Geçtiğimiz salı günü çok sevdiğim bir dostla telefonda konuşurken arka plandan gelen cırcır böceklerinin sesiyle içim mutluluk ve huzurla doldu. Çok güzel geçmiş yaz ayları ve dost meclisleri geldi aklıma.
Kendimi bildim bileli klasik masalları ve yaz ayını sevmişimdir. Özellikle geceleri cırcır böceğinin seslerini dinlemeyi ve cırcır böceği ile karınca masalını. Küçükken oğluma okuduğum masalların arasında hem benim hem de onun en favorilerinden birisiydi.
Yaz boyu bedava konser dinlerken şikayet etmeyen karıncaların, devran dönünce ağustos böceğine tavrını haksızlık olarak görürdüm ama oğluma böyle yansıtmazdım. Yıllar sonra fark ettim ki, bu duyguda olan yalnızca ben değilmişim.
Severek takip ettiğim ve eserlerini okumaktan zevk aldığım Sunay Akın’ın sosyal medya hesabındaki paylaşımını gördüm. Aynen aktarıyorum.
“Sanatçıyı aşağılamanın öyküsüdür “Ağustos Böceği ve Karınca” hikayesi… Bu yüzden kızgınım La Fontaine’e. Ağustos böceği konservatuara hazırlanıyor olamaz mı? Ne güzel saz çalıyor, şarkı söylüyor… Hem, o şarkı söyleyenler erkek olanlar… Çünkü dişi, en güzel şarkı söyleyenle çiftleşecektir… Bir düşünsenize, adamın ömrü zaten adında: “Ağustos”… Bir aylık ömrü var… Buldu, buldu… Bulamadı, bir daha yok!.. Sen aldırma La Fontaine’e ağustos böceği, şarkını söyle… Hayat çok kısa!”
Ne kadar haklı Sunay üstat. Hayat kısa. Ve masalların bazıları sorunlu. Kırmızı başlıklı kızı ve büyükannesini yiyen kurt, sonra ormancının kurdun karnını yarıp onları çıkartması vs. Küçücük çocuğa anlatılacak şey mi bu? Hansel ve Gratel keza… Bunları oğlum Ege’ye okumadığımı ve ne kadar bilinçli baba olduğu düşünüp hem kendimi takdir ediyor hem de gülümsüyorum.
Ha bu arada “Ağustos Böceği ile Karınca” hikayesi 2500 yıl önce yaşamış Ezop’a aittir. La Fontaine onu sadece kendi üslubuyla tekrar anlatmıştır.
Hayat hem çok kısa hem de hayattaki deneyimlerin yarattığı duyguların ne kadar kişisel. Benim için bu ses yaratanın yarattığı en güzel doğal orkestra iken bir başkası için sus desen susmayan, kulaklara eziyet eden şirin şeyler, uykusunun baş düşmanı.
Ağustos böceği bence aslında tam bir sanatçı! ama bu fabl, çocuklara masallar kıvamında anlatıldığında “boşta gezenin boş kalfası, tembel, aylak, işe yaramaz, sefil böcek bozuntusu” olarak aktarılmış.
Aslında normal bir insan bu hikayeyi okuduğunda karıncaya kızar! Çünkü aç kalmış zor durumda olan bir başka canlının yardımına koşmak yerine, suratına kapıyı kapatıyor karınca!…
Belki çocuklar da bu hikayeyi okuyunca karıncaya kızıyordur ama insanlar ağustos böceğine kızmaları gerektiğine inandırılmışlar… Bizim iyice insanlaşmış büyüklerimiz bize bu hikayeyi öyle bir vurguyla anlatırlar ki! hatta sonunda iki cümle açıklamayla ikna etmeyi de ihmal etmezler… biz kalkıp zor durumda kalmış olan ağustos böceğine kızarız!… Çok ayıp çok… Hiç yakışmıyor büyüklerimize…
İpler kimin elindeyse, masalları da o anlatıyor bu yaşamda…
Bu yaşa geldik bizlere anlatılan dünya kadar masala maruz kalmışken, kalkıp da bu iki paragraflık masala bu kadar takmam da tuhaf geldi şimdi… Neyse artık, başladık yazmaya, bir şekilde bağlayacağız bir yerlere, ağustos bitmeden de yayımlanması lazım bu yazının…
Yaşam gibi çok öznel bir konu. Hayatın kısalığına, sanat ve sanatçıya, kapitalizmin sabah akşam her kanaldan anlattığı masallara, bir böceğin orkestra sesinin sana ne hissettirdiğine dair birçok konuya bağlanabilir bu yazı. Yazıyı yazan ben olduğuma göre çok öznel bir sonuçla bitirmekte bana düşüyor doğal olarak.
Sıcak bir ağustos ayında İzmir’deyim. Ve sıcaktan kaynaklanan uykusuzluğa söylenmeden zevkle dinliyorum böceklerimi. Öten cırcır böceklerinin sesi, doğanın sessizliğini bölen yegane ses. Gün gecenin üzerine yürümüş. Zaman akıyor. Sevdiğim insanlarla paylaştığım anlar düşüyor aklıma. Konuşurken durup böcekleri dinlediğimiz, yıldızları seyrettiğimiz ve hatta kendimizin de bir yıldız olduğunu hayal ettiğimiz o sıcak yaz akşamları düşüyor aklıma.
Çok büyük kayıplar yaşadım ben. Hepimiz gibi. Yaşam ölümün kardeşi. Ölüm hakkında çok düşündüm. Yazmaya çalıştım. Ölümün bir son olmadığına inanan biri olarak, cırcır böceklerini dinlerken bir aydınlanma yaşıyorum. O an, kalmanın daha zor olduğunu anlıyorum. Kalmak ve bakılan her yerde gidenin izlerini görerek, hissederek yaşamak ve özlemek. Yaşarken kıymetini tam olarak bilmemek ve hakkını verememek o ilişkinin/birlikteliğin. Bu, kalanlara bırakılan büyük bir yük.
Gözümü gökyüzüne çeviriyorum. Karanlık gecenin derinliklerine diktiğim gözlerimle, yıldızları izliyorum bir süre. Anılarım dalgalanıyor. Gökyüzündeki yıldızlarda sevdiğim ve kaybettiğim yüzleri görüyorum. Bir baykuş ötüyor. Ben de onu selamlıyorum. Bir yanım hüzünlü bir yanım mutlu.
Gökyüzüne dalmış gitmişken susan cırcır böcekleri yeniden başlıyorlar kemanları çalmaya. Çalın be dostlar durmayın diyorum ve karıncalara sesleniyorum. Bir kez olsun bırakın işi ve yasımı tutun…
- Yalnız Balina - 17 Aralık 2024
- İnsan Hayatının Anlamı ve Değeri Nedir? - 21 Kasım 2024
- Düşünceyi Düşünmek - 2 Kasım 2024