Son dört beş günde gerçekleşen olaylar birlikte gözönüne alındığında, Türkiye’nin zaten yetersiz olan demokrasiden her geçen gün daha da uzaklaştığı açıkça görülmektedir. Sorunu sadece tek adam rejimi olarak adlandırmak bir açıdan yetersiz kalmaktadır. Sorun tabii tek adam yönetimi ile ilgilidir, fakat aynı zamanda özgürlük karşıtı bir ideolojik hegemonyanın giderek güçlendiği de açıktır ve çok önemlidir. Bu ideolojik hegemonya eş anlı olarak bir yandan devlet içinde, bir yandan de toplumun birçok kesiminde kök salmaktadır. Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ilkesinden, ifade özgürlüğünden uzaklaşma hem devlet içinde, hem de toplum içinde giderek vahim bir durum almaktadır. Yandaş medya bu süreçte özel bir rol oynamaktadır. Üniversitelerin ve sivil toplumun baskı altında tutulması da bu süreci kolaylaştırmaktadır.
En son örneklerden birincisi Altın Portakal’a katılan bir belgesel filme devletin müdahalesidir. Kanun Hükmü adlı belgesel film Fetö ve terör propagandası yaptığı ithamıyla engellenmek istenmiş, yandaş medya da bu engellemeyi destekleyici bir yayın üstlenmiştir. Jüri de özlediğimiz bir tepki göstererek istifa etmiştir, bu davranış için onlara teşekkür etmemiz doğaldır. Jüri üyelerinin adlarının benim bir kanıya varmam için yeterli olmasına karşın, kendim de filmi seyretmek istedim ve seyrettim. Çok net olarak ben de fikrimi söyleyeyim: Fetö ve terör iddiası koca bir yalandır. Film KHK ile görevlerinden uzaklaştırılan bir doktor ile bir öğretmenin uğradıkları haksızlığı ve bu haksızlık karşısında toplum tarafından nasıl desteklendiklerini ve nasıl bir mücadele yürüttüklerini anlatmaktadır. Yer yer gözlerinizden yaşlar gelmemesi mümkün değildir. Bu KHK’larla tanıdığınız demokrat, çalışkan, dürüst arkadaşlarınız ve meslektaşlarınız varsa, öfkenizin kabarmaması mümkün değildir.
Bu filme bu kadar tepki gösterilmesini anlıyorum. Bu film “kral çıplak” diyor, yapılan büyük haksızlıkları iki örnekten hareketle içinde adalet duygusu olan kimsenin görmezden gelemeyeceği biçimde önümüze koyuyor. Adaletin nasıl ayaklar altına alındığını anlatma ve unutulmasını önleme işlevini görüyor. Tarihe önemli bir tanıklık sunuyor. Suçluların korkması doğal. Doğal olmayan, iktidar yandaşı olmayan ve muhalif olduğunu iddia eden çevrelerin tepkisiz kalması.
Benzer bir gelişme de Gezi davasının Yargıtay aşamasının sonuçlanması oldu. Onaylanan cezaların neler olduğunu herkes biliyor. Verilen kararı en güzel biçimde İstanbul Barosu eski başkanı sayın Turgut Kazan özetlemiş: “ Verilen kararların değil hukukla, kanunla bağlılığı bile yok. Adil yargılanma hakkının zerresi yok, dosyada delil dayanak yok…” Birçok duruşmayı izlemiş ve yapılan son derece güçlü savunmaları da dinlemiş bir kişi için, tam anlamıyla hukuk dışı bir sonuçla karşı karşıya olduğumuz açıktır.
Bu kararı da yandaş medya tereddütsüz destekledi. Muhalif partilerden bir bölümü de hiçbir söz etmedi. Kağıt üzerinde özgürlüklerden yana olan, yana olduğunu düşünen ve hatta iddia eden insanlar ve de partiler bu tür olaylarda neden sessiz kalıyor? Olayın ayrıntılarını bilmemekse sorun, öğrenmek çok kolay, öğrenmeye çalışmamak ayıp. Oportünizm demek mümkün, ama bu derece pasifliğin getirisi olduğunu da sanmıyorum.
İdeolojik hegemonya zaman içinde yavaş yavaş yerleşiyor ve insanları denetim altına alıyor. İnsanlar sadece korkudan değil, ilkelerine inançları sarsıldığından, olaylara eleştirel yaklaşma refleksleri zayıfladığından, örgütlü veya ortaklaşa davranma alışkanlıkları giderek kaybolduğundan ideolojik hegemonyanın etkisi altına giriyor, alışıyor, pasifleşiyor. Çok sevdiğim bir sözdür: “Alışmak korkmaktan daha kötüdür”. Hepimiz için geçerli.
- Osman Kavala 2500 Gündür Hapis - 4 Eylül 2024
- Bir Televizyon Tartışması Amerika’yı Sarstı - 28 Haziran 2024
- Enflasyon Düşecek, Ama Fiyatlar Değil - 3 Haziran 2024