Linç girişimlerinin siyasi kriz dönemlerine baş gösterdiğini ifade eden akademisyenler, geçmişte yaşanan vakalarla yüzleşmenin benzer olayların tekrarlanmaması için gerekli olduğunu ifade ediyor.
“Sivas katliamında babam şair Behçet Aysan öldürülmüştü. Aradan geçen 26 yılın hiçbir işe yaramadığını gördüm. ‘Yakın evi’ çığlıkları arasında bir parti genel başkanı…”
Bu sözler, Pir Sultan Abdal Şenlikleri için gittiği Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te yaşanan linç girişimi sırasında ateşe verilen Madımak Oteli’nde hayatını kaybeden şair Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan’a ait. Yazar Aysan bu paylaşımı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’da katıldığı bir cenaze töreninde uğradığı saldırı sonrası Twitter hesabından yaptı. Peki Eren Aysan’ın da vurguladığı üzere, sıklıkla linç girişimlerine sahne olan Türkiye toplumu için bu süreklilik ne ifade ediyor? Söz konusu şiddet olaylarını tetikleyen etkenler neler olabiliyor?
“Linç kriz eşiklerinde bir araç olarak kullanılıyor”
Türkiye tarihinde linç girişimine sıklıkla maruz kalan kitlelerin başında, Alevi toplumu geliyor. Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Dr. Besim Can Zırh, Alevilere karşı tutumun ilk kez 1960’larda toplumsal olarak siyasallaştırıldığını ve bu tutumun 1978 yılında yaşanan Maraş Katliamı ile 1993’teki Sivas Katliamı’nda doğrudan lince dönüştüğünü hatırlatıyor. Türkiye’de rejimin önemli kriz eşiklerinde lincin bir araç olarak kullanıldığını belirterek, “1977 genel seçimlerinde tıpkı 7 Haziran seçimlerindeki gibi bir dalga esmiş, 1989 yerel seçimlerinde ise 12 Eylül’ün kalın ve ağır örtüsüne rağmen 31 Mart yerel seçimlerindeki gibi bir tabloyla karşılaşmıştık. Her iki dönemde de Aleviler siyasal ve toplumsal alanda önemli bir görünürlük elde etmeye başlamışlardı” diyor.
Dr. Besim Can Zırh’a göre, siyasi iktidarlar lince başvurarak üç meseleyi kendini göstermeden çözmüş oluyor: “Görünürlüğünü tehdit olarak algıladığı toplumsal bir kesimi sindiriyor. Bu kesime yönelik beslenen nefreti siyasallaştırarak ödüllendiriyor. Son olarak bu iki kesim dışında kalanlara önemli bir ikazda bulunuyor: ‘Tanımladığım alandan çıkmayın’.”
Lincin siyasi bir araç olarak işlev kazanmasına karşı iki yöntem kullanılabileceğini düşünen Zırh, farklılıklar hakkında konuşmak üzere yeni ve çatışmasız bir dil kurulması ile toplumsal tanıklıklar hakkında konuşabilmenin önemini vurguluyor.
“Linç hukukun askıya alındığının işareti”
2017 yılının Eylül ayında, dönemin HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenaze törenine katılanlara, “Burada şehit cenazesi var” denilerek saldırı düzenlenmiş ve Hatun Tuğluk’un cenazesi mezardan çıkarılmıştı. Dönemin HDP’li Ağrı Belediye Başkanı Sırrı Sakık, saldırı anını, “Birkaç saat boyunca linç tehlikesi yaşadık. Bir güruh saldırdı ve bütün güvenlik güçleri seyretti” sözleriyle anlatmıştı. Linç girişimