ABD Hegemonyası (1)

Britanya hegemonyasının çöküş süreci 1873-93 ticaret krizi başlamış. 1930 krizi ve İkinci dünya savaşı ise İngiliz hegemonyasının yıkılışına yol açmıştı. Aynı dönemde ABD, temelinde elektromanyetik ve kimya alaları bulunan ve literatürde genellikle 2. Sanayi Devrimi olarak nitelenen büyük bir sanayileşme atılımı sürecine girmişti. İkinci önemli değişiklik otomasyon süreciydi.  Her ne kadar ABD’de 1929 krizini derinden hissetmiş ekonomik ve siyasal alanda çok ciddi sorunlarla karşılaşmış olsa da, iki savaş döneminin toplamına bakıldığında -yalnızca mağluplar açısından değil galipler arasında da- bu savaşa katılıp da yıkım yaşamayan, hatta savaşın yarattığı olanaklarla ekonomik olarak büyüyen tek ülke ABD idi (1).

ABD yeni hegemonik güç olma doğrultusunda ilk ciddi adımları 1.emperyalist savaştan sonra atmaya başladı. Wilson’un BM’nin öncülü olan Milletler Cemiyetini kurma girişimleri, içinde anti kolonyalist-self determinasyon ilkesinin de bulunduğu uluslararası düzene yönelik 14 maddelik ilkesel deklarasyon, bu yönde atılmış ilk ciddi siyasal ve simgesel adımlardı. Ne var ki bu hegemonyanın tartışılmaz inşası için 2. Emperyalist savaşın bitimini beklemek gerekecekti. ABD 1. Emperyalist Savaş sonunda ekonomik alanda aşağı yukarı İngiltere ile hala denk sayılabilecek bir güçtü, Askeri açıdan ise 1941’e kadar epeyce zayıftı. ABD askeri sanayi açısından asıl hamlesini 1941-45 döneminde gerçekleştirdi ve süreçten dünyanın en büyük askeri gücü ve nükleer silaha sahip tek ülkesi olarak çıktı. Tıpkı 1.Savaşta olduğu gibi 2. Savaşta da tüm büyük güçler büyük bir yıkımla karşılaşmasına karşın ABD savaşı minimum zararla atlatmıştı. Avrupa’nın gereksinmelerini karşılamak için savaş sırasında tarımsal ve sanayi üretimini artırmıştı. 2.Savaşından silah ticaretinden ve Avrupa’daki kıtlık nedeniyle yüksek miktarlara ulaşan tahıl ve gıda ürünleri satışından elde ettiği yüksek kazançlarla ekonomik bakımdan daha da zenginleşerek çıktı.

ABD Hegemonyasının Temel Dayanakları

ABD hegemonik güç olmak açısından ilk ciddi hamlelerini 1. Emperyalist Savaş sonrası atmaya başladı ama ekonomik, finansal, askeri, siyasi ve ideolojik-kültürel egemenliğin net biçimde ABD’ye geçişi 2. Emperyalist Savaş sonrasındadır. ABD hegemonyasının en birincil ve belirleyici temeli iki dünya savaşından -tüm diğer rakipleri büyük bir gerileme ve yıkım ile çıkarken- bu süreçten tam tersine güçlenerek çıkmış olmasıdır(2). İki dünya savaşı sırasında yaşanan gelişmeler ABD’yi ekonomik alanda dünyanın tartışılmaz lider ülkesi haline getirmişti.

