Aramızda fark var, bir anlasanız…

Anarşistler ve Marxistler aynı ortak hedefi paylaşmakla birlikte, bu hedefe hangi yolla ulaşacakları konusunda tamamen farklı düşüncelere sahiptirler. Anarşistler ‘sınıfsız ve devletsiz’ bir topluma; proletarya diktatörlüğü olmadan, ‘doğrudan eylem’le geçilmesi gerektiğini savunurken; Marxistler böyle bir düşüncenin ütopik olduğunu söyler ve anarşistlerin hayalperest olduklarını iddia ederler. Marxistler planlı ekonomiye dayalı, ‘Sosyalizm’ adı verilen kademeli bir geçiş öngörürler.

O geçiş sürecinde hiyerarşi devam edecek, ‘Proletarya Diktatörlüğü’ inşa edilecektir ki; bu durum da tıpkı Malatesta’nın tarif ettiği gibi, ‘en nefret dolu tiranlığın yerini sağlamlaştırmak’ olacaktır.

Anarşistlerin, devrimin kitlelerin ve halk örgütlerinin kendiliğinden eylemleri dışında olamayacağını ve gerçekleşemeyeceğini savunmaktan asla vazgeçmeyecekleri kesindir. Bakunin’e göre Marx’ın programı, diğer tüm baskıcı kurumlar gibi ‘genel oylarla kutsanan’, otoriter bir sistemdir. Merkezi siyasi ve iktisadi kurumlardan oluşan bir düzendir.

Anarşizm her anlamda kendileri için tehlike unsurudur ve anarşizmi şiddetle karalamalarının temel nedeni budur. Bu sebeple, siyasal iktidar olarak tanımlanan mekanizmanın hem ilkesel hem de fiilen ortadan kaldırılması gerektiğini söylemiştir Bakunin.

“Siyasal iktidar var oldukça yöneten ve yönetilen, efendi ve köle, sömüren ve sömürülen olacaktır. Bir kez ortadan kaldırıldığında; siyasal iktidarların yerine üretici güçlerin ve ekonomik hizmetlerin örgütlenmesi konulmalıdır.” öngörüsünde bulunmuştur.

Hangi isim ya da biçim altında olursa olsun; ‘Tanrı dahil’, tüm otorite sistemlerini reddetmiştir.

“İnsanın özgürleşmesi yalnızca buna bağlıdır, çünkü o doğanın yasalarına itaat eder; onlar insana dışarıdan insani ya da ilahi, kolektif ya da bireysel her ne olursa olsun, herhangi bir yabancı irade tarafından empoze edildiği için değil; kendisi onları böyle kavradığı için. Doğa kanunlarının farkına her insan kendisi varır.”

‘Tanrı ve Devlet’ adlı kitabı bu konuyu baz alarak, ‘Tanrı ve Devlet’ dahil, tüm ayrıcalıklı konumları ret eden bir düşünceyi olumlar.

“İnsan aklını ve kalbini öldürmek, her türden ayrıcalığa ve ayrıcalıklı konuma has bir özelliktir. İster pratik açıdan, isterse ekonomik açıdan olsun, ayrıcalıklı bir insan aklı ve kalbi bozulmuş bir insandır. Bu, hiçbir istisnası olmayan toplumsal bir yasadır.

Ve bütün uluslar, sınıflar, birlikler için geçerlidir. Hürriyetin ve insanlığın en birincil koşulu, eşitlik yasasıdır” der.

Anarşistlere göre, ayrıcalıklı kılınmak, yani iktidar yozlaştırır.

‘Enternasyonal ve Devlet’ adlı kitabındaysa;

“Otoriter komünistlerin tamamen yanlış saydığım toplumsal devriminin ya bir diktatörlük, ya da siyasal devrimden doğan bir kurucu meclis tarafından buyurabileceği ve örgütleyebileceği inançlarının tersine; dostumuz olan Paris’li sosyalistler, devrimin kitlelerin, gurupların ve halk birliklerinin kendiliğinden ve sürekli eylemler dışında gerçekleşemeyeceğine inanıyorlardı.” diyerek ekler;

“Ve Paris’li yoldaşlarımız bin kere haklıydılar.”

Bakunin’in tanımladığı gibi; bir devrimci özel bir ilgi ve duyguya izin vermeyen; din, vatanseverlik ya da ahlâk konusunda onu kelimenin her anlamıyla var olan toplumu altüst etme görevinden saptıracak hiçbir şüphe taşımayan, sadık bir insan olmalıdır.

Oysa biliyoruz ki; özgürlük, demokrasi ve eşitlik yolundaki devrimci ülkülere, ideallere ihanet edilerek, yeni hiyerarşi ve yönetici sınıfların çabucak yaratıldığı başarısız devrimlerden anlaşılacağı gibi; ne yazık ki insanoğlu gerçek özgürlükten korkmaktadır ve aslında onunla ne yapacağını da bilmemektedir. İnsanoğlu gerçek özgürlüğü tanımlama güçlüğü çekmektedir.

Özellikle bu ülkede, geçmişten günümüze ezen ve ezilen dengesinin hiç değişmediği gerçeğinden yola çıkarak; Sol’un, devrim bayrağını ‘Yeşil Devrim’e kaptırmış olmasının nedenlerini sadece Amerikancı-Yeşil Kuşak politikalarına yüklemek yerine, bizzat kendi hatalarını da öğrenmek yönünde çaba sarf ederek, özeleştiri yapması gerekmektedir.

Sistemler gibi, devrimler ve devrimciler de sorgulanabilmelidir. Bunun adı özeleştiridir!

Bu özeleştiriyi yapmakla, hayatlarını inandıkları dava adına feda etmekten çekinmeyen ‘gerçek’ devrimcilerin amaçlarına da sadık kalınmış olunur diye düşünüyorum.

Mevcut sistemlerin temelinden yıkılmasının ve karşılıklı yardımlaşmayla varolacak bağımsız toplulukların kurulmasının gerekmekte olduğunu savunanlardanım.

Çünkü sistem, biz bunu istemesek de bizleri yönetmeyi kendine görev edinmiş otoritelerin vahşi düzeneğidir!