Anadili Nefes Almaktır*

“Skudas nana nena!”[1]

Anadili, aldığımız nefes kadar önemlidir.

Dikkat “anadil” değil; anadili diyorum: Çünkü anadil birçok dile köken olan, birçok dili doğuran dil anlamındadır. Başka bir ifadeyle, anadil, kendisinden başka diller türetilmiş olan dil demektir. Anadili ise insanın çocukken anasından, evindekilerden ve bağlı olduğu topluluktan öğrendiği dildir. 

UNESCO’nun 21 Şubat 1999’da kabul edilen Uluslararası Anadili Günü devasa bir öneme sahipken; elbette ve ayrımsız, “Tüm diller birer sanat eseridir,” J. J. Rousseau’nun işaret ettiği üzere…

Konfüçyüs’ün “Hiçbir şey dil kadar önemli değildir,” notunu düştüğü; Martin Heidegger’in “varlık problemi” ile bağladığı varlığın meskeni; düşünmenin yegâne aracı; toplumsal davranışın birleştirici öğesi veya bir Çin atasözüne göre, “Ejderha gibi” olandır…

Sömürgecilerin, işgalcilerin aslî (ve isabetli) korkularından anadili,[2] Noam Chomsky’nin insan doğasının yaratıcılığının doğal bir yansıması; Michel Foucault’nun da, bilginin farklı alanlarını tamamını yöneten bilinçsiz kurallar bütünü olarak gördüğü olguyken; dil felsefecilerinden Ludwig Wittgenstein ise, insanların kelimeler, yani dil aracılığıyla düşündüğüne dikkat çeker.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “Dil insanın kendisidir ve zihin hayatımız onunla vardır”…

Martin Heidegger’in, “Dilin kendisi temel anlamda bir şiirdir… Dilin temellendirilmesine gerek yoktur, çünkü temellendiren odur… Dil varolmanın evidir”…

Ludwig Wittgenstein’ın, “Dil dünyayı resmeder… Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır”…

George Bernard Shaw’ın, “Kendi dilini bilmeyen başka dil öğrenemez”…

Noam Chomsky’nin, “Bir dil sadece kelimeler değildir. Bu bir kültür, bir gelenek, bir topluluğun birleşmesi, bir topluluğun ne olduğunu yaratan bütün bir tarih. Hepsi bir dilde somutlaşmış,” notunu düştüğü anadili canlı bir organ(ımız)dır.

Anadili, insan(lık)a kendini ifade etme şansı sunup; ulusun, toplulukların birleştirici unsurlardandır.

İnsanı hayvandan ayıran akıl belirtisi; düşünce kalemi; anlamak/ anlatmak için “olmazsa olmaz”dır.

“Anlatım [ya da dil] yeteneği [fr. Langage] bir yasalar bütünüdür; dil [fr. Langue] ise onun kodudur. Bizler dil içindeki iktidarı görmeyiz, çünkü her dilin bir sınıflandırma olduğunu, her sınıflandırmanın da baskıcı olduğunu unuturuz: [Fransızca’da ‘ordre’ (düzen, sıra, emir) sözcüğünün kaynaklandığı Latince’deki] ‘ordo’, hem dağıtım, bölüştürme hem de gözdağı verme demektir… Öyleyse her dil genelleştirilmiş bir yönetmedir.”[3]

Bir silahtır; organik bir bütün, soluk alıp veren bir candır; gelişir, sabit kalmaz. 

Tarihsellik içinde toplumsal göstergedir; ifade biçimi ile bütünüdür. 

Dil, suya biçim veren bir kap gibi, düşünceyi biçimlendirir; somutlaştırarak dışarıya aksettirir.

Hatta araştırmalar, dilin düşüncenin sadece basit bir kabı olmadığı, dil ile düşüncenin aynı şey olduğu, dilin düşünceyi ürettiği, dil olmadan insanın düşünemeyeceğini göstermektedir. Bu yüzden diğer canlılar arasında dil (sembol) kullanan insanların ayrıcalıklı bir yeri olduğu söylenebilir. Buna insanı hayvandan ayıran en önemli fark da diyebiliriz. Bu açıdan baktığımızda dil insanı özgürleştirir. İnsanı insan yapar.

Dil sadece somut, yalın, tekil bir olgular dünyasını değil, insanın toplu hâlde yaşamasından yani toplum olmasından dolayı ortaya çıkan değerlerin (tarih, din, kültür, hukuk…) taşıyıcılığını da üstlenir. Ama bu iş sadece taşıyıcılık değil, aynı zamanda toplumu (kültürel-simgesel alanı) inşa eden, bireyi baştan aşağı sarıp sarmalayan, onun zihin dünyasını şekillendiren, dünyaya bakışını değiştiren kısacası kaderini etkileyen bir olgudur.

Kolay mı? Sibel Özbudun’un işaret ettiği üzere, “Dilbilimciler, antropologlar ve yeryüzünün kültürel çeşitliliğiyle ilgili herkes bilir ki her dil bir kültürel evreni gizler bağrında. Derinlerinde ortak bir “evrensel gramer”i paylaşıyor olabilirler, Noam Chomsky’nin belirttiği gibi. Ama her biri, kendilerini üreten ve yaşatan halkın/halkların deneyim dağarcığını, dünyaya bakışını, sınıflandırma sistemlerini, çevrelerindeki süreğenliği nasıl ayrıştırıp ve adlandırdıklarını, ama aynı zamanda masallarını, mitoslarını, tarihlerini, türkülerini barındırır. Diller olmaksızın, yeryüzü çeşitliliğinin ayırtına varmamız olanaksızdır.”[4]

Devamla: Yetersiz bir dil yoktur. Adına dil deniyorsa yetersiz değildir. Yeterli olmuş ki insanlar onunla hayatlarını devam ettirmiş ya da ettirebiliyor! Bu bir…

İkincisi: İngilizler ve Fransızlar en önemli sözlüklerinde dillerinin yüzde 85’inin farklı dillerden (Latince, Germence, Normanca, Keltçe, Burgonca vs.) alınan kelimelerden oluştuğunu kabul etmekteyken; yaygın yanılgı, farklı dilden alınan kelimelerin dile zarar verdiğidir…

Egemenliğe mündemiç; “Anadilinde bir ulusun kültürü yansır: Anadili kültürün yuvasıdır. Bu yuvada kendini yeterince yetiştirmeyen kişi, toplumun ve daha ötede insanlığın değerlerine ulaşamaz. Anadilinin anlamını yeterince kavramamış kimselerin kültür planında, bilimde, felsefede, sanatta etkin ve verimli çabalar ortaya koymaları, kalıcı ürünler vermeleri olası değildir,”[5] türünden “milliyetçi”leştirme söylemlerini bir kenara bırakırsak; Örneğin Amin Maalouf, insanın anadiliyle bağının önemine ve bu bağın koparılması durumunda ne kadar büyük bir tehlikeye yol açtığını izah ederken, dil ile toplumsal bağın yaşamsal önemine dikkat çekerek; “Dil, toplumsal zihniyetin sadece aracı değil aynı zamanda yapılandırıcı bir unsurudur. Dil, bir toplumu var eden temel özelliklerindendir. Kolektif zekâ aracı olarak toplumsal doğanın esnekliğini çok hızla geliştirir,”[6] der.

Çünkü dil bir yanıyla coğrafya; öteki yanıyla da yeryüzüyken; sosyal bilimciler ile dil bilimciler, dili bir kültürün içinde varlığını sürdürdüğü bir çevre olarak yorumluyor. Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre, herkesin anadiliyle eğitim-öğretim yapma, bu yolla anadilini öğrenme ve geliştirme, aynı zamanda anadiliyle bilim, sanat ve yaratma özgürlüğünü kullanma hakkına sahipken; Türkiye’de kaybolma tehlikesi altındaki Hemşin kültürü üzerine çalışan Hikmet Akçiçek’e göre, dillerin yok olmasının iki nedeni var. Birinci nedeni küresel dünya sisteminde yaşanan değişim ve dönüşüm; ikincisi ise yüzyıllardır hüküm süren ulus-devletlerin asimilasyon politikalarıdır.[7]

BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) tahminlerine göre, dünya çapında 6 bin dil konuşuluyor. Bunların 2 bin 473 dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Her 2 haftada 1 dil yok oluyor.[8]

Yine UNESCO’ya göre, 1950’den beri dünya çapında 200’den fazla dil ölmüş bulunuyor. ‘Max Planck Enstitüsü’nün ‘Tehlike Altında Bulunan Diller Arşivi’ yöneticisi Paul Trilsbeek de, “Son birkaç on yılda ortadan kaybolmuş dillerin sayısı arttığını” söylüyor.

