12 Mart Darbesinin 50. yılında: 71 Devrimciliğinin Mirası

1968 ve izleyen yıllar, burjuva düzeninin iktisadi ve siyasi krizinin derinleştiği ve derinleşen krize paralel olarak kitle muhalefetinin yükseliş içine girdiği yıllardır.

Burjuva düzen, iktisadi planda dış ticaret açıklarının büyümesi, enflasyonun yükselmesi ve yatırımların durması vb. gibi etkenlerin yarattığı basıncın altındaydı. Mali bağımlılığın teknolojik bağımlılıkla bütünleşmiş olması, dış borçları ödemek için döviz bulamayan kapitalist ekonomide yatırımları da durduruyor ve mevcut üretimde önemli kapasite düşüşleri yaratıyordu.

İktisadi krize paralel olarak siyasi planda da bunalım öğeleri birikiyor, burjuva klikler arası ayrışma ve çatışmalar boyutlanıyordu. Burjuva düzeninin kurumlaşmış-geleneksel partileri AP ve CHP, bu ayrışmaya paralel olarak iç bölünmelere uğruyorlardı. MGP, MNP, DP, CKMP gibi özellikle tarım ve taşra burjuvazisinin temsilciliğine soyunan yeni partiler ortaya çıkıyordu. Bu ayrışma ve çatışmaların yarattığı istikrarsızlık ortamında, burjuva düzenin temel kurumlarından biri olan parlamento, iktisadi-siyasi krize müdahale gücünü önemli ölçüde yitiriyordu.

Burjuva düzeninin bir diğer temel kurumu olan ordu ise, kendi içinde yaşanan çatlağa rağmen, özellikle hiyerarşinin üst kademelerinde bütünlüğünü koruyordu. Özellikle başlangıçta bir nevi sosyal güvenlik kuruluşu olarak kurulan, ama zamanla yerli ve yabancı sermayeyle ortak yatırımlara yönelen OYAK aracılığıyla ordunun sermaye düzenine ne denli bağımlı kılındığı, süreç içerisinde ve ancak pratiğin gücüyle kanıtlanabilecektir. 9 Mart’ta genç subayların giriştiği darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması, ordunun sermayeyle bütünleşme derecesini net olarak gösterirken, darbeci hayaller de yıkıma uğruyordu.

Düzen cephesinde bu gelişmeler yaşanırken kitle muhalefeti de gittikçe daha militan biçimlere bürünerek yükselişini sürdürdü. 1968 yılı sokak gösterilerinin yoğunlaştığı ve aynı zamanda bu gösterilerin sokak çatışmalarına dönüştüğü bir yıl oldu. Anti-emperyalist şiarlar etrafında yükselen kitle muhalefetine yönelik, burjuvazinin desteğinde örgütlenen gerici saldırılar yoğunlaşmaya başladı. Kanlı pazar ile doruğuna çıkan bu gerici saldırılar özellikle gençlik kesiminde silahlı mücadele fikrinin güçlenmesine de neden oldu.

Üniversite eylemlerinin işgallere, kır yoksullarının eylemlerinin mitinglerden toprak işgallerine, işçilerin eylemlerinin grevlerden fabrika işgallerine dönüştüğü ve sokak çatışmalarının yoğunlaştığı bu dönemde, gençlik farklı ve kendi özgücüne dayanan bir eylem çizgisine adeta kendiliğinden ulaşmıştı.

TİP’in bu dönemdeki tavrı ise, ünlü “eylem yapmayalım provokasyon olur, faşizm gelir” tavrıydı. Bu tavrın dayandığı politik nesnellik yalnızca onun parlamentarist politika tarzı olabilirdi. Yoksa bu dönem, ‘işçi eylemlerinin ve kitle muhalefetinin aldığı radikal biçimler bir yana burjuvazinin de net olarak parlamento dışı çözümlere yöneldiği, parlamenter mücadelenin olanaklarının tümüyle tükendiği bir dönemdir.

