Çiğdem Toker, T24’teki köşe yazısında Türkiye’de artan baskı, sansür ve işkence uygulamalarını sert bir dille ele alıyor. Yazısının başında, “Herkesin sesini her zaman kısamazsınız” diyerek, iktidarın susturma çabalarına karşı halkın sesinin er ya da geç duyulacağını vurguluyor. Bu bağlamda, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya doğrudan sorular yöneltiyor: “Sessiz bir talimat verildi de işkence Türkiye’de serbest bir hale mi geldi?” Toker, son dönemde güvenlik güçlerinin, özellikle genç öğrencilere ve kadınlara uyguladığı şiddetle ilgili olarak, cezasız kalacaklarına dair duydukları mutlak güvenle hareket ettiklerini belirtiyor. Bu şiddetin en acı örneklerinden biri, bir genç kızın ayağının kırılması, bir diğerinin ise kaskla darp edilmesi. Toker, güvenlik güçlerinin, adaletin ve hukukun işlemeyeceği bir ortamda cezasızlıkla hareket ettiklerini ima ediyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınıp tutuklanmasının ardından Türkiye’deki adaletsizlik tepkileri daha da yükseldi. Ancak Toker, iktidarın bu adaletsizlik karşısında daha fazla baskı ve sansürle karşılık verdiğini belirtiyor. Gençlerin liyakatın ve adaletin yok sayıldığı bir düzende yükselttiği itirazlara karşı, iktidarın sertliği artırdığına dikkat çekiyor. İmamoğlu’nun tutuklanması, geniş bir kesimde adaletin bir kez daha ayaklar altına alındığı duygusunu yaratırken, iktidarın buna karşı cevabı ise daha fazla sansür uygulamaktan ibaret oluyor.
Toker, son günlerde polis şiddeti ve kötü muamelelerin arttığını anlatırken, özellikle gözaltına alınan 18-19 yaşındaki üniversite öğrencilerinin yaşadığı insanlık dışı muamelelere dikkat çekiyor. Bu gençlerin, barışçıl gösterilerde yer aldıkları için, polis tarafından ters kelepçelenerek, ağır işkencelere maruz bırakıldıkları anlatılıyor. Bir başka trajik örnek ise, hastaneye sevk edilerek tedavi olması gereken bir genç kızın “Ne yaptım ben?” çığlıkları arasında tutuklanması. CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, sosyal medya hesapları üzerinden bu durumu duyuruyor, ancak hükümetin tepkisi genellikle bu tür olayları yok saymak veya “münferit” olarak nitelendirerek geçiştirmek oluyor.
Bütün bunlar yaşanırken, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un yabancı basın mensuplarına Türkiye’nin hukuk devleti olduğuna dair Anayasa’dan maddeler okuyarak açıklamalarda bulunması da eleştiriliyor. Toker, Tunç’un, işkencenin serbest hale geldiği yönündeki sorulara “münferit” gibi klişe ve geçiştiren bir yanıt vereceğini öngörüyor. Ancak Toker, bu soruları tarihe not düşerek, bu kadar hoyratlığın, nobranlığın ve baskının Türkiye halkına reva görülmemesi gerektiğini dile getiriyor. Bu ülkede yaşayan insanların, haysiyetli bir yaşam sürme, düzenli bir şekilde beslenme, medeni koşullarda çalışma ve geleceğe dair umutlarını kaybetmeden hayatlarını sürdürebilme hakları olduğunu savunuyor.
Toker, aynı zamanda İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın sağlık sorunları nedeniyle tutukluluğunun ciddi bir vicdani problem olduğunu belirtiyor. Polat’ın, kalp rahatsızlıkları ve kanser geçmişi gibi ciddi sağlık problemleri olmasına rağmen tutuklanması, hukuksuzluk ve hak ihlali olarak değerlendiriliyor. Avukatları, Polat için ev hapsi talebinde bulunsa da bu talep reddediliyor ve Polat’ın sağlık durumu daha da kötüleşiyor. Bu durumda, Polat’ın tutuklanmasının mantıklı bir dayanağı olmadığı gibi, sağlığının tehlikeye girmesi, hukukun temel ilkelerine de aykırı bir durum yaratıyor.
RTÜK’ün dört televizyon kanalına verdiği ağır cezalar da Toker’in eleştirilerini sürdürüyor. İktidarın medya üzerindeki baskılarının, sadece muhalefet kanallarını susturmakla kalmayıp, toplumu özgürce bilgi alıp verme hakkından mahrum bırakmayı amaçladığını belirtiyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmalarını, mitingleri ve toplumsal olayları canlı yayında vermek, RTÜK için suç unsuru sayılıyor ve buna dair televizyon kanallarına cezalar uygulanıyor. Toker, bu cezaların, iktidara biat etmeyen, iktidardan talimat almayan medya organlarını susturma amacını taşıdığını vurguluyor.
Ancak yazısının sonunda, Toker, bu baskı ve sansür ortamının uzun süre devam etmeyeceğine inandığını belirtiyor. Güçlü bir iktidar bile, haksız olduğu durumlarda halkın sesini bastıramaz. “Ne kadar güçlü görünürseniz görün, eğer haksızsanız, herkesin sesini her yerde ve her zaman kısamazsınız” diyerek, halkın direncinin sonunda kazanan taraf olacağına olan inancını dile getiriyor. Bu inanç, Toker’in yazısının ana mesajlarından biri olarak öne çıkıyor ve Türkiye halkına bir umut ışığı sunuyor.
- Ankara’da Gençliğin Onur Çığlığı: “Baskıya, İşkenceye, Geleceksizleştirmeye Boyun Eğmeyeceğiz” - 26 Nisan 2025
- İstanbul’un İradesine Bir Darbe Daha: DEM Parti’den Yargının Araçsallaştırılmasına Sert Tepki - 26 Nisan 2025
- Gözaltı Operasyonlarına Tepki: Buğra Gökçe’nin İftira Endüstrisi Eleştirisi - 26 Nisan 2025