Yaşadıkları Cehennemi Cennete Çevirmeye Talip Olanlar

Memleketimi, Türkiye’yi seviyorum. Mecburiyetten yaşamakta olduğum okyanus ötesindeki bu Kuzey Amerika ülkesinde her şey bana o denli yabancı ki, yapabilseydim, bir dakika durmayıp dönerdim. Ancak, şartsız, her yönüyle olumlu, koşulsuz bir sevgi değil bu… Aksine, bazen bu memleket, daima karanlıkta kalmış, daima kinle, nefretle beslenmiş, insan haklarını çiğnemiş, insan yakmış ve ekseriyetle hoş görüden, hümanizmden uzak, ırkçı yahut dinci kimselerce yönetilmiş bu korkunç memleket sevgime layık mı diye düşünüyorum. Sevmiyor değilim, seviyorum ancak bu sevgi, bir gün bu memleketin yukarıda saydığım bütün menfi, çirkin vasıflarından arınıp insanların birbirlerini sırf insan oldukları için, başkaca niteliğe ve ayrıma gerek duymaksızın kucaklayacaklarına dair umudumdan kaynaklanmaktadır. Bu umut olmasaydı, emin olun, bu memleketi, kötülükten, kederden geçilmeyen haliyle sevmezdim, sevemezdim.

Bu memleketin özgürce uçan güvercinlere bile tahammülü yoktur, hep vurup öldürmek, hiç olmazsa hapsetmek istemiştir. Nitekim dün, ‘‘Tıpkı bir güvercin gibiyim…’’ diyen Hrant Dink’in öldürülmesinin sene-i devriyesiydi.

Yaşım genç, o vakitler çocuktum, Hrant Dink ile çok sonradan tanıştım. Onun Agos Gazetesindeki yahut muhtelif gazetelerdeki bir ırka değil, insana hitap eden yazılarını okuduğumda, bu adama kıyılır mı diye düşündüm, fakat şaşırmadım. Çünkü genç yaşta şunu öğrenmiştim: Her kim bu memleketin dümenini olması gerektiği yere, refaha, aydınlığa kırmaya cüret göstermişse bir güruhun, ne idiği belirsiz tetikçileri tarafından katledilmiştir. Niçin böyle olmuştur, memleketin aydınlığa kavuşmasını istemeyenler kimlerdir, bilemiyorum. Kuşkusuz onlar, kan içen yarasalardır, bu yüzdendir ki memleketin karanlıkta kalması onların işine gelmektedir.

Nedense önde gelen yazarların halka üstün meziyetler yüklemek, taşımadığı erdemleri, incelikleri taşıyormuş gibi göstermek yönünde âdetleri vardır. Sormak isterim, Hrant Dink’i öldüren ucube bu halkın içinden çıkmadı mı? Madımak Otelini yakanlar bu milletin fertleri değiller miydi? Ondört yaşındaki Ali Tıraş’ı kaynatarak öldürenler başka halkın insanları mıydı? Bunu söylemek acı ve kırıcı ama hayır… Ferhan Şensoy’un sözüyle: ‘‘Bu halk o halktır!’’

Anadolu irfanı basmakalıp bir ifadedir, böyle bir irfan bulunmamaktadır, bulunsaydı bu yazıyı yazamazdım, çünkü ne Hrant Dink öldürülürdü ne de sayısız vahşet yaşanırdı. Bu halk irfanı olmadığından ötürü o eylemleri yapmıştır yahut yapılmasına göz yummuştur. Halkın içinde bu irfana sahip insanlar yok mudur, gayet tabii vardır, ancak hep susturulmuşlardır, paylarına kıyım düşmüştür.

Peki ne yapmalı? Yazının başındaki umudumun başgöstermesi, bu memleketin sevilmeye layık bir yere dönüşmesi için ne yapmalı? Bana öyle geliyor ki, evvela, atalarımızdan miras kalan geleneklere kuşkuyla bakmalıyız. Şimdiye değin sürdürülmüş müteaddit gelenek, karanlığa hizmet etmiştir. Bunlardan kurtulmalıyız. Sevincim, benim kuşağımın bu geleneklere pek bağlı olmamasında, daha ılımlı ve anlayışlı olmasında saklıdır. Hatta diyebilirim ki, doğrusu, umudum da gene onlara yöneliktir.

Hoşça kalın! Dilerim artık ‘‘yaşadıkları cehennemi cennete çevirmeye talip insanlar’’[1] öldürülmezler…


[1] Hrant Dink’in bir köşe yazısından alıntıdır.