“Biz” ve “Onlar” ayrımı demokrasinin sonu

Bir ara izlediğim, okuduğum haberlerde yakaladığım yalanları not edip üzerine yazmayı düşündüm. Bunlar bunlar yalan, bunlar çarpıtma, bunlar gerçeğin ters yüz edilmesi diyecektim.

Kısa sürede defter doldu taştı, ben yalanlarla baş edemez oldum. Üstelik bazıları bana fırsat vermeden kendi kendini yalanlayarak bir başka yalan söylemeye başlamışlardı. Bıraktım.

O ara, yapmak istediğimi anlattığım bir arkadaş, “o değil de, bir de bunlar Müslüman” demişti.

Ezberlenmiş bir beklentidir bu. Halk arasında, yalan söyleyen bir dindarsa, üstelik bu kimliğiyle ortalıkta gezen bir siyasiyse, ahlak, günah kavramları ileri sürülerek samimiyet testine tabı tutulur.

Haklı gibi gözüken bu sorgulama, dinlerin günah konusunda istisnaları olduğunu yadsır.

Her dinde günahın istisnaları var. Üstelik bu istisnalar geniş bir alana sahip. Kesin bir liste vermek zor. Çünkü nerede durduğu belli olmayan, zamanın ruhuna uygun olarak ekler, çıkarmalar yapılabilen bir listedir bu.

İslam’da da günahın istisnaları var. İstisnaların kimi yorumlarda oldukça geniş tutulduğu da biliniyor. Mesela, Tanrıyı, koruma/savunma, inancın içinde olanları kollama amacıyla söylenen yalan günah kapsamına genellikle girmez, ahlaksızlık sayılmaz.  Cüppeli Hoca’dan küçük çocuklara tecavüzün, “bademlime” denerek savunulduğunu, İŞİD ile hunharca kele kesmenin, tecavüzün, insan öldürmenin bile günah sayılmadığını gördük. Örnekleri sayfalar dolusu çoğaltmak mümkün.

Yalan en kolay, sıfır riskle ötekilere söylenir. Bu da, dinlerin ikili bir ahlak anlayışları olduğunu bize gösteriyor. Her dinde var olan “biz” ve “onlar” ayrımı bu ikili ahlak anlayışının temelini oluşturur[1].

Dinlerin, “biz” ve “onlar” ayrımı; dinler, inançlar arası hoşgörü söylemini anlamsız içi boş bir lakırdıya dönüştürür. Dillerden düşmeyen bu söylem, siyasi daha çok konjonktüre göre belirlenir. Çünkü dinler o çok övündükleri birliklerine, beraberliklerine “biz” ve “onlar” ayrımı üzerinden ulaşırlar. Bu ayrım çoğu zaman inancın önüne geçer asıl birleştiren, bir arada tutan olur.

Siyasal partiler ve kimi siyasal örgütler için de, durum çok farklı değil. Parti programları ve dünya görüşlerinden çok ötekilere karşıtlık üzerinden bir aradalık oluşturulur. Ötekilerin gücü, etki alanı sürekli abartılır, tehlike, tehdit algısı yaratılır. Çünkü, tehdit altında olma yan yana duruşu, birlikte hareket etmeyi kolaylaştırır.

Tehdittin gerçek, görünür olması gerekmez. Karşıtlık, “biz” ve “onlar” ayrımı inandırıcılığı kolaylaştırır, sorgulamanın önüne geçer.

Guruplar halinde hareket etme insanın en eski, en ilkel davranışlarından biridir. Vahşet çağında bir arada olmanın verdiği güven duygusu, birlikte hareket etmenin yaşamsal önemi deneyimleyerek ulaşılan, büyük olasılıkla artık genlerimize de işlemiş olan bir bilgi. İnsanın güvenlik, barınma ve beslenme amacıyla içine girdiği bu en ilkel sosyalleşme biçimi hayvanlarda da görüyoruz. Hayvanlarda kendi aralarında gruplaşırlar. Belli bir iç düzen kurup, sosyal ilişkiler geliştirir, sahiplendikleri bölgeyi (reviri), beslenme ve barınma alanlarını ötekilere karşı korurlar. Rast gediğim bir belgeselde: bir gurup şempanze sahip oldukları bölgeyi diğer şempanzelere karşı koruma amacıyla, (büyük olasılıkla büyük bir kavga/savaş sonrası belirlenmiş) sınır boyunca devriye gezerek koruyorlardı. Art arda dizilerek sınır boyunca devriye gezen şempanzeler, kendi bölgelerini (yurtlarını) komşu “kabileye” karşı korurken, fırsatını buldukça saldırılar düzenliyor, bu saldırılarda sıklıkla güçsüzler (dişi ve yavru şempanzeler) acımasızca öldürülüyor, ele geçirilen ganimetler (muz, öldürülmüş yavru şempanzeler) alınarak geri dönüyorlardı.

Hayvanların tür içinde bu gruplaşması hep bir lider (alfa) etrafında oluşuyor. Grubun bütün etkinliği bu lider tarafından belirleniyor. İç düzenin sağlanması onun keyfine, öngörüsüne göre şekillenirken, öteki ile ilişkilerde yine onun işaretiyle başlayıp bitiyor. Lider (alfa) topluluk içinde en güvenli, korunaklı yeri seçiyor, önce o avlanan yiyecekten yiyor, o yerken diğerleri sıranın kendilerine gelmesini bekliyor. Çok uzağa vahşi doğaya gidip hayvanları gözlemlemeye gerek yok. Sokak köpeklerine yemek verenler mutlaka gözlemlemiştir. Sokağın başında toplaşan köpeklerin önüne yiyecek bıraktığınızda önce gurubun lideri yer. O yiyip çekildiğinde diğerleri yemeye başlarlar. Farklı grupların birbiriyle dalaşı lider istemeden olmaz. Gurup içindeki kimi yaygaracı, kışkırtıcı olanlar gerektiğinde susturulur. Grubun gücü yetersizse, bir zat lider devreye girerek kışkırtıcı olanı hırpalayarak kavgayı engeller.

Hayvanlar arasında gözlemlediğimiz bu davranış kalıpları ne zaman anlatılsa bize doğal gelir. Olması gereken bu der üzerinde pek durmayız. Peki, insan bu davranış kalıplardan ne kadar uzakta bir yerde duruyor?

İnsanın etnik, dini kimliklerini öne çıkarması, sevdiği renkler ve sembollere sarılması, siyasal ideolojik söylemlerle ötekilerle arasına sınırlar çizmesi onu hayvanlardan ne kadar uzak bir yere götürüp bırakıyor? Hayvanların son derece anlaşılabilir, yaşamsal ihtiyaçları ile oluşturdukları gruplaşmalar, ötekilerle dişe diş girdikleri kavganın bir benzerini, insanın günümüzde soyut kavramlara sarılarak veriyor olması ileri bir adım olarak değerlendirilebilir mi?

Kim gözünü karartıp, “evet ileri bir adımdır” demeye kalkar bilemiyorum. Her şey bir yana “biz” ve “onlar” ayrımı yapılarak kutuplaştırılmış bir toplumun demokratik normlardan uzaklaşmış olması kaçınılmazdır. Bu türden ayrımlar demokrasinin sonu, otoriterliğin dolu dizgin inşası anlamına gelir…


[1] “Biz” ve “onlar” ayrımının sınırlarının çok net çizilmediğini, duruma göre daralıp genişletilebilmekte. “Biz” bazen bütün inanç içindekileri ifade ederken, bazen inanç içinde dar bir grubu da ifade eder.

 

Hasan KAYA