
Annemin kırılan porselen fincanını kafaya takmıyorlar.
Beş çaylarında avam ve ayıp hikâyeler anlatıyorlar.
Kafaları züccaciye dükkanı gibi…

Keşke diyorum; Boccaccio’nun, ‘Decameron’ hikayelerini
uyumadan okuyan biri olsa da temizlensem.

Avam neydi sahi?
Mahalleyi seviyorlar, hangi mahallenin çocuklarıydı onlar?
‘Riya’yı yok sayıyorlar…
13 yaşındaki kızın kalçalarına göz diken,
o bıyıklı esnaf bakkalı görmezden geliyorlar.
Bize mahalleyi ‘temiz’ diye öğretmişlerdi.
Gerçekler ve hikâyeler ne kadar uçsuz bucaksız
ve birbirinden uzak.

İnsan ihtiyaç halinde mi seviyor… ?
‘Aşk ise, ancak sen istersen mümkün..
İhtiyaç halinde sevilince gururuma dokunuyor.
İnsan istiyor ki baş tacı edilsin!
Daha o sana doğru yürürken tüm cevabı biliyorsun da
gene de bile bile yaşıyorsun.
Lotoda sayı tutturmak gibi aşk..
Evlerin ışıkları yanıyor, buna rağmen pencereler çok neşesiz.
İnsan âşk bulamayınca pencere kenarlarındaki çiçeklerle avunuyor.

‘Orta Doğu’yu hiç sevmiyorlar…
‘Orta Doğu’nun, kirli ve kara suratlı çocuklarının gözleri
onları dehşete düşürüyor.
Yüzleşemiyorlar…
Kara göz ve kara ten onlara sefaleti ve hırsızlığı hatırlatıyor.
Gözlerine bakarlarsa, düşlerini hatırlamaktan korkuyorlar.

‘Disneyland’ta, ‘Roller Coaster’ da kalabalıkla ve iştahla adrenalini yaşamak
ve çarkın dişlisi olmak istiyorlar.
Müzeleri gezerken, kara gözlü çocuklar onları takip ediyor zannediyorlar.
Vicdan önlerini kesiyor, onlar ‘Rembrandt’ peşinde…
‘Rembrandt’ çok üzgün..
‘Magnet ve bardak altlığı’ ile çıkıyorlar müzeden…
‘Rembrandt’ çok perişan..

Film bittiğinde jenerik izlemiyorlar, kalabalıkla ayaklanıyorlar.
Filme sahip çıkmıyorlar..
Yaşadıklarını çarçabuk kenara koyuyorlar..

3 yaşında ‘purple, orange, red’ öğreniyorlar,
13 yaşında ‘Fuck You’ diye küfrediyorlar,
33 yaşında ‘sevişme’ yi telâşla yaşıyorlar, bir türlü yavaşlayamıyorlar…
Uzun yazılara tahammül edemiyorlar..
Güzel öpüşmek istiyorlar ama kısa öpüşme telaşındalar..

‘Beyazlar’ var bir de, asansör müziği dinleyip,
türkünün tadını dahi bilmiyorlar.
Amerikalılardan şişman ve aptal Amerikalılar diye söz ediyorlar.
Aptal Amerikalıların en iyi üniversitelerinde okuyorlar.
Bayrak sallıyorlar, ülke için kahroluyorlar ama ülkeyi terkedip,
kendilerine gelecek yaratıyorlar…
Tüm olan biteni ‘Yılmaz Özdil’in yazdıkları varsayıyorlar, zannediyorlar
Bu ne kötü Yarabbim!

Bilenler parmak kaldırmıyor, bilmeyenler hep kükrüyor
Çoklar…
Tenhalaşmak isteyeni küçümsüyorlar.
Uzun masa etrafında var olabiliyorlar.
Bugün söylediklerini yarın hatırlamıyorlar.

Hayat uçsuz bucaksız…
Hayatın uçsuz bucaksızlığı içerisinde;

‘Yunus’ söyler ben irkilirim.
Sözleri birilerine çarpar ve geçer, sonra hayatın değişir

“Sen sana ne sanırsan
Ayruğa da onu san
Dört kitabın mânâsı
Budur eğer var ise..”

Arzu BURSA