Geldiler bir büyük sesin harfleriyle ağızları dopdolu,
suskun çamuru küremek için kentin gölgeli
sokaklarından, sıyırıp almak için yıllardır gökyüzüne
birikmiş pası, ovmak için isli alnını sabahın.
Kemal Özer
1980’li yıllar, Türkiye işçi sınıfı ve sosyalist hareketi açısından hayli sorunlu yıllardı. 12 Eylül Darbesi, 24 Ocak Kararları ve 1989’da Sovyet Bloku’nun çöküşü, sosyalist düşünce ve hareketlerin dünyada ve Türkiye’de moral üstünlüklerini yitirmeye başladıkları bir dönemi işaret ediyordu. Madencilerin 4 Ocak 1991’de başlayan yürüyüşleri, işçi sınıfının kazanımları açısından, elbette Mehmet Ali Aybar’ın “Emekçiler sanki birden yüzyıllık uykularından uyanmışlardı.” dediği bir Saraçhane Mitingi (31.12.1961) ya da bir 15-16 Haziran Olayları (1970) kadar büyük öneme sahip değildi ama yine de işçi sınıfı ve sosyalist hareketin 1980’li yıllardaki ölü toprağını üzerinden atabilmesi ve silkinip doğrulmasında önemli bir tarihsel kerte oldu. O yüzden ki bu yürüyüş “Büyük Madenci Yürüyüşü” olarak anılageldi ve hem başarıları hem de başarısızlıkları ile Türkiye işçi sınıfı tarihindeki müstesna yerini aldı. O günlere hızlıca bir göz atalım.
Neoliberal ekonomi politikalarının tüm hızıyla uygulandığı 1980 sonlarında ANAP iktidarı, taşkömürünün satışından elde edilen gelirin Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) işletmelerinin maliyetlerini bile karşılayamadığını iddia etmektedir. Cumhurbaşkanı Turgut Özal 30 Kasım’da medyaya (Milliyet, 30.11.1990) yansıyan açıklamalarında şöyle der: “Zonguldak kömür havzasında işçiye verilen ücret, sattığınız kömürün bedelini karşılamıyor… Zararı 500-600 milyarı buluyorsa yarın yüzde 60 zam verdiğiniz zaman bu açık, bu zarar 1 trilyonun üstüne çıkar. Kim ödeyecek bu parayı. Devlet baba ver bakalım diyecekler. Devlet nasıl verecek? Ya vergileri arttıracak ya da para basacak…Üretim olmayan yere haddinden fazla para verirseniz enflasyonu körüklersiniz.”
İşçiler ise işletme zararlarının yükünün kendilerine yüklenmesinin yanlış olduğunu ifade etmektedirler. Daha ekim ayı başlarında Zonguldak’taki meslek odaları, ticaret odaları ve esnaf da bir ortak açıklamayla maden işçilerine destek olurlar ve işçilerin TTK zararlarının sorumlu tutulamayacağını belirterek toplu sözleşme görüşmelerinin ortak bir noktada uzlaşmayla sonuçlandırılması gerektiğini ifade ederler.
Başbakan Yıldırım Akbulut ve ANAP iktidarı ile sürdürülen toplu sözleşme görüşmelerinden sonuç alamayan Genel Maden İş Sendikası’na bağlı maden işçileri, 30 Kasım 1990’da geve başlarlar. 3 Aralık’ta da hükümet de lokavt ilan ederek işçilerin taleplerine sessiz kalmayacağını gösterir. İşçiler 2,5 milyon lira maaş (bu bugünün parasıyla 2 bin 500 liraya tekabül etmekte) ve 85 bin lira yevmiye isterlerken, ANAP Hükümeti 1 milyon 200 bin lira (bugünün 1.200 lirası) maaş ve 64 bin lira yevmiye teklif etmektedir. Ocak ayının ilk günlerinde (3 Ocak) Türk-İş, bir aydan fazladır grevde olan Genel Maden İş Sendikası’na bağlı işçilere destek olmak için bir günlük Genel Grev ilan eder. İşçiler, aileleri, çocukları, Zonguldak’tan Ankara’ya giderek seslerini Ankara’da duyurmaya karar verirler ama otobüslerin ve araçların Zonguldak’tan çıkmasına izin verilmez. Bunun üzerine, Kasım 1990’da başlayan grevden hemen hemen bir yıl önceki genel kurulda Genel Maden İşçileri Sendikası Yönetimine seçilmiş olan Şemsi Denizer başkanlığındaki sendika Ankara’ya yürüyerek gitmeye karar verir. Tarihe Büyük Madenci Yürüyüşü olarak geçecek olan toplumsal harekette böylece başlar ve yüzbinler “Çankaya’nın Şişmanı, Madencinin Düşmanı!” sloganı ile yola koyulur. Yürüyüşe işçi aileleri de bizzat katılırlar. Greve katılan kadın ve çocukların yürüyüşe iştirak etmemesi kararı alan sendikaya rağmen 48’bin işçi, eşleri ve çocuklarıyla birlikte yaklaşık 100 bin kişilik tek bir aile olur ve yürümeye başlarlar.