UNESCO’nun dünya dil atlasına göre, Türkiye’de konuşulan 15 dil yok olmak üzere, 3 dil ise çoktan yok olmuş. Buna göre ölen diller şöyle: Kapadokya Yunancası olarak da bilinen Ürgüpçe, Türkiye’nin bir zamanlar doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda konuşulmuş olan Mlahso dili ile Kafkas dillerinden Ibıhça. Dil atlasında, esas olarak Siirt’in Pervari ilçesinde konuşulan Hertevin dili ise hâlihazırda en fazla yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan dil olarak gösterildi.

Atlasta yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan diğer diller şöyle:

  1. i) Ciddi tehlikede: Gagavuzca (Edirne), Ladino ya da diğer adıyla Yahudi İspanyolcası (İstanbul Balat, Hasköy), Turoyo (Mardin Midyat)
  2. ii) Kesinlikle tehlikede olan diller: Abazaca, Homşetsi (Hemşince), Lazca, Pontus lehçesi (Rumca), Romanca (Sinti), Abhazca, Çerkezce.

Nihayet UNESCO’nun “If you don’t understand, how can you learn?/ Anlamazsanız nasıl öğrenebilirsiniz?’ başlıklı raporuna göre dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ı anadilinde eğitim görmüyor![9]

Anadili yasağı ya da asimilasyon!

T.“C”nin kurucu ideolojisi yani Kemalizm’in ulus-devlet anlayışı, tekçilik ile malûldür. 

Çok kültürlülüğe, çok dilliğe karşı Kemalist müdahalenin önemli enstrümanlarından birisi de “tevhid-i tedrisat/ eğitim birliği” uygulamasıydı.

Böylelikle okullarda anadillerinin kullanılması, konuşulması engellenirken; asimilasyon tam istim çalıştırılır oldu.

“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasıyla tekçi ideolojinin sokağa indirilip, yığınlara dayatılmasıyla Rumlara, Ermenilere, Araplara, Kürtlere yani tüm ötekileştirilenlere toplumsal bir kâbusu yaşatılır oldu.

Bu alandaki soru(n)ların aşılması için eğitimde anadili politikalarına dair önerilerin dillendirilmesi dahi, “güvenlik”/ “ulusal birlik” ekseninde reddedildi.

Özetle T.”C”nin kuruluşundan itibaren yasaklama, asimilasyon, cezalandırma yolundan vazgeçilmedi. 

İşte tarihten bir örnek: Ahmet Süreyya Örgeevren, 1926’da Şeyh Said olayından sonra Diyarbakır’da kurulan İstiklal Mahkemesinin Başsavcısıydı. Bu mahkeme, bilindiği gibi verdiği seri idam kararlarıyla ünlüdür. Ahmet Süreyya Örgeevren, 1960’larda ‘Dünya’ gazetesinde yayınlanan hatıratında, duruşmalar sırasında yaşanan ilginç ve trajik olaylara yer veriyor: “Bir gün mahkemeye karayağız, yiğit bir Kürt genci getirdiler. Hâkimler sorguya çekti. Türkçe bilmediği anlaşılınca, hâkimler danıştılar ve delikanlının idamına karar verdiler…” Mahkemenin idam gerekçesi dehşet vericidir: “Türkçe bilmeyen bir kimseden bu memlekete hayır gelmeyeceğinden idamına…” “Hemen o gece çocuğu götürüp astılar,” diyor.

Başsavcı, daha sonra bu olayın etkisinden kurtulamadığını anlatıyor: “Dağkapı’da Yalova adlı bir otel vardı. Orada kalıyordum. Uyur uyumaz, o Türkçe bilmeyen çocuk rüyama girerek boğazıma sarıldı ve Türkçe, niye beni bıraktın, beni idam ettirdin? diye tehdit etti. Sabaha kadar bu hâl iki-üç kere tekrarladı. Deliye dönmüştüm… Sabahleyin, mahkemeye gittim ve hâkim arkadaşlara dedim ki, ‘Birader, Türkçe bilmeyenleri asarsak tüm Diyarbakırlıları hatta tüm doğuluları asmamız lazım. Biz buraya suçluları cezalandırmaya geldik.’ Rüyada başıma gelenleri onlara anlattım. Mazhar Müfit ve öteki hâkimler, ‘sen karışma, bu bizim işimizdir’ dediler. Bende savcılığımı ileri sürdüm, aramızda münakaşa ağız kavgasına kadar ilerledi. Ben ve onlar şifre ile durumu Ankara’ya bildirdik. Bir hafta sonra şu telgrafı aldım: “Ahmet Süreyya Bey, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi Baş Savcısı: “Gayemiz, Kürtlerin ve Kürtçülüğün kafasının ebediyyen ezilmesidir. Hâkim arkadaşlarınla anlaş. Gözlerinden öperim. Başvekil İsmet İnönü.”[10]

Bu kadarı yeter değil mi?