MDD ve artık Devrim dergisi etrafında kümelenen YÖN’cüler ise, gelişen anti-emperyalist gençlik hareketine hem anti-Amerikancı bağımsızlıkçı karakteri nedeniyle, hem de daha çok’ darbeyi uyaran hareketler olarak daha sıcak yaklaşıyorlar, eylemleri destekleyen bir ajitasyon-propaganda faaliyeti yürütüyorlardı. Ne var ki, onların eylemlere verdiği destek de politik amaçları doğrultusunda iki önemli kayıt taşıyordu. Orduyu karşıya almamak,’ milli ve küçük burjuvaziyi ürkütmemek…

İşte 1960’lı yılların sonlarına bu koşullar içinde girildi. Bu tarihlerde antiemperyalist mücadelede pratik inisiyatif öğrenci gençliğin elindeydi. Gençlik bu mücadelede kazandığı radikallik ve inisiyatifi kendi örgütlenmesi olan FKF’ye de taşıyor, bu örgütlenmede Kıbrıs olaylarından 6 Filo’ya, küçük üretici eylemlerine, işçi eylemlerine vb. dek politikalar üretiliyordu. FKF’nin Dev-Genç’e dönüşüm süreci, aynı zamanda gençlik kadrolarının kendi mücadele isteklerini “provokasyon olur” ya da “milli burjuvaziyi ürkütmeme gerekçesiyle sınırlandırmak isteyen TİP ve MDD çizgilerine karşı kopuş alternatifi oluşturma sürecidir. TİP’in seçim yenilgileri, alt sınıfların yükselen ve radikalleşen eylemleri, burjuvazinin içindeki hesaplaşmaların netleştiği bu dönemde, hala “ilerici milli burjuvazi”nin herhangi bir politik aksiyonunun görülmemesi vb. bu kopuşun sosyal-siyasal ortamını hazırlamıştı. MDD’ci fikirleri desteklemek amacıyla yeni yeni çevrilen Lenin ve özellikle Mao’nun eserleri de genç kadroların ‘alt sınıfların ve öncünün rolü konusunda’ kendi konumlarına uygun teorik argümanlar edinmelerine imkân sağlıyordu.

‘71 kopuşu, bu sosyal-siyasal atmosferde ve pratikte farklı bir mücadele çizgisi geliştirmiş olan gençlik kadrolarının kendi eylem çizgilerine teorik bir temel arama çabaları içinde şekillendi.

Politik-örgütsel ifadelerini de THKO, THKP-C ve TKP-ML de buldu. Her biri genç kadrolar tarafından oluşturulan bu hareketler, TİP, MDD ve MDD’nin sağ kanadı olarak değerlendirilen PDA çevresinin eylemsizliğine, uzlaşmacılığına bir tepki olarak oluştu. Bu tepki her şeyden önce pratik bir tepki idi. Teorik planda ise bu hareketler, her biri farklı düzeylerde olmakla birlikte uluslararası devrimci hareketlerle, MDD çizgisinin eklektik bir sentezine dayanıyorlardı.

‘71 devrimci hareketi

‘71 kopuşunu simgeleyen örgütler içerisinde THKO (yarattığı moral değerler ve etkiler bir yana) geçmişi aşma konusunda ileriye en az miras bırakan akım oldu. THKO da ‘71 kopuşu hemen yalnızca bir pratik tavır olarak kaldı ve teorik alanda geçmişi aşmaya yönelik hiçbir ciddi uzanım sağlayamadı. THKO geriye birkaç bildiri ve Türkiye Devriminin Yolu broşürü dışında hiçbir yazılı belge bırakmadı.

THKO, milli demokratik devrim çizgisini halk savaşı anlayışı çerçevesinde savunmaktadır. Ne var ki Mao’nun halk savaşı stratejisi işçi sınıfının tarihsel rolünü hiç değilse teorik planda reddetmezken, THKO “üretimde bulunan proletaryanın savaşıma müsait olmadığı” gerekçesiyle “üretim dışı proletaryayı (kır yoksulları ve küçük üreticilik)” temel almaktadır.