İlk gün işçiler ocak düzeyinde örgütlenerek yürümeye başlarlar. Aynı ocakta çalışan işçiler ve aileleri birlikte yürümeye başlarlar, kendi içlerinde ayrıca örgütlenir, kendi iaşelerini temin etmeye, güvenliklerini sağlamaya çalışırlar. Ertesi gün Şemsi Denizer yürüyüşten ayrılır, arabasıyla Bolu’ya giderek Başbakan Yıldırım Akbulut ile görüşür. Akbulut, TTK’yı işçilere devretme teklifinde bulunur. Denizer teklifi kabul etse de devir teslimin şartlarında anlaşma sağlanamaz. Şemsi Denizer’in Başbakan’la görüşmesini Devrek İlçesi çıkışında bekleyen işçiler, Akbulut ve Denizer arasında bir anlaşma sağlanamaması üzerine yola devam etmeyi planlasalar da Dorukhan Tüneli’ne ulaştıklarında yolun güvenlik görevlilerince kapatıldığını görürler. Vali ile görüşmeler sonucunda yol açılır ve işçiler Dorukhan Tüneli’nden geçerek eylemlerine devam ederler.
Yürüyüşün üçüncü gününde işçiler Zonguldak’tan iyice uzaklaşmış ve Ankara’ya revan olmuşlardır ki, hem Cumhurbaşkanı Özal’ın, hem Başbakan Akbulut’un hem de Çalışma Bakanı İmren Aykut’un yürüyüşe yönelik tavrı değişmeye başlar. Yürüyüş sonlandırılmadıkça işçilerle görüşülmeyeceği açıklanır. Ankara’da TBMM’de ANAP kulislerinde Türk-İş’in 3 Ocak’ta aldığı bir günlük Genel Grev’in yasalara aykırı bir karar olduğu ve bu yüzden Türk-İş’in kapatılması gerektiği lafları dolanmaya başlar. İşçilerin iaşelerini taşıyan araçların konvoya ulaşması da engellenmeye başlar. Ertesi gün Gerede yakınlarında konvoyun yolu bir kez daha kesilir ve 201 işçi gözaltına alınır.
8 Ocak’ta Şemsi Denizer ikinci defa yürüyüşten ayrılır ve Sendika yönetimi ile birlikte Ankara’ya giderek hükümet yetkilileri ile görüşmeye başlar. Denizer ve ekibi, elde somut bir olmamasına rağmen, yürüyüşün amacına ulaştığını belirterek yürüyüşü dağıtmaya karar verir.
16 Ocak’ta ABD, Irak’a saldırır. Körfez Savaşı’nın başlamasından 5 gün sonra, 21 Ocak’taki Şemsi Denizer İmren Aykut görüşmesinden de sonuç çıkmaz. 25’inde de savaş gerekçe göstererek tüm grevler yasaklanır. 6 Şubat’ta toplu sözleşme imzalanır. İşçiler değil grev öncesi talep ettikleri 2,5 milyon lira maaş ve 85 bin lira yevmiyeyi alabilmek, o gün hükümetin teklif ettiği 1 milyon 200 bin lira maaş ve 64 bin lira yevmiyenin altında bir rakama 1.1 milyon lira maaş ve 49 bin lira yevmiyeye imza atmak zorunda kalırlar.
Şemsi Denizer’in Büyük Madenci Yürüyüşü’ndeki rolünün hakkıyla değerlendirildiğini düşünmüyorum. Denizer bir yandan Polonya İşçi lideri, 1983 Nobel Barış Ödülü sahibi ve Polonya Cumhurbaşkanı (1990-95) Lech Walesa’ya atfen “Yerli Walesa” olarak övüldü, diğer yandan Jaguar arabasından hareketler “Jaguar Şemsi” olarak yerildi. 6 Ağustos 1999’da Zonguldak’taki evinin önünde eski koruması tarafından silah saldırı sonucu öldürülmesi de dahil pek kurcalanmadı. Sınıf hareketleri, sendika ve sosyalizm ekseninde çok önemli bir sosyal bilim nesnesi olarak Denizer ve Büyük Madenci Yürüyüşü halen araştırılmayı beklemiyor değil.