Yetmez! Bir AKP var…

Asimilasyon, inkâr ve imha politikalarında adeta Ocak 1928’de başlatılan “Türkçe Konuş” dayatmasıyla yarışan AKP’nin şeçilmiş belediye başkanları yerine atadığı kayyumların ilk iş(ler)i, Kürtçe isimlerin olduğu her şeyi yasaklamak oldu. 

OHAL-KHK-Yargı marifetiyle Kürtçe anaokullarına, çeşitli dillerde yayın yapan gazete, TV ve radyolara savaş açtı. Çok sayıda kurumun kapısına mühür vuruldu. 

Aslında Kürtçe okullar açıldıkları tarihten itibaren kapatılmaların ve baskıların hedefi olmuştu. Kurdi-Der ve Eğitim Sen’in de aralarında bulunduğu çok sayıda sivil toplum kuruluşunun desteğiyle Kürtçe eğitim vermek amacıyla Amed’in Bağlar ilçesindeki Ferzad Kemanger İlkokulu, Colemêrg’in (Hakkâri) Gever (Yüksekova) ilçesindeki Üveyş Ana İlköğretim okulu ve Şirnex’in Cizîr ilçesindeki Bêrîvan İlköğretim Okulu’nun gibi çok sayıda okul açıldı. Açılan okullar eğitime başlamadan valilik tarafından “Milli mevzuata aykırı olarak faaliyet yürütüldüğü” iddiası ile kapatıldı. 

Amed’in Kayapınar Belediyesinde açılan ve ana dilinde eğitimin veren Zarokistan Xalxalok belediyeye atanan kayyum tarafından Türkçe Kreşe çevrildi. Öğretmenlerin işten çıkarılmasının ardından ise tüm veliler öğrencilerinin kayıtlarını sildirdi.

Belediyelere atanan kayyumların anadil tahammülsüzlüğü okulları kapatmakla sınırlı kalmadı. Kayyumların ilk icraatı çok dilli tabelaları kaldırmak oldu. Başta Sûr, Gîyadin, Erdîş olmak üzere birçok belediyede tabelalar söküldü. Tabelalar Kürtçe’nin yanı sıra Süryanîce, Ermenice gibi dillerden oluşuyordu.

Anadiline saldırılar Kürt dilinin akademik olarak araştırılıp geliştirilmesi için kurulan Kurdî-Der’i elbette es geçmedi. OHAL kapsamında çıkarılan 677 sayılı KHK ile Kurdî-Der’in faaliyetleri durduruldu. Kurdî-Der 2006 dan beri Amed olmak üzere 37 şubesi ile Kürtçe ve Kürtçe’nin farklı lehçeleri üzerinde yaptığı araştırmalar ve atölyelerle çalışmalarını sürdüyordu. Binlerce Kürtçe dil öğretmeni yetiştirdi.

Çıkarılan KHK’ler ile 15 Ağustos 2006’da kurulan Türkiye’nin tek günlük Kürtçe Gazetesi de kapatıldı. Kürtçe okul olarak bilinen Azadiya Welat, kurulduğu günden beri hep iktidarların hedefi oldu. Çok sayıda çalışanı katledilen ve tutuklanan gazetenin yayını 29 Ekim 2016’da çıkarılan KHK ile durduruldu.

Kürt diline saldırılarını sürdüren iktidar Kürtçe ve Kürtçe’nin farklı lehçelerinde dünyaca ünlü çizgi filmleri çocuklarla buluşturan Zarok Tv’yi de kapattı. Şirinler, Arı Maya gibi çizgi filmleri Kürtçe yayınlayan Zarok Tv “Örgüt propagandası” iddiası ile çıkarılan KHK ile kapatıldı. Yine KHK kapsamında yayınlarında Zazacaya da yer veren Jiyan Tv de kapatıldı.

Musa Anter, Feqî Hüseyin Sağnıç, İsmail Beşikçi, Abdurrahman Dürre, İbrahim Gürbüz, Cemşîd Bender, Süleyman İnanoğlu ve Yaşar Kaya tarafından 18 Nisan 1992 yılında İstanbul’da kurulan, Kürt dilini, kültürünü ve edebiyatını araştıran ilk Kürt kurumlarından Enstîtuya Kurdî ya Stembol’un (İstanbul Kürt Enstitüsü) de 31 Aralık 2016 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılan genelge ile kapatıldı.[11]

Oysa anadilinde eğitim hakkı bilimseldir, insanidir, yaşamsaldır ve vazgeçilmez bir haktır.