Bir Ekonomik Güç Olarak ABD’nin Hegemon Hale Gelmesi

Tarihsel açıdan baktığımızda ABD’nin bu konuma ulaşmak için bir dizi önemli avantajı zaten mevcuttu. Öncelikle geniş ve bakir topraklar üzerinde yükselen ABD ekonomisi oldukça geniş bir iç pazara sahipti. İkincisi, feodal bir toplum sürecini yaşamamış olmak ABD’yi kapitalizme geçişte, eskiye ait güçlü ekonomik, sınıfsal ve siyasal engellerden muaf kılmaktaydı. Üçüncüsü, köle emeğinin yaygın kullanımının yanı sıra durmadan akan göçmen dalgası nedeniyle bol ve ucuz bir işgücü cenneti durumuna gelmişti. Dördüncüsü, başta kapitalizmin en gelişkin ülkesi olan İngiltere olmak üzere Avrupa’nın çok değişik bölgelerinden gelen göçmenler yalnızca bol ve ucuz işgücünü değil; yaşlı kıtanın bilgi, teknoloji ve sermaye birikim ve tecrübesini de bu bakir topraklara taşımaktaydı. Avrupa’da yaşanan iki büyük savaş, artan ekonomik kriz ve etnik ve mezhepsel baskılar bilim ve sermaye çevreleri içinden de yeni kıtaya çok yaygın bir göç yaşanmasına neden olmuştu; bu süreçte ABD’ye en çok da İngiltere kaynaklı ciddi bir sermaye göçü yaşandı.

Beşincisi, geniş sahipsiz boş arazilerin yeni göçmen sahiplerince çitlenerek tarımsal üretime açılması ABD’yi öncelikle tarımsal alanda, özellikle de pamuk üretimi alanında önemli bir üretici ekonomi haline getirdi. Altıncısı, ABD’nin bağımsızlık öncesi İngiliz koloni sistemi aracılığıyla tanıştığı üretim bilgisi ve kapitalist zihniyet bu gelişimi kolaylaştıran bir başka etken oldu. Yedincisi,  göçmen dalgasıyla akan teknolojik bilgi ve sermaye birikiminin ABD’nin zengin demir ve çelik kaynaklarının birleşmesiyle yaygın demiryolları inşa edildi ve hammaddesi demir ve çelik olan yaygın bir sanayi üretimi gelişti(3). Sekizincisi, İngiliz sömürgeciliğine karşı verilen kurtuluş savaşı ve bir ulus devlet inşası sürecinin ürünü olan Kuzey Güney iç savaşı dışında ABD uzun bir süre bir savaş tehdidinden uzak yaşadı; bu yüzden ekonomik inşası kesintisiz sürebildi ve çok daha önemlisi ekonomik kaynaklarını askeri sanayiye değil üretici sektörlere yönlendirme olanağını bulabildi.

Dokuzuncusu, ABD kendisinden güçsüz ve tahakküm altına alabildiği bir periferiye de sahipti ve bu periferideki kaynakları da kendi ekonomik gelişmesi doğrultusunda kullanabilme olanağına sahipti. Onuncusu, ABD geniş bir iç pazara sahip olduğu için ekonomisini dış ticaret önceliğine göre değil iç talebin inşası önceliğine dayalı olarak oluşturdu. Bu nedenle hem bölgeler arasında daha eşit ve sağlam bir kapitalist yapının oluşmasını sağladı ve hem de içerideki refahtan geniş kesimlerin yararlanmasını… Dolayısıyla toplumun geniş kesimlerinde nispeten güçlü onaya sahip bir sistem ve devlet yapısı ortaya çıktı.

Bütün bunlar yeni kıtanın yaşlı kıtayı ekonomik bakımdan yakalamasını sağlayan etmenlerdi. Ama sadece yakalamıştı ve fakat henüz ekonomik gelişme anlamında yaşlı kıtadaki rakipleri üzerinde bir üstünlük sağlayabilmiş değildi. Üstünlük sağlama bakımından belirleyici olan iç ve dış gelişmeler 1890lar ile 1945 arasındaki 50 yılda şekillendi. Belirttiğimiz gibi 1.Savaşta olduğu gibi 2. Savaşta da tüm büyük güçler büyük bir yıkımla karşılaşmasına karşın ABD savaşı minimum zararla atlatmıştı. Dahası 2. Savaşı silah ticaretinden ve Avrupa’ya yönelik yüksek miktarlara ulaşan tahıl ve gıda ürünleri satışından elde ettiği yüksek kazançlarla daha da zenginleşerek çıkmıştı. Bu süreç İngiltere ve Almanya başta olmak üzere ABD’yi rakipleri karşısında tartışılmaz üstün bir ekonomik güç haline getirdi.

Böylece 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupa’nın sanayileşmiş ülkeleri ile kıyaslandığında önemli sayılabilecek bir ekonomik etkinliğe ve güce sahip olmayan ABD, elli yıldan az bir zaman içerisinde İngiltere ile birlikte dünyanın en büyük imalatçısı konumuna yükselmiş,  ülke büyüme ve kalkınma sürecine girmiştir. ABD, 1945’e kadar geçen dönemde bir büyük ekonomik kriz yaşanmasına rağmen dünyanın GSH’sının yaklaşık yüzde 50 seviyesine yakın bir GSYİH miktarına ulaşmıştır.

Bir Askeri Güç Olarak ABD’nin Hegemon Hale Gelmesi

Amerikan askeri teknolojisi çok uzun yıllar Amerikan İç Savaşı’nda oluşturulduğu düzeyde kalmıştır. Savaşta galip gelen Amerika’nın Kuzey kesimi o dönemler askeri imalat, alt yapı ve teknolojinin merkezi haline gelmiştir. O günlerden 1940’lı yıllara kadar bu yapıda önemli bir değişiklik olmamıştır. Bunun en temel nedeni de yukarıda belirttiğimiz gibi ABD’nin ne kendi kıtasından ne de yaşlı kıtadan herhangi bir ciddi askeri tehditle karşı karşıya olmamasıdır. Zira Avrupa ile arasında geniş bir okyanus engeli bulunmaktadır ve Amerika kıtasındaki diğer ülkeler ise ciddi bir tehdit olamayacak denli güçsüzdürler. ABD, ilk kez kendisi açısından ciddi tehditleri ve fırsatları ortaya çıkaran 1. Dünya Savaşı ile birlikte, güçlü bir askeri sanayi oluşturması gerekliliğini acil ve elzem bir sorun olarak algılamıştır. 1. Dünya Savaşı ile ortaya çıkan hegemonik boşluğu doldurma fırsatı yakalayan, bu doğrultuda ilk adımları atan ABD, bu amaca ulaşması açısından en ciddi eksikliğinin askeri güç alanında olduğunu fark ederek, 1941-45 dönemini askeri sanayide büyük bir atılım gerçekleştirmek için kullanmıştır.

Nitekim Amerikan savaş sanayi, 1939’da %1,4 kapasiteyle çalışırken bu oran 1944’te %41’e yükselmiştir. Bu dönemde savaş sanayinin kalbi haline gelen Büyük Göller Bölgesi eyaletleri, Atlantik cephesinin ihtiyacı olan silah ve mühimmatın %35’ini, Pasifik cephesinin ihtiyacının %86’sını karşılayan büyük bir cephanelik haline gelmiştir. 1943 ve 1944 yıllarında artık Amerikan güçleri Pasifikte hızla ilerliyor, Japonya’ya yaklaşıyorlar, buralarda askeri üsler kuruyorlardı. Atlantik Okyanusu’nun bir yanından diğer yanına yüzbinlerce askerini sevk edebilecek bir kapasite oluşturmuşlardı. Okyanuslar arası geniş faaliyet alanına sahip bu büyük askeri güç Amerikan hegemonyasının da en temel unsuru olmuştur. Ardı sıra keşfettiği nükleer silahları Japonya da kullanarak, diğer ülkelere elindeki nükleer gücün hatırlatan ABD, böylece “ artık askeri alanda da hegemon güç benim” mesajını vermiş oluyordu.

Bir İdeolojik-Kültürel Güç Olarak ABD’nin Hegomon Hale Gelmesi

ABD dış politikasını belirleyen başlangıçtan beri uluslararası ilişkiler disiplini içinde “realizm teorisi” ile ifadesini bulan “güç” politikasıdır. Hegemonya döneminin dış politikasının asal unsurunu da bu aynı yaklaşım oluşturmuştur. Ne var ki hegemonya, bir rıza üretme işidir ve bu yüzden de realizmin yumuşak güç adı verilen rıza üretimini sağlayacak politikalarla birleştirilmesi de zorunludur. Daha henüz 1. Emperyalist savaşın ertesinde Wilson’un öncülüğünde gerçekleştirilen Milletler Cemiyeti kuruluşu girişimleri ve liberal demokrasi ve anti kolonyalist politikaların öne çıkarılışıyla dikkat çeken “14 ilke deklarasyonu” rıza üretimi alanında kullanılacak ideolojik, kültürel ve politik enstrümanlar hakkında bir fikir veriyordu. 2. Emperyalist Savaş”ın ardından ABD artık net bir hegemonik güç olarak ortaya çıktığında bu aynı yaklaşım doğrultusunda -güncel barış talebi de kuvvetle vurgulanarak-  çok yönlü ideolojik kurumsal adımlar atılmaya başlandı.

