“Önce mahalleyi ateşe verirsin, karmaşa çıkarırsın, sonra mahalleye gelir “sizi bu halden kurtarmaya geldim” dersin… Ve o mahalleyi maddi manevi sömürürsün… Ve bu bazen bir mahalle kabadayısı öyküsü değildir ama hiçbir fark yoktur…
Benim büyüdüğüm evde 12 Eylül’de kimse “çok da iyi oldu” olması gereken buydu, demedi…
Bu ülke için geriye adım denildi… Hiç unutmuyorum cümleyi…
“Bir on yıl daha geri gittik”
Sabah babamız işe gitmemişse ya bayramdır ya pazar… Bir Cuma sabahı babam “darbe” oldu dedi… Askerini seven, askerliği bir onur olarak gören bir ülkede askeri darbenin iyi birşey mi, kötü birşey mi olduğunun kafa karıştıran bir durum olması gayet normaldir… 27 Mayıs Darbesi ve 12 Mart Muhtırasından sonra benim aklen hatırladığım, sonuçlarına gayet vakıf olduğum şeydir 12 Eylül…
Öncesinde elbette yaşananlar yaşım gereği benim için bulutlu… Şu an oturduğum sokakta o zamanlar zaman zaman çatışma çıkan örgüt evleri olduğunu hatırlıyorum. Polislerin baskın yaptığını hatırlıyorum, CHP Kadın kollarından birilerinin bir komşu kadının gözaltına alınışını hatırlıyorum… Sonra babamın İlhan Erdost ‘un ölümüyle yaşadığı üzüntüyü hatırlıyorum. Kitaplıktan bazı kitapların kalktığını hatırlıyorum. Henüz yeni yeni genç kızlığa adım atılan yaşlarda hepsi evinden kayıp yaşamamış bir genç kızın yakın ama uzak anıları olarak kalıyor zihnimde… Çünkü acılar size yakından dokunduğunda netleşir ancak…
Hızla akan bir süreçte sokağa çıkma yasağının kalkışını ama geceleri belli saatten sonra sokakların yasaklandığını hatırlıyorum. Yani ben bir sürü yasak hatırlıyorum. Tadı kaçmış bir ülke hatırlıyorum. Babamın “yok ettiler Sol’u hep Solcu çocuklar gitti” dediğini hatırlıyorum…Bir gün bizi okuldan toplayıp Konak meydanına götürdüler. Vilayetin önüne… İlk kez orada gördüm Kenan Evren’i… İlk kez orada gördüm her köşe başında keskin nişancıları, Ankara Palas’ın çatısındakini hala hatırlıyorum… Anlamam mümkün değildi… Oysa bizler okullu çocuklardık… Ailelerden izin alınmadan reşit olmayan çocukların okul tarafından öyle bir yere götürülmesi emirdi elbette ve babamı çok kızdırdı… O zaman anlamıştım ki… Evladının ne yapacağına bile sen karar veremiyorsan orada hak hukuk yoktu… Sonra da hiç olmadı zaten…
80 sonrasında zaman daha hızlı akmaya başladı bu ülke için… Önceleri her şeye zor ulaşılırken sonra birden ülkenin şekli şemali yüzü değişmeye başladı.. Her şeyi satabilecek insanlar olmaya doğru evrilmeye başladık.
O kısa ve lider olma vasfından çok uzak ticaret erbabı insan her televizyona çıktığında tüylerim diken diken oldu…
Faşizmin legalleşmesi Kenan Evren’in ve birlikte yol aldıklarının marifeti ise, ayarsızlığın, hırsın, açgözlülüğün, ahlaki çöküşün ve arsızlığın legalleşmesi Turgut Özal ve onun benzerlerinin başat olduğu bir yoldur… Yolu açan Adnan Menderes ve dönemdaşları ile Demirel ve dönemdaşlarını yok saymak olmaz… Onlara bazı hakları veren güvendiğimiz dağlarda söz konusudur elbette… Yani gider bu iş taaa başa kadar… Ama kabul etmek gerekir ki 80 sonrası ahlaki, siyasi ve ticari çöküş bugünün sebebidir. Haddimi aşar bu konuda yazmak ama Türkiye’de solu bitiren dönemeçtir 12 Eylül….
Benim büyüdüğüm evdeki kitaplıkta okunması gerekli çok kitap vardı… Benim büyüdüğüm evde kimse dini, mezhebi, ırkı, siyasi görüşüne göre değerlendirilmedi… Benim büyüdüğüm evde askerlik de, vatan da değerliydi ama kimse faşist yaklaşımların yanında olmadı… Bana kimse düşmanlığı, vandallığı aşılamadı… Biz öyle kendin vatana hainlik yap, sonra kendini kurtar… Kendin silah sat, sonra kendini koru yaklaşımlarını, vatana asıl düşmanlığı yapıp sonra vatan aşkıyla ölüyorum diyenleri sevmedik… Sevemeyiz.. Öğretmediler maçta taraf tutar gibi düşünmeden taraf olmayı…
Evde öğretmediler, ilkokulda, ortaokulda lisede harika düşünen, sorgulayan ve insan sever, vatan sever eğitmenlerle okudum onlarda öğretmediler… Olmayan ve aksini öğretmeye çalışan olduysa da hatıramda dahi kalmadı…
Ama 83’den sonra ben bu ülkenin babamın korunaklı evinde tanışmadığım bir başka yüzüyle tanıştım… O gün bugündür bir daha bu ülkenin ileri gittiğini görmedim… Netekim geldik dayandık Malazgirt’e… İstanbul’un fethi bile kesmedi… Geriye sarmaya devam…
Bugün giderek artan insan hakları ihlâllerine, eğreti ve yarım yamalak bir demokrasiye, cumhuriyet ve adalete, ciddi anlamda apolitize olmuş, hayatı dizi film ve futbol maçlarından ibaret hâle getirilmiş kitlelere, sol siyasetin ve sendikal hareketlerin mevcut düzeyine, bilim/felsefe/sanat üretmekten âciz üniversitelere, saçma sapan yöneticilere, toplumsal sevgisizliğe, cehalete ve ahlaksızlığa daha sayabileceğimiz nice musibete sahipsek bunda hiç kuşkusuz 12 Eylül Darbesi’nin vebali büyüktür.
Ne demişti Alaz Erdost; Netekim öldükten sonra…
“Babamın küçük bahçesinden çiçekler fışkırırken, onun mezarı olmayacak. Kanla dolu yattığı yerde çiçekler açmayacak. Ziyarete gelenlere çikolata dağıtılmayacak, çünkü giden olmayacak. Ve o hiç bir zaman ‘kendi mezarında kendi açan bir gül’ olmayacak asla. Bu da bana yeter”
Bugün biz babasız kalan çocukların ve evlatsız kalan anaların 12 Eylül’ünü hatırlıyoruz…
- “Aidiyet” Ait Olmanın Tadının Kaçtığı Şeyler - 23 Aralık 2019
- Dedikodu - 17 Ekim 2019
- Anne var, anne var… - 19 Eylül 2019