THKO’nun parti fikrine yaklaşımı “cephe”ci anlayışın ilkel bir uzantısıdır. Partinin bağımsız politik hattı ve cephe ‘içindeki hegemonyası konularında, THKO oldukça geri bir çizgiye sahiptir. Sözkonusu olan bütün anti-emperyalist güçleri kapsayan bir ordu yaratmak ve partiye bu ordunun yürüttüğü mücadele süreci içerisinde ulaşmaktır.

THKO çizgisinin geçmişe dönük eleştirisinin temeli ve kapsamı bu metinlerde de ifadesini bulmuş, THKO geçmişin eleştirisi temelinde “silahlı mücadelenin her şart altında temel mücadele biçimi olması gerektiği” sonucuna varmıştır. THKO’da dönem boyunca ne bir ciddi örgütlenme faaliyeti ne de ideolojik-teorik bir çaba görülmeyecektir.

THKO dışındaki diğer iki oluşum THKPC ve TKP-ML, ‘60 sol hareketinden daha kapsamlı kopuş denemeleridir ve bu nedenle kendinden sonraki dönemin sol hareketi üzerinde daha kalıcı etkiler yaratmışlardır

THKP-C, MDD içinde yaşanan bir iç ayrışma sürecinin ürünü olarak doğmuştur. Ayrılık, teorik düzlemdeki ifadelerini, cephe, öncülük, aşamalı-kesintisiz devrim, demokratik devrimin muhtevası vb. konularda bulmuştur.

THKP-C kendi teorik temelini genel olarak MDD, özel olarak da PDA çizgisinin eleştirisi temelinde inşa etmiştir. THKP-C’nin bu akımlardan ilk ve en temel farklılığı “öncülük” konusundadır. MDD öncülüğü açık bir biçimde burjuva sınıflara havale ederken, PDA öncülük konusunda temel olarak MDD çizgisini sürdürmekle birlikte kitle çizgisi vurgusu yapmakta ve bu PDA’ yı örgüt fikrine daha da yakınlaştırmaktadır. THKP-C ise kitleye rağmen öncüye abartılı ir belirleyici rol biçme konusunda PDA’ya göre klasik MDD çizgisine çok daha yakındır. Ne var ki THKP-C’nin klasik MDD çizgisinde öncünün kim olacağı sorusunda düğümlenen çok daha temel bir farklılığı vardır. THKP-C, MDD’nin “genç subaylara ve küçük-burjuvaziye” devrettiği öncülük rolünü proletaryanın temsilcisi olarak nitelediği “profesyonel devrimcilere” aktararak, devrimci hareketin düzen karşısında daha bağımsız ve kendi özgücüne güvenen bir çizgiye yaklaşmasını teorik alanda da formüle etmektedir.

Düzenle araya konulan mesafe, THKP-C’nin cephe ve partileşme sürecine MDD-PDA çizgisinden daha farklı bir yaklaşım ortaya koymasında da ifadesini buluyordu. THKP-C bir cephe arayışına girilebilmesi için proletarya partisini şart koşuyor, cepheyi ana görev olan partinin yaratılmasına bağlı olarak şekillenecek tali bir görev olarak tanımlıyordu. Parti cephe teorisyeni M. Çayan bu yaklaşımını demokratik devrim anlayışına dek uzatarak gündemdeki devrimi işçi sınıfının ideolojik, politik, örgütsel öncülüğünde ve kesintisiz olarak sosyalizme yönelen bir süreç olarak tanımladı. Böylece burjuva devrimini, burjuvaziye havale eden ve sosyalizme yönelmek için bir burjuva aşamayı zorunlu gören klasik MDD çizgisi yerine, devrimi sınıfın öncülüğünde kesintisiz bir süreç olarak değerlendiren daha ileri bir formülasyon getirildi.

