Burjuva demokratik devrimlerle başlayan kadınların eşit haklar mücadelesi, uzun yıllar devrim ce sosyalizm mücadelesi ile bütünleşerek tek bir dalga haline gelemedi. Bir yanda kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi, diğer yanda ulusal ve sınıfsal baskı ve sömürü biçimlerinin ortadan kaldırılacağı sosyalizm mücadelesi ayrı kulvarlarda devam etti. Verili toplumsal ilişkiler alanındaki pek çok sınırlama, kural ve erkek egemenliği vb nedenler, kadınları örgütsel faaliyet içinde erkeklere göre ikincil hale getirdi. Kadınların toplumsal ilişkiler alanındaki sınırlanmışlıkları, onları her şeye karşın, eşit ve özgür ilişkilerin geçerli olması gereken örgütsel ilişki ve işleyiş alanında da ikincil bir konuma itti.
Toplumsal alandaki egemen konumlarını siyasal ve örgütsel yaşamlarında da sürdüren erkekler, her fırsatta kadınlara karşı güvensizlik gösterdi ve pozitif ayrımcılıkta bile isteksiz davrandı. Kadınların eşit ve özgür davranma çabalarını, ev, çocuk ve iş hayatı gibi geleneksel rollerini bahane ederek ya da devrime ve aşka olan bağlılıklarını istismar ederek kendi konumlarını korumaya ve hatta güçlendirmeye çalıştı. Kadınların işlevsel dönüşüm/değişim çabalarına karşı erkeklerin tam tersi bir konumla adeta işlevselsizliğe yönelmeleri bir başka sorunsal yarattı. Bu sorunsalın ortaya çıkardığı iki durumdan biri, devrimin ve aşkın dönüştürücülüğüne karşı tipik bir egemenlik ilişkisinin kendisini yeniden üreterek sürmesidir. İkincisi de, devrim ve sosyalizm mücadelesinde yeni insan tipinin yaratılması için gerekli olan demokratik ilişki ve işleyişin engellenmesidir.
Erkek egemen bakış tarzının etkin olmasından dolayı yaşamın her alanında kadınların genel olarak erkeklerin yanında ikincil ve onların yardımcı “unsurları” konumunda bulunmaları, örgütsel ilişki ve işleyiş bazında yeterince sorgulanamıyor. Kapitalist sistemin ve günlük yaşamın kurumsal ilişkileri kadınları, örgütsel yaşamda da yeniden eski/geleneksel türden ilişkiler içerisine sokuyor ve erkeklerin kadınları “koruma ve gözetme” çabaları yeni bir “sahiplenme” refleksine dönüşüyor. Bu da, örgütsel ve siyasal faaliyette erkeklerin konumunu sürekli ve sistemli olarak güçlendirirken, kadınların konumlarını münzevileştiriyor.
Devrim ve sosyalizm mücadelesi, kadın ile erkek arasındaki her türlü eşitsizliğin ve ayrımcılığın olmadığı, örgütsel ilişki ve işleyiş kurallarının her koşulda geçerli olduğu bir örgütsel hayatı gerektirmektedir. Bu nedenle, örgütsel yaşam içinde kadınlara karşı gösterilen tüm davranışlar ve duyarsızlıklar ciddi bir şekilde sorgulanabilmeli, somut eleştirilere ve değerlendirmelere tabi olabilmelidir. Gelinen aşamada, kadınların giderek artan oranda eşitlik ve özgürlük mücadelelerine katılmaları ile siyasal ve toplumsal konumları hızla değişmeye başlamıştır. Ancak bu sürecin bir başlangıç aşaması olarak ele alınmalıdır.
Çalışan kadınların, emekçi kadınların ve eve hapsedilmiş kadınların (mutfak-yatak odası ve çocuk odası üçgeni arasında koşturan ev kölesi kadın) geleneksel kadın rolleri ile özgürleşmekte olan kadın rolleri arasındaki zoraki gidiş gelişleri sosyal ve psikolojik sorunlar yaratıyor. Bu nedenle devrimci kadınların her gün yaşamak zorunda oldukları ve erkek egemen ideolojinin yansımalarından kaynaklanan acil sorunlarını bıkmadan, usanmadan, korkmadan inatla ortaya koyarak sorgulamaları önem kazanıyor. Kadınlar bu işi bir ideolojik mücadele alanı olarak algılayıp sürekli ve sistemli hale getirebilirse, erkek egemenliğini daha etkili bir şekilde sarsabilir.
- Siyasal Önderlikler ve Sosyalizm Anlayışı – Şaban İba - 14 Haziran 2024
- Eğitimde müfredat sorunu! - 26 Mayıs 2024
- Solun Durumunu Yeniden Düşünmek! - 20 Mayıs 2023