ABD hegemonyasının ilk günlerinden 1990lara kadar ki dönemde realizm,  modernizm, demokrasi, refah, sosyalizm tehdidi ile harmanlanarak bir hegemonik söylem haline getirildi. Küreselleşme olarak adlandırılan 1990 sonrası dönemde ise rıza üretiminde kullanılan ideolojik söylem, önemli değişikliklere uğradı.

Bu bölümde ABD hegemonyasının inşası sürecini ekonomik, askeri ve ideolojik boyutlarını irdeledik. Yazımızın gelecek bölümünde ise ABD hegemonyasının zirve ve gerileme dönemini yine ekonomik, askeri ve ideolojik-kültürel boyutlarıyla ele alacağız.


NOTLAR

1-Wallerstein, ABD’nin sahip olduğu üstünlüğü üç etkenle açıklar: ABD’nin ulusal enerjisinin 1865’ten beri kesintisiz biçimde hem üretim hem de teknolojik ilerleme konusundaki kapasitesini artırma doğrultusunda yoğunlaşması; ABD’nin, en azından 1941’e kadar ağır askeri harcamalarının bulunmaması; bütün Avrasya’da 1939’dan 1945’e kadar muazzam bir altyapı tahribi ve insan kaybı. Hobsbawm ise İngiltere’nin A.B.D karşısında geri kalmasının en temel nedeni olarak diğer rakiplerinde sanayileşme gelişirken Britanya’nın eski tarza bağlı kalması olarak tanımlar. Hobsbawm’a göre, uzun vadede en önemli değişiklik bilimin teknoloji rolündeki ortaya çıktı. Bu bilim alanı eloktromanyetik ve kimya idi… İkinci değişiklik otomasyon süreciydi. Makine imalatının mekanizasyonun ve kitlesel üretiminin öncülüğünü yapanlar ise Amerikan kökenlilerdi.

2- Amerika Birleşik Devletleri ekonomik olarak 1920’li yılları büyük bir bolluk içinde geçirmiştir. İşçi ücretlerinin genel düzeyi artmış, bazı çiftçilerde çok kazanmaya başlamışlardı. Yılda 2.000 dolar kazanan tüm ailelerin %40’lık bölümü yeni otomobiller, radyolar ve buzdolapları alabilecek duruma gelmiştir.. Savaş ve savaştan sonraki dönemde ABD borç alan bir ülke konumundan borç veren bir ülke durumuna düşmüştür. ABD’deki ekonomik refah ve bolluk dönemi 1929 dünya ekonomik bunalımına kadar devam etmiştir İki dünya savaşı arası dönemde ABD, sadece ekonomik anlamda değil siyasi anlamda da bunalımlı bir dönem geçirilmiştir. Örneğin sorunlardan biri göçmen akınının sınırlandırılmasıdır. Dünya ekonomik bunalımı 1933 yılında 14 milyon Amerikalının işsiz kalmasına neden olmuştur.

3- Sanayinin temelini oluşturan demir-çelik üretiminde yeni cevher yataklarının keşfi ve çeliğin ilk defa toplu halde üretimi 1872 yılında ABD’de başlamış ve bu gelişme de sektörün daha da büyümesini sağlamıştır. Nitekim ABD’nin demiryolu ağı ve modern şehirlerin kurulması da bu dönemden sonra hızlanmıştır. 18. yüzyıla gelindiğinde ABD, imalat sektörünün tek lideri konumuna gelmiş, ülkeyi baştanbaşa saran demiryolları ağının uzunluğu Rusya dâhil olmak üzere tüm Avrupa ülkelerini geçmiştir.

 

 

Mahmut ÜSTÜN