M. Çayan’ın ilginç yaklaşımlarından biri de emperyalizm konusundadır. M. Çayan emperyalizmin içsel bir olgu haline geldiğini iddia ederek ‘60 sol hareketinin anti-emperyalist mücadeleyi daha çok dış güçlere ve özelde ABD emperyalizmine indirgeyen çizgisinden farklılaşır ve bu teoriye pratik politikada önem kazandıran bir sonuca ulaşarak, anti-emperyalist mücadelenin daha ilk elden iç düşmana yönelmesi gerektiğini savunur. Bu tespit, demokratik devrimin doğrudan doğruya mevcut burjuva devlet yapısına yönelen bir devrim (anti oligarşik) olarak tanımlanması, ‘71 devrimciliğinin düzen karşısındaki devrimci pozisyonunun bir başka teorik ifadesidir.

Nihayetinde THKP-C’nin teorik çizgisi anti-emperyalizmle sınırlı bir perspektife ve belirli bir mücadele tarzının, silahlı mücadelenin formüle edilmesine dayanır. M. Çayan “çağımızın baş çelişkisinin ezilen uluslar ve emperyalizm arasında” olduğunu savunur. Çağımızın baş çelişkisi bu olduğu içindir ki profesyonel devrimciler temel savaş alanı olarak kırları seçmelidirler. Kapitalizmin belirli bir gelişmişlik seviyesini kabul eden ve demokratik devrimi bir toprak devrimi olarak görmeyen THKP-C açısından temel gücün köylüler, temel savaşım alanının kırlar olarak tespit edilmesi, teorik planda son derece çelişik bir tutumdur, bu çelişik tutum iki temel gerekçeyle düzeltilmeye çalışılır. Bir, işçi sınıfı nitel ve nicel açıdan zayıftır; * iki, kırlar devrimin tarım devrimi olması nedeniyle değil, emperyalizmin denetiminin bu alanlarda zayıf olması nedeniyle temel savaşım alanlarıdır.

1971 devrimciliğinin bir başka önemli örgütü TKP-ML dir. İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları Şubat 1972’de “DABK Kararı” ile “TİİKP revizyonizmine» karşı bir iç mücadele başlattılar ve bu iç mücadelenin sonucunda devrimci bir kopuş yaşayarak TKP-ML örgütünü kurdular.

İbrahim Kaypakkaya, ‘71 kopuşunun simgeleri arasında önemli ölçüde işkencedeki direnişi ile tanınan, ama teorik yaklaşımları açısından en az bilinen isimdir. Onun teorik görüşleri Maoizmin radikal bir yorumuna dayanmakla birlikte, bu köylücü eğilimle sınırlı değildir. Kaypakkaya ‘71 Hareketi içinde ‘60 sol hareketinden en köklü biçimde kopuş yaşayan kişidir. Kemalizm ve ulusal sorun alanında burjuva ideolojisinin ‘60 sol hareketi üzerindeki son derece dolaysız hegemonyası İbrahim Kaypakkaya tarafından aşılmıştır.

Kaypakkaya, TİİKP gibi halk savaşını savunmakta, TİİKP’i ise bu savaşımın gerektirdiği pratik inisiyatifi göstermemekle, pasifsizimle suçlamaktadır. İktidarın parça parça alınmasına dayalı halk savaşı stratejisi, temel örgütlenme biçiminin silahlı örgütlenme, temel mücadele biçiminin de silahlı mücadele olmasını zorunlu kılarken, TİİKP bu yönde hiçbir somut adım atmamaktadır. Oysa’ Kaypakkaya işçi sınıfının ve halkın ayaklanması için en zorunlu görevin bir devrimci önderlik yaratılması olduğunu düşünüyor ve “şimdi işçi sınıfımızın ve yoksul köylülerimizin büyük çoğunluğu kurtuluşlarının ancak silahlı mücadele ile olacağını kavramış durumdadır…”, “Genel olarak dünyada özel olarak da Türkiye’de objektif şartlar devrime sön derece elverişlidir” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Ocak Yayınları, Önsöz) saptamasını yapıyordu. Bu saptama yalnızca İbrahim Kaypakkaya’ya özgü değildir. ‘71 devnimci hareketinin hemen tüm kesimleri bu ortak saptamayı paylaşıyordu.

