Çok acayip günlerden geçtik. Daha da geçiyoruz. Depremin 18. Günü neredeyse 20 gün olacak. Bir fırtına içine girdik. Her yer yangın yeri. Karanlık bir tünele dünyanın bütün sisini doldurmuşlar da biz bu tünelin içinden nefessiz geçiyormuşuz gibi. Sanki yavaş yavaş tünelden çıkmak üzereyiz. Sanki kapkara sis yavaş yavaş dağılıyor tabii ki geride kalan yanmış yıkılmış kocaman şehirler harabeye dönmüş evler ve insanlar. Bu toz duman dağılıp sis açıldıkça bu manzara daha da kötüleşecek eminim. Nasıl dayanılacak? Nasıl dayanacağız? Nasıl her şey normale dönecek? Bu cümledeki “her şey” kelimesini at gitsin zaten. Asla ama asla öyle bir şey olamaz. Bu cümlede İkinci problemli kelime de “normal”. Evet yavaş yavaş normale döneceğiz ama yeni bir normale. Bütün bu felaket yanı başımızda oldu. Arkadaşlarımızı tanıdıklarımızı veya hiç tanımadığımız binlerce insanı kaybettik, binlercesi sakat kaldı, evleri başlarına yıkıldı. Yer yarıldı içine girdiler. Ve biz bütün bunları seyrettik. Bir film seyredince, bir kitap okuyunca aynı insan olmadığımızı bilen insanlar olarak böyle bir felaketin içinden geçtikten sonra nasıl bir önceki eski normale dönebiliriz? Normalleşme süreci içinde “yeni bir normal” olacak hepimiz için. Bu süreç, yeni bir normale dönme süreci ne kadar sürecek? O da belli değil.
Bu karanlık tünelden geçerken, ben mesela ki birçok arkadaşım da öyle biliyorum, kelimelerimizi kaybettik sanki. Söyleyecek bir şey yok gibiydi. TV seyrederken o felaketin yüzleri hepimizin zihninden çıkmayacak gibi. Orada o cehennemin içinde olanların şokta olduğunu düşünüyorum. Şokta olmak belki de zihni kilitleyip delirmekten önlüyor insanı. Yani zihnin, ruhun savunma mekanizmalarından biri şok hali olmalı. Her şeyini kaybetmiş insanlar, ailelerini, evlatlarını sevdiklerini, evlerini, eşyalarını. Nasıl delirmiyorlar? İşte şokta olmak ile zihin ve beden korunuyor kanımca.
O çocuklar, o gençler, o yaşlılar… Hangi TV kanalındaydı şimdi hatırlamıyorum. Muhabirin enkaz arasında dolaşırken yaptığı hüzünlü röportajlardan biri. Hem TV seyircilerini hem de kendini kurtarmak istercesine güleç bir kız çocuğuna yönlenmesi. Eğleniyor musun, dedi 9 yaşında olduğunu söyleyen tatlı kızın yüzündeki çocuk sevincine sığınarak. Hepimiz ona sığınıyorduk. Evet dedi tozlu topraklı yüzündeki saçlarını geriye atarak küçük parmakları ile karşısındaki çadırı işaret ederek. Çizgi filmler gösteriliyormuş. Röportaj yapan gazeteci arkadaşın yüzüne bulaşan çocuk sevinci ile sanki hepimiz, biz seyredenler nefes aldık gibi olduk. Ancak hemen ardından güzel kız annesine biraz daha sokularak neredeyse yüzünü saklayarak, orada üzgün çocukları eğlendiriyorlar, deyince ben ağlamaya başladım. Zannedersem ana haber bülteni spikeri de. Bu ülkenin üzgün çocukları…Üzgün çocuklarımız.
Yine harabeler arasında orta yaşlarında, belki de gençtir bilemiyorum, bu felakette herkes en az on yıl yaşlandı çünkü. Onun da yüzünde ve vücudunda bir çöküklük, kelimelerinde bir yavaşlık var. Spiker mikrofon uzatınca bakın dedi siz de bakın. Şöyle bir uzakları göstererek. Benim çocukluğum gitti gençliğim de gitti. Hiçbir şey kalmadı. Hepsi yerle bir oldu. Bunun karşısında ne diyebilirsiniz? Ne düşünebilirsiniz? Sadece yutkundum. O kadar. Zannedersem spiker de öyle yaptı. Ne denir ki?
Yaşlı bir amca. Bütün geçmişini yüzünde taşıyor sanki. Yarım yamalak gülümsemesinde bile geleceği neredeyse yok olmuş gibi umutsuz… Saçı sakalı karışmış. Gözleri zor görünüyor zaten yere bakıyor. Siz neler söyleyeceksiniz, dedi muhabir doğrudan. Ne diyeyim kızım, buna da şükür. Allah beterinden saklasın dedi öyle sessiz öyle ağlamaklı. Benim gariban amcam. Benim bilge amcam. Yaşamanın ne demek olduğunu öğrenmiş. Ölerek yaşamanın.
Bu geçtiğimiz günler herkese bir ders olmalı… ölmek için yaşamamalıyız. Zaten bir gün öleceğiz. Yaşamak için yaşamalı herkes bu ülkede bu dünyada… Bunun yolu için hepimiz mücadele etmeliyiz. Birimiz öldüğünde hepimiz biraz ölüyoruz çünkü.
Biliyor musunuz ben de ancak bugün bir şeyler yazabildim. Çok öfkeli, çok üzgün ve dediğim gibi sanki kelimelerimi kaybettim. Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Tabii ki söylenecek çok şey var. Eksiklerimiz, yanlışlarımız, günahlarımız… Hepsi söylenmeli ki hep birlikte daha güvenli yaşayalım. Çocuklarımız üzgün olmasın. Depremin pik değerleri hayatlarımızı kırıp geçmesin.
- Failler Güçlü Olunca… - 11 Eylül 2024
- SMA’lı Çocuklar ve Arkasındaki Trajedi - 22 Mayıs 2024
- Ben fesat mıyım? - 13 Mayıs 2024