Şöyle bir cümle okuduÄŸumu hatırlıyorum: “Yalanımız gerçeÄŸimizden daha yakındır bize.” Bu cümleyi okuduktan sonra düşündüm. Yalan ve gerçek benim için ne ifade ediyordu… Yalanımız da gerçeÄŸimizin bir çeÅŸit ürünü deÄŸil miydi? Yalanın sahte sıcaklığını, gerçekliÄŸin serin yalnızlığına tercih mi ediyorduk? Ondan mıydı yalanımıza gerçekliÄŸimizden daha yakın olmamız? Ayrıca, böyle bir formülasyon ya da belirleme yapılabilir miydi?
Yalanlarımız bizim her türlü sorumsuzluÄŸumuzu, sahteliÄŸimizi saklayacağımız bir cep gibidir. GerektiÄŸinde ortaya çıkıp bizi bin türlü sıkıntıdan saklamasını isteriz. Yalanlarımız ve gerçeklerimiz aynı ruhta yan yana duran iki özelliÄŸimizdir. Gerçeklerimiz sabırlıdır, çok gerekmedikçe kendini göstermek istemez. Yalanlarımız ise çok sabırsızdır; olur olmaz yerde, zamanlı zamansız boy gösterirler. Boy gösterirler derken mecazi anlamda deÄŸil, gerçek anlamda. Zira her yalan, kendini gizlemek için daha “boylu”suna ihtiyaç duyar. Her yalan büyük bir ÅŸefkatle bir sonrakini besler; bir anlamda annelik yapar diÄŸerine. Her an kandırmaya da, kandırılmaya da yatkındır. Yalanlarımız bizde geçici olarak bir doping etkisi yapar. Güçlünün, zenginin, baÅŸarılının çekiciliÄŸine çabuk kapılır. Sürekli flört eder onlarla. Flört edemeyeceÄŸi tek ÅŸey gerçekliÄŸimizdir. Çünkü onlar, geceyle gündüz, siyahla beyaz kadar zıttırlar birbirlerine.
GerçekliÄŸimiz hiçbir zaman kendilerini anlatmazlar, sadece görünür kılarlar. Bunu genellikle büyük bir ciddiyetle, bazen dudağının kenarında tanımadığımız bir tebessümle yaparlar. GerçekliÄŸimizin ruhunda hep bir isyan kıpırtısı vardır. Onlar bir ayaklandıklarında yalanlarımız korkup kaçmaya yer arar. GerçekliÄŸimiz olabildiÄŸince idare eder. Yalanlarımız ise “idare” edilmenin konforuna alışıktır; “idare” edilir.
Yalanlarımızın fantezi dünyası geniştir, şımartılmak ister sürekli. Sınırlarının farkında olan gerçeklerdir; sınırların belirsizliği yalana dair bir özelliktir. Gerçekliğimiz daha çok anlama ve dinleme modundadır; yalanlarımız ise sürekli kendini anlatma… Gerçekler küçük bir kedi yavrusu gibidir; orada öylece durur. Ne zaman ki sınırı ihlal edilir, işte o vakit kaplan kesilir. Yalanlar ise tam tersine, kaplan görünümlü kedi yavrusu gibidir.
Her iki insanlık durumunun bir görünen yüzü, bir de görünmeyen/derin yüzü vardır. Yalanın derinlerine dalındığında, çıkışının nerede olduÄŸu belli olmayan bir labirente düşülür; gerçekliÄŸin derinlerine dalındığında acı-ÅŸefkat karışımı bir duraÄŸa varılır. Aslında yalanın gerçeÄŸe duyduÄŸu nefret her zaman gerçeÄŸin yalana duyduÄŸu nefretten fazladır. Çaresizce ona sığınmaktan baÅŸka yol olmaması, yalanın orgazm anıdır. O da birkaç saniyelik liderlik ve iktidardır. Zira, gerçeklik her vakit “demokles kılıcı” gibi başının üzerinde sallanmaktadır.
“Kılıktan kılığa girmek” insanın yalan tarafı için söylenmiÅŸ bir söz olmalı. Yanlış zamanda yanlış kılığa girmek de çok mümkündür tabii. Ä°ÅŸte o vakit gerçekliÄŸimiz bize öyle bir kılık biçer ki, görülmeye deÄŸer! Böylesi durumlarda yalanın kendini kurtarabileceÄŸi bir kıvraklığa bürünmesi çok zordur. Zira o an, “denizin bittiÄŸi an”dır. KuÅŸkusuz yalanımıza sarılmak bir hayat kadınına sarılmak gibi sahte bir sarılıştır. GerçekliÄŸimiz tüm bunları başı ellerinin arasında büyük bir kederle izler.
