Yazanlar yazarlara karşı, okur hepsine karşı

Aziz Nesin, her üç kişiden beşi şair dediğinde büyük ihtimal sosyal ağ ile tanışmamıştı ve o zaman yine büyük ihtimal konuya romancılar dahil olmamıştı. Şimdilerde yazan ve yazar diye ayırıyoruz üçleri beşleri. Yazanlar kapışıyor yazarlar kara kara düşünüyor. Ve yazanlar kapışırken bit pazarına nur yağıyor bilmem kaçıncı baskısıyla tanesi 5-10 TL den. Peki günümüz yazarı şairi bu tablonun neresinde? Kapışmakla üretmek arasında yaşayan(flu). Ayaklar baş olmuş, koparken kıyamet. Ve  çoğalırken keçiler, Abdurrahman Çelebi’ler; ne yapıyor şair, yazar bunlara karşı. Ağrısız başım kaygısız aşım. Ama ilk şikâyet eden yine kendisi. Hoş şikâyet dedi mi maaile bütün millet. Bu düzenin hangi çarkını kırsak da çıksak düze?

Bir de okur kısmı var ki bu ayağın; yazanla okur buluşmalarının, yazarla okur buluşmalarından daha çok olmasından tabloyu, belki de vahameti görebilirsiniz. Hatta yazarla okur buluşması hiç yok da diyebiliriz. Öyle ki yazar yazarlarla buluşuyor şairler şairlerle artık. Her ikisini de sosyal ağda rahatlıkla görebilirsiniz örnekleriyle. Belki de bu yüzden kaliteli okur kitlesi git gide azalıyor. Yazar okurla buluşmuyor ya da buluşamıyor. Yazan ise sosyal ağda üretim kısırlığını selfielerle kapatıyor. Elinde bazen kitap kendine entelektüel havası da yarattı mı? Okuyor ki konuşuyor algısı… ve görev tamamdır. Yazar, yazanın beğenileriyle takipçi sayılarıyla şok!

Ve öğreniyor; aslolan ünlü olmak, pay kapmak. Önce ünlü olacaksın-olamadın mı? Ölünce ünlenenlerle (çünkü lakin bizde yaşarken anlaşılmaz değer) koftiden ünlüler arasında yer bulup, okuduğunu en iyisi sanan okuru ikna edeceksin. (Bakarsa tabi bütün bunlar arasında senin yüzüne.) Ölme eşeğim ölme.  Sonra dememeli neden dertlidir şairler yazarlar hep. Dünyanın derdine kendi derdi binmişken sormamalı da. Yazarın derdi; yazanla, yazarla, yayıncıyla, pazarla toplumla …………saymaya nefesim yetmedi.

Ama garip olan, yazar derdinde yüzüp kara kara düşünürken; yazanın dünyayı kurtardığını sanması ki. O ne özgüven o!

Alkışlayan ellerinizden öperim.

Sıla’yı şarkı söylerken de alkışlamıştık alışkanlık sanırım. Kitaptır anıdır, belki bir fotoğraf alırız girelim kuyruğa. Düşünün; kuyrukta hayatında ilk kez şiir okumuş biri. Sanıyor ki şiir o. Survivor Anıl yakışıklı, genç kızların sevgilisi. Genç kızlar kitaba konuşuyor! (Pardon Anıl’a koşuyor.) Sanıyor ki roman o. Korkarım ileride A ile başlayan bir yazar ismi verin dediklerinde Atilla Taş ismini verecek bir ‘’tuttuğunu-okur‘’ kitleye sahip olacağız.

Şimdi burada soru şu. Nur yağmıştı ya hani tanesi beş TL’den pazara. Yapı Kredi Yayınlarından Edip’ler, Cemal’ler Can Yücel’ler, Sabahattin Ali’ler. Buna rağmen, şiir sanmak, roman sanmak gibi bir şey hâlâ varsa; kitap satılıyor lakin okunmuyor demektir. Okunsa; o şiirse bu ne demeli okur ya da o romansa bu ne demeli okur. Bu kadar yazanın olduğu yerde bunu demeyen okur mu yoksa yazan!

Bu kadar yazanın olduğu yerde –dünyayı yarattı ya- Meydan Tanrılar savaşı –Tanrılar okumaz!

Kaçırır gerçek okuru. Bu nedenle çok kişiden bilhassa gençlerden şunu duyuyorum.  Ben Türk yazarları okumuyorum. Diyecek oluyorum yazandır o karıştırma. Susuyorum.  Bu konu çok su götürür zira.

Yazar ve şair ise bu ortamda kimin çarkını kırsa elinde kalacağını bildiğinden çarka oynar. Yine de bir azınlık var ki sadece arı-duru üretmekle hemhal keşfe çıkar dünyayı her defasında.

İşte onlar yıllar sonra ortaya çıkacak olan değerlerdir.

Aramadan yorulmayın

Edebiyat tamamen dibe vursa da olmadığı yerde bile kendiliğinden ortaya çıkar ki ne yıkılmış ne yok diyebiliriz edebiyata.

Arayın!