İ. Kaypakkaya’da kopuş bu pratik boyutuyla sınırlı değildir. Kaypakkaya’yı, muhatabı TİİKP ile köklü bir hesaplaşma arzusu, aynı zamanda TİİKP’in (PDA) devamcısı -olduğunu iddia ettiği Şefik Hüsnü TKP’si ile de bir hesaplaşmaya götürmüş, bu hesaplaşma, Kaypakkaya’nın Kemalizm ve şovenizmden kopuş yaşamasını da kolaylaştırmıştır. Kemalizm ve şovenizmle kopuşmayı kolaylaştıran bir diğer önemli unsur da İ.Kaypakkaya’nın TİİKP Doğu Anadolu Bölge Komitesi Sekreterliğini yapmasıdır. Genel çalışma alanı Doğu Anadolu, özel çalışma alanı Malatya ve Dersim olan Kaypakkaya, hem Kürt gerçeğini ve Dersim isyanını canlı tanıklarından öğrenme fırsatı buluyor hem de Kemalist bir jargonla Kürt köylülerini halk savaşına kanalize etmenin güçlüğünü pratikte yaşıyordu. Bu politik pozisyon, Kaypakkaya’nın Kemalizm ve milli meselede burjuva ideolojisinin etkilerini aşmasını kolaylaştıran önemli bir unsur oldu.

TKP-ML, THKP-C ve THKO’ya göre çok daha köylücü bir ideoloji ve politik bir tutum sergilemiştir. Kuşkusuz bunun ilk nedeni TKP-ML’nin TİİKP içerisinden çıkan bir oluşum olmasıdır. Ne var ki bu köylücü eğilimi pekiştiren son derece önemli başka etkenler de vardır. TKP-ML’nin ortaya çıktığı Şubat 1972 yılında hem işçi hareketi ezilmiş ve susturulmuş ve çok daha önemlisi THKO ve THKP-C ağır bir yenilgiye uğratılmıştı. Teorik planda kırları temel almak iddiasıyla ortaya çıkan THKO ve THKP-C, pratikte bir şehir gerillacılığı faaliyeti sürdürdüler. Nitekim teori ve pratik arasındaki bu farklılık M. Çayan’ı klasik Maoculuktan uzaklaştırarak Dauglos Bravo ve Carlos Marieghellacılığa doğru yaklaştırmıştı. İşte şehir gerillacılığının THKO ve THKP-C nezdinde aldığı bu ağır yenilgi, TKP-ML’nin savaşımın üsleri olarak kırların temel alınması yönündeki fikrini pekiştirdi. TKP-ML’nin köylücü eğiliminin bir diğer belirleyici nedeni bu hareketin çıkış aşamasında zaten fiilen TİİKP-DABK’a (Doğu Anadolu Bölge Komitesi) dayalı olmasıdır. Dolayısıyla TKP-ML’in kurucuları açısından kırlık alanlarda konumlanma daha hareketin kuruluş aşamasında fiilen sözkonusuydu.

Kaypakkaya’nın teorik sisteminin asal unsurları politik konumlanışına uygun olarak kızıl siyasi üsler yaratmak problematiği etrafında oluşmuştur. TKP-ML kendi politik varlığını halk savaşında, sınıfsal tabanını da yoksul köylülükte aramıştır. Demokratik devrimi bir toprak devrimi olarak nitelendiren Kaypakkaya devrimin temel gücü olarak köylülüğü, temel örgütlenme alanları olarak kırları görmektedir.

Klasik MDD’ciliğin cephe ve milli burjuvazi konusundaki tahlilleri de Kaypakkaya’da varlığını sürdürmektedir. Kaypakkaya’nın cephe konusunda MDD’den tek farklılığı cepheyi proletarya partisinin hegemonyasında bir oluşum olarak değerlendirmesidir.

