Cemile’nin Gök Mavisi Gözleri

Lokman, Hatay’da bir restaurantta garson olarak çalışan genç bir adam; Ekin de evde üreterek instagramda sattığı el iÅŸleriyle ekonomilerine katkı saÄŸlayan genç bir kadındı.

Üç sene önce birbirlerini çok severek evlenmiÅŸ bir çiftti Ekin ile Lokman… Ekin’in ailesi baÅŸlangıçta kızlarını, garson olduÄŸu için Lokman’a vermek istememiÅŸ; fakat süreç içinde ne kadar çalışkan bir genç olduÄŸunu ve Ekin’i ne kadar sevdiÄŸini görünce ikna olmuÅŸlardı.

Nitekim de genç adam onları hiç düş kırıklığına uğratmamış; üç yıllık evlilikleri sürecinde eşini hiç incitmemiş; gerek pandeminin gerekse ülkenin son dönem düştüğü ekonomik krizin yol açtığı güçlüklere rağmen, evini geçindirebilmek uğruna ne iş bulursa çalışmıştı.

İkisi de dar gelirli; ama ülke ortalamasının üstünde politik bilince sahip ailelerden geliyorlardı. Ekin, ailesinin yoksulluğu nedeniyle üniversiteye gidemese de kitap okumayı çok seviyor; Lokman da ileride garsonluktan terfi edebilmek amacıyla Turizm Otelcilik okumak istiyordu. Bunun için sene başında açık öğretimin ilgili bölümüne kaydolmuş, hevesle gelecek düşleri kuruyordu.

Derin mavi gözlerinde gökyüzünü taşıyan minik kızları Cemile ile, eski bir apartmanın 3’üncü katındaki küçük bir evde oturuyorlardı; ama Ekin, olaÄŸanüstü becerileri sayesinde ortamlarını bir cennete çevirmiÅŸti. Hani neredeyse masal kitaplarındaki gibi sıcacıktı evleri… Günümüz gençlerinin artık hiç raÄŸbet etmediÄŸi danteller, kanaviçeler, goblen iÅŸlemesi panolar, çok güzel saksı çiçekleri süslüyordu her yeri… EÅŸi garson olduÄŸu için, arada vardiyası nedeniyle geç saatlerde bile gelse onu pırıl pırıl bir ÅŸekilde bekler; mutlaka yatmadan önce sohbet ederlerdi.

Ekin çok güzel bir genç kadındı. Hele yine masal kitaplarındaki gibi iki örgü yaptığı sırma saçları, Lokman’ın yüreÄŸini hoplatırdı. Lokman da çok yakışıklı olmasa bile kızına rengini verdiÄŸi gök mavisi gözleriyle Ekin’i hülyalara daldırırdı. Elbette ki onların da tartıştığı zamanlar olurdu; ama hakikaten çok temiz ve aÅŸk dolu birer kalp taşıdıkları için, her tartışmalarının sonu mutlaka tatlıya baÄŸlanırdı.

O gün, sevgili kızlarının 2’nci yaÅŸ günüydü. Lokman izin almış, bütün gün Ekin’le birlikte Cemile’nin doÄŸum günü kutlaması için davet ettikleri ailelerine yemekler, Cemile’ye de harika bir meyveli pasta hazırlamışlardı. Kızları, heyecandan bir dakika yerinde duramıyor; mavi gözlerinde melekler gibi masum bir ifadeyle, hediyesini hemen vermeleri için türlü türlü ÅŸirinlikler yapıyordu.

Neyse ki akÅŸama kadar bir ÅŸekilde dikkatini baÅŸka yerlere çekerek oyalamışlar, pastasındaki iki tanecik mumu söndürdükten sonra da birkaç hafta önce bir oyuncakçının vitrininde görüp içinin gittiÄŸi konuÅŸan bebeÄŸi önüne koymuÅŸlardı. Cemile’cik, annesi o gün o bebeÄŸi alacak paraları olmadığını söylediÄŸi için üzüntüyle unutmaya çalıştığı o ÅŸahane ÅŸeyi görünce sevincinden öyle bir iç çekerek çığlık atmıştı ki mutluluÄŸu masadaki herkese bulaÅŸmış; aralarında ufak bir çekiÅŸme olan anneannesi ile babaannesi bile, birbirlerine tatlı tatlı bakarak gülüşmüşlerdi.

Gecenin sonunda herkes evlerine dağıldığında, Lokman kanepenin köşesinde bebeÄŸine sarılarak uyuyakalmış olan Cemile’yi usulca kucağına alarak kendi yataklarına götürdü. Cemile sık sık annesinin ve babasının arasında uyumak ister; fakat her zaman bu isteÄŸini kabul ettiremezdi. O gün doÄŸum günü olduÄŸu için, “Hadi bu gece bizimle uyusun da mutlu olsun,” demiÅŸti anneciÄŸi…

Kızını yatırdıktan sonra eÅŸine yardım etmeye gelen Lokman ve Ekin ortalığı toplayıp, bulaşıkları makineye yerleÅŸtirmelerinin ardından mesut bir yorgunlukla yataklarına gittiler. Pijamalarını giyip, kızlarını ortalarına alarak uzandıklarında bir süre mutlulukla gülümseyerek, hâlâ bebeÄŸine sıkı sıkı sarılmayı bırakmamış olan sevgili kızlarının al al olmuÅŸ yüzünü seyrettiler. Cemile’nin saçları da annesininki gibi bukle bukleydi. Ekin, kalbinden taÅŸtığını hissettiÄŸi büyük bir sevgiyle o bukleleri okÅŸadı. Ä°kisi aynı anda birer yanağına öpücük kondurduktan sonra, “Ne güzel bir geceydi, bütün günlerimiz böyle olsun,” diyerek baÅŸ uçlarındaki gece lambalarını söndürüp, Cemile’nin üzerinden tutuÅŸan aÅŸk dolu elleriyle uykuya daldılar.