Yalanlarımız biraz tehditkâr, ince, çift tarafı kesen sustalı bıçak gibidir aslında; sapı inci ve sedef kaplıdır. Gösterişlidir yani. Yüz metre koşucusu gibi aniden var gücüyle fırlar. Ama her an her yere sığınacak karakterdedir. Peki gerçeklerimiz öyle midir? Elbette ki hayır; onun kendinden başka sığınacak yeri yoktur. Buna ihtiyacı da yoktur. O, dallarını suya eğmiş söğüt ağacı serinliğinde, arkasında ürperti aramadan dere kenarında çamaşır yıkayan kadın sakinliğindedir. Her yanı ateşler içinde yansa da, volkanı her an patlayacakmış gibi olsa da acı ve ateşini sakince boşaltma derdindedir.
Bu nedenle, bir yanımız azgınlaştıkça, bir yanımız bilgeleşiyor. Yalanlarımız her daim saçları jöleli pantolonu ütülü ya da son moda kıyafetlerle dolaşır. Kendini beğendirme telaşındadır hep. Gerçeklerimizin lügatında beğenilme sözcüğü yoktur. Belki saçları dağınık, sakalları tozlu, pantolonu kırışıktır, ceketini haftalarca çıkarmamıştır. Ama haklıdır, gururludur, barışıktır hayatla.
Gerçekliğimiz, terk edilmiş görüntüsüne rağmen tam içinde olduğumuz yanımızdır. Yalanımız daha çok hırsız yanımızdır. En çok da zamanımızı çalar. Gerçekliğimiz çalınan zamanımızı bulup iade etme telaşındadır. Zirveleri zorlayan her vakit yalan yanımızdır. Ovaların sakinliğine yayılan ise gerçekliğimiz…
Ä°nsan garip bir biçimde hayatı parçalara ayırarak yaÅŸar. Gerçek ve yalan iÅŸte bu parçaların unsurlardır. Hayatı bir bütün olarak, mümkünse parçalara ayırmadan yaÅŸamak… Cennet ve cehennem fikri acaba söz konusu parçalara ayrılmış hayatın sonucu mu? Aslında yalan yanımızın en temel “iÅŸlevi” gerçek yanımızın tedirginliÄŸini beslemektir. DeÄŸil mi?
Peki yalan yanımız bunu neden yapıyor? Buna yol açan bir ”erken bahar” beklentisi mi? Bir an önce ”meyvelenme” arzusu mu? Mevsim daha kışken çiçeklenme isteÄŸi mi? Kendine sihirli bir iksir muamelesi yapıp damlatıldığı yerden zem zem çıkacağı beklentisi mi? Hayatın sırrına böyle mi varılacağına inanıyor? Yıpranmış duyguları böyle mi onarmayı düşünüyor? Sonunda tüm yalanların gerçeklerin ayağının altında parçalanacağını düşünmek neden mümkün olmuyor?
Elbette gerçeÄŸin yerine yalanı tercih etmemizin pek çok nedeni vardır. Ama ÅŸu “acı” gerçeÄŸi söylemeden geçersem yazıyı eksik bırakmış olurum. O gerçek, hemen tüm yalanlarımızın bizim gerçekliÄŸimizin ürünü olmasıdır. Bizim kendi/özel gerçekliÄŸimizin yetmezliÄŸi, eksikliÄŸi, güçsüzlüğü… Ä°ÅŸte yalan yanımızı besleyen bu ve buna benzer zaaflarımızdır. Maddi, manevi, donanım sorunlarımız, bizim hem ahlâki, vicdani hem de adil ve etik davranma yönümüzü törpülüyor. Bu durumda belli ölçülerde gerçekliÄŸimizi koruyoruz ama belli ölçülerde de yalana baÅŸvuruyoruz.
İşte, olanın ve bitenin bundan ibaret olduğunu düşünüyorum.
Yalan, gerçek yanımızı sürekli tehdit eder ama günün sonunda gerçek tarafından bir şekilde mahkûm edilir. Çünkü onu var eden ve esas olan gerçekliktir her zaman.
Gerçek hükmeder, onun hükmünün temyizi yoktur. Ãœstelik o, yalanın yüreÄŸine ölüm bilgisi salandır…
- Sol Siyaset Saatleri Yeniden Ayarlanabilir mi? - 14 Aralık 2024
- Özgürlük Güzergâhı - 16 Kasım 2024
- Bir İdeoloji Olarak Bilim - 17 Ekim 2024