Kaldı ki Eğitim Sen’in Eş Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan’ın, “Dünya genelinde de ülkemizde de bilim çevreleri kültürel zenginliğin korunmasının ancak anadillerinin öğretimiyle ve anadilinde eğitimle mümkün olacağını defalarca dile getirmiştir. Bilimi, bilimsel eğitimi savunmak aynı zamanda anadilinde eğitim hakkını savunmaktır,”[12] dediği üzeredir gerçek…

Bu bağlamda ‘Kürt Pen’ Eş Başkanı Osman Özçelik, “Talebimiz Kürtçenin bir eğitim dili olması ve resmi dil olarak tanınmasıdır. Diller sadece bir iletişim aracı değil. O dili kullanan toplumların, halkın tarihini kültürünü içermekte dolayısıyla bütün kültürler bütün diller bütün insanlığın ortak malı olarak kabul edilmekte. Dillerin yasaklanması aynı zamanda düşüncenin yasaklanması, dil üzerinden uygulanan baskılar tarih ve kültür üzerinde uygulanan baskılardır,”[13] derken; Kürtçe üzerindeki baskı ve asimilasyon politikalarına ilişkin olarak dilbilimci Sami Tan, gündelik hayatta Kürtçenin iletişim dili olarak konuşulmasının her gün daha az tercih edildiğini, bundan dolayı tehlike sinyallerinin aleni bir şekilde görülmeye başladığını belirterek, buna karşı ivedilikle pratik çalışmalara başlanılması gerektiğini ifade ediyor.

Bu gereklidir. Çünkü Diyarbakır Tabip Odası (DTO) Başkanı Mehmet Şerif Demir ile Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Diyarbakır Şube Sekreteri Mehmet Nur Ulus’un, 112 Acil Çağrı Merkezleri’nde beş dil seçeneğinin arasında Kürtçe’nin bulunmamasının ayrımcılık ve hak ihlâli olduğunu belirterek, anadilinde hizmeti alamamanın ölümlere sebep olacağını açıkladıkları[14] tabloda; Kürtçe üzerindeki yasakların yanı sıra, onu sistemli itibarsızlaştırma, işlevsizleştirme ve asimilasyon politikaları kapsamında yürütüldüğü bir “sır” değildir.

Çünkü dilbilimci Sami Tan’ın işaret ettiği üzere, “Türk kimliğinin yegâne ve en üstün etnik yapı olarak kurgulanması Kürt kimliğinin hem görünürlüğünü azaltmaya yönelik politikaların üretilmesine hem de bu kimliğin aşağılanmasına yol açmıştır. Böylelikle Kürtlerin, hem resmi hem de popüler söylemler aracılığıyla, yardımıyla kendi kimliklerinden utanmaları ve nihayetinde bu kimliklerini terk etmeleri beklenilmiştir. Egemen ulus zihniyeti, kendi dilini konuşanlara toplum içinde önemli avantajlar ve fırsatlar sunuyor. Kürt toplumu içinde anadilleri pahasına, egemen dili öğrenme ve kullanma salgın hastalığına neden oldu. Bu politika kısmi de olsa belirli bir başarı elde etmiştir, ancak buna karşı en öncelikle yapılması gereken kimliğinden utanılarak geçirilen belirli bir dönem dönüşümünü sağlayıp kimliğin, dilin bir mücadele merkezi hâline gelmesi ve gurur kaynağı olması sağlanmalıdır.”[15]

İş bunlardan ötürü dilin politik olduğu da not edilmeliyken; “Kürt siyaseti izm’lerin peşini bırakmalı, anadili her yere yaymanın yoluna bakmalı bana kalırsa…”[16] söyleminin sahte dikotomisi ciddiye alınmamalıdır.

Kolay mı? Yaşanılan hayatı, hayata bakış açısını ve hemen her şeyi tanımlayıp, yıkarak, yeniden üreten dil bir organizma gibidir, canlı bir varlık olarak ele alınmalıdır.

Dil çok önemlidir. “Bir kereden bir şey olmaz,” diyenlere; “Kadın mıdır kız mıdır bilemem”lere; “O da öyle giyinmeseymiş”lere; “Yiyor ama çalışıyor”lara; “Bayan kadın ne fark eder diyen”lere tavır koymanın aracı olarak tüm yaşanmışlıkların kelimelere dökülmüş hâli; hafıza ve bir toplumun kimlik aynası, sicil defteri olarak dil, “İnsanlığın dünyayı olduğu gibi kabul etmemek için kullandığı araçtır.”[17]

Gerçeği adlandırıp, ifşa etmektir; “İnsanlık hâlinin, önemli ya da önemsiz, en temel durumlarını açığa çıkarandır.”[18]

Evet, anadili bir topluluğun ortak geçmişini taşır bağrında; birbirimize kendimizi ve dünyayı anlatmanın aracıdır. Böylelikle dünü bugüne bağlarken, yarınları biçimlendirmeye de aracı olur.

Hrant Dink’in, “Ben üç dil biliyorum. Ermenice, Kürtçe ve Türkçe, Benim içimde bu üç dil hiç kavga etmiyorlar, Barış içinde yaşıyorlar!”; Yaşar Kemal’in, “Bir dil bulacağız her şeye varan. Bir şeyleri anlatabilen. Böyle dilsiz, böyle düşmanca, böyle bölük pörçük, dolaşmayacağız bu dünyada,” uyarılarını kulağına küpe ederek; hiç kimseye düşman ya da egemen olmaya kakışmayan anadilimiz, yurdumuz ve dünyamızdır…

 


N O T L A R

[*] Newroz, Mayıs 2020…

[1] “Yaşasın anadili!” (Lazca.)

[2] Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Korsika dilinin resmi olarak tanınmayacağını açıkladı. BBC’nin haberine göre, Macron, Akdeniz’deki Fransa’ya bağlı Korsika Adası’nı ziyareti sırasında “Ada’nın Fransa’nın ayrılmaz bir parçası” olduğunu vurguladı. (“Macron’dan Korsikalıların Resmi Dil Talebine Ret”, Birgün, 9 Şubat 2018, s.4.)

[3] Roland Barthes, Yazma Arzusu, çev: Mehmet Rıfat, Sel Yay., 2008.

[4] Sibel Özbudun, “Küresel Kapitalizme Karşı Mücadeleye İçkindir”, 2 Nisan 2013… http://www.gusips.net/analysis/article/2491-dilsel-cesitlilik-mucadelesi.html

[5] Afşar Timuçin, “Dil Bilinci Önemlidir”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2019, s.2.

[6] Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, çev: Aysel Bora, YKY., 2008.

[7] “Tekçi Anlayış Anadilleri Eritiyor”, Yeni Yaşam, 20 Şubat 2020, s.11.

[8] Dilara Şimşek, “Her Dil Bir Yaşamdır”, Birgün, 21 Şubat 2019, s.2.

[9] “Türkiye’de 15 Dil Yok Olmak Üzere”, Birgün, 22 Şubat 2018, s.5.

[10] Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklâl Mahkemesi: Vesikalar, Olaylar, Hatıralar, Yayına Hazırlayan: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yay., 2002. Aktaran: Hicri İzgören, “Bir Dilin Serencamı”, Yeni Yaşam, 20 Şubat 2020, s.11.

[11] Günay Aksoy-Fırat Yeşilçınar, “İnkârın Zirvesinde Anadil Günü”, Özgürlükçü Demokrasi, 21 Şubat 2017, s.3.

[12] Ahmet Tulgar, “Bilimsel Eğitimi Savunmak Anadilinde Eğitim Hakkını Savunmaktır”, Yeni Yaşam, 4 Şubat 2019, s.10.

[13] “Dünya Anadili Günü’nde Çağrı”, Evrensel, 21 Şubat 2019, s.7.

[14] “112’de 5 Dil Var Ama Kürtçe Yok”, Yeni Yaşam, 28 Aralık 2019, s.3.

[15] “Kürtçe’nin Yok Olmaması İçin Söz Değil Eylem Zamanı”, Yeni Yaşam, 21 Şubat 2019, s.3.

[16] Mîrza Metîn, “Kürtçe Yüz Yıllık Bir Enkazın Altında”… https://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2020/04/28/mirza-metin-kurtce-yuz-yillik-bir-enkazin-altinda/

[17] Ursula K. Le Guin, Dünyanın Kıyısında Dans, çev:Seda Ersavcı, İthaki Yay., 2018.

[18] Alfred Doblin’den nakleden, Alberto Manguel, Kelimeler Şehri, çev:Esen Ezgi Taşçıoğlu, YKY., 2013.