Korkunç bir gürültüyle ve sarsıntıyla uyandıklarında, saat gecenin 4’üydü. Ne olduklarını anlamadıkları bir kıyametin içinde dehÅŸet çığlıkları atarak kızlarını kucakladıkları gibi, yatağın bazası ile ağır ÅŸifonyerin arasındaki boÅŸluÄŸa kendilerini atmalarıyla, cennet gibi yuvalarının baÅŸlarına çökmesi bir oldu.

Dakikalar sonra sarsıntı durduÄŸunda ve biraz kendine geldiÄŸinde, el yordamıyla cep telefonunu buldu Ekin… Bir yandan da zangır zangır titreyerek, “Lokman!” diye bağırıyordu; çünkü üzerine kapaklandığı Cemile’nin aÄŸlamalarını duymasına raÄŸmen, Lokman’dan hiç ses gelmiyordu. Telefonunun ışığını yakıp, korkuyla Lokman’ın yüzüne tuttu. Yarısı beton yığının altında kalmış olan sevgili kocasının kıpırdamadan yattığını görünce, öldüğünü zannederek katıla katıla aÄŸlamaya baÅŸladı. Neyse ki birkaç dakika sonra Lokman yavaşça kıpırdadı; ama bilinci tam yerinde deÄŸildi.

Şükürler olsun ki hepsi sağdı; fakat şimdi ne olacaktı?

Kendisi ve Cemile, kıpırdayamayacakları kadar ufacık bir yaÅŸam alanının içinde neredeyse saÄŸlam bir ÅŸekilde kalmışlardı. Tir tir titreyen elleriyle cep telefonundan yardım istemeye giriÅŸti. Bir yandan Cemile’yi sakinleÅŸtirmeye çalışıyor, öte yandan yakınlarını aramaya uÄŸraşıyordu. Onlara ulaÅŸamasa da bir ÅŸekilde twittera girip adreslerini vererek saÄŸ olduklarını ve kurtarılmayı beklediklerini yazabildiÄŸinde, zaman kavramını yitirmiÅŸti artık…

Nice sonra Lokman biraz kendine geldi. Betonun altında ağır yaralı olmasına raÄŸmen kendini zorlayarak, eÅŸine ve kızına “mutlaka kurtarılacaklarını” söylüyordu. Ekin’in twittera ulaÅŸtığını öğrenince, umutları daha da arttı. Ä°kisi de inançlı insanlardı. Hem Allah hem de arama kurtarmacılar kendilerini mutlaka bulacak; hiç kimse onları, hayatlarının baharında enkaz altında ölmeye terk etmeyecekti.

Ne var ki kendilerine yıl gibi gelen iki gün geçmesine rağmen, kimse gelmedi. Soğuğa dayanmakta müthiş zorlanan Ekin, şarjının bitmemesi için telefonunu kapalı tutuyor; sadece birkaç saatte bir, hâlâ sağ olduklarını ve kurtarılmayı beklediklerini yazmak amacıyla açıyordu. Uzunca bir süre sonra artık daha fazla mücadele edemeyerek yitip giden eşinin ölüsünün yanında, en azından yavrusunu sağ tutabilmek uğruna çıldırmamaya çalıştığı insan üstü bir mücadele veriyordu.

Bu süreçte umudunu koruyup yaÅŸama tutunabilmesini saÄŸlayan tek ÅŸey, twittera attığı mesajlardı. O Henry’nin “Son Yaprak” hikâyesindeki hasta genç kız gibi, twittera ulaÅŸabildiÄŸi sürece ölmeyeceklerine; önünde sonunda birilerinin kendilerini kurtaracağına emindi. Üçüncü gün Cemile’nin yaÅŸam belirtileri de yavaÅŸ yavaÅŸ azaldığında, bitmeyen umuduyla yine twittera girmeye davrandı. Ama heyhat! Twitter çalışmıyordu. Önce telefonunda bir sorun olduÄŸunu zannetti, ama yoktu. Twitterda idi sorun ve Ekin, politik bilinci olan bir kadındı. Ne olduÄŸunu anlamasıyla birlikte, bütün direnci ve umudu, üzerine kezzap dökülmüş bir gül gibi söndü.

Sonraki uzun saatler boyunca ara ara yaptığı umutsuzca giriÅŸimleri de sonuçsuz kaldı. En son denemesinde de siteye ulaÅŸamadığında attığı korkunç çığlık, hipotermiye girmiÅŸ olan minik Cemile’nin bir anlığına bilincinin yerine gelmesini saÄŸladıysa da gök mavisi gözleri, donmaması için kendisini saran annesinin gözlerine son kez baktıktan sonra, bir daha açılmamak üzere kapandı.

Ekin, kızının son bakışının ardından, sevgili kocasının ve yavrusunun ölülerinin yanında son nefesini vermeden önce kaç saat çığlık attı bilmiyoruz .

Bildiğimiz bir şey var ki o da hayatının son saatlerinde yavrusuyla birlikte maruz kaldığı korkunç politik kötülüğün dehşeti karşısında attığı o cinnet çığlıkları, sonsuza kadar bu karanlık ülkenin semalarında simsiyah bir lanet gibi yankılanacak ve o lanet, bu vahşetin sorumlusu olan zebanilerin peşini asla bırakmayacak.

Rabia MÄ°NE
Latest posts by Rabia MÄ°NE (see all)