Kaypakkaya ile ilgili vurgulanması gereken önemli unsurlardan biri de hemen tüm devrimci çevrelerin emperyalizmin feodalizmi tasfiye etmesinin mümkün olmadığını düşündüğü o günün koşullarında, emperyalizmin kırlara girerek Amerikan biçiminde değil fakat Prusya tarzında kapitalist ilişkileri geliştirebileceği ve feodalizmi tasfiye edebileceğini ileri sürmüş olmasıdır. Bu durum köylülüğün temel güç olduğu bir devrimi feodalizmin etkinliği ile bire bir ilişkilendiren Kaypakkaya’nın kurduğu devrim teorisinin ucunun açık bırakıldığını ve sosyo-ekonomik yapıdaki dönüşümlerle birlikte -kapitalizmin gelişmesi ve köylülüğün azalması- işçi sınıfı ve kent merkezli bir devrime dönüşmesini de içerdiğini göstermektedir.

Genel değerlendirme

‘71 devrimci hareketi bir kopuştur, kuşkusuz her kopuş gibi geçmiş dönemle bağlantı noktaları vardır. Alt sınıflara dayanma çabasında olan ve özgüce güven temelinde bir çizgi tutturmak isteyen ‘71 devrimciliğini, geçmişin eleştirisini de bu temelde gerçekleştirmişlerdir. THKO, THKP-C. ve TKP-ML Hareketlerinin tümü de geçmişin parlamentarist ve devrimi kendi dışına (milli burjuvazi, ordu vb.) havale eden tutumlarının yerine öncünün ve altsınıfların aktivitesini yerleştirmişlerdir.

TİP’in reformizmine karşı yasadışı silahlı mücadele, MDD’nin cuntacılığına ve milli burjuvaziden aktivite beklentilerine karşı profesyonel devrimcilerin ve alt sınıflanın belirleyici rolü…

Düzen karşısında devrimci bir pozisyona sahip olmak, burjuva kurumları olan ordu ve parlamento karşısında daha ileri bir tutumu, Kemalist ideolojiden uzaklaşmayı ve milli burjuvazinin devrimciliğine karşı daha kayıtlı bir yaklaşımı da beraberinde getirdi. ‘71 devrimciliği ile sol hareket alt sınıflara yönelirken aynı zamanda kaynağını üst sınıflara güven ve onlardan yol açıcılık misyonu beklemekten alan icazetçi anlayışlara da önemli bir darbe vurdu. Türkiye sol hareketi, Osmanlıdan 1970’li yıllara kadar bütün politik-örgütsel çıkışlarını burjuvazinin sağladığı ortam ve imkanlara güvenerek gerçekleştirdi. Burjuvazinin yasak ve baskıları karşısında ise faaliyetini ve örgütlenmesini tasfiye etti.

1960 sol hareketi de varlığının ve faaliyetinin sınırını ya TİP’de olduğu gibi anayasa çerçevesiyle ya da YÖN-MDD çizgisinde olduğu gibi onun temel kurumlarından biri olan ordudan devrim beklentisiyle çizdi. 1971 Hareketi, sol hareketin faaliyetlerinin önündeki bu icazetçi kayıtları da kaldırarak sol hareketin devrimcileşmesi açısından önemli bir rol oynadı. ‘71 Hareketi ‘60 sol hareketinden örgütlenme ve çalışma tarzı açısından da devrimci temelde bir kopuştur. ‘71 kadrolarının devralabilecekleri herhangi bir ileri örgüt mirasının olmadığını, bu kadroların MDD’nin örgütsüzlüğü ve TİP’in legalizmi içinde eğitimlerini tamamladıklarını düşünürsek, ‘71 Hareketinin bu açıdan taşıdığı önem daha netleşir.

Aynı zamanda bu ‘71 Hareketi klasik Cumhuriyet aydını tipinden de bir kopuştur. Cumhuriyet aydınının radikalizmi, temelini kendini devletle bütünleştirme eğiliminden alan bir üstten devrimciliktir. ‘71 Hareketiyle alt sınıflardan gelen ve siyasal radikalizmi alt sınıflarla bütünleşme ve devleti karşısına alma perspektifiyle gösteren yeni bir aydın tipi de ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet aydın kuşağından devrimci bir tarzda kopuşan, ama önemli bir entelektüel Marksist birikimden yoksun bu kadrolar, ‘71 sonrası sol hareketin aydın kadro ihtiyacını da karşılamak sorunuyla yüz yüze kalacaklardır.

Mahmut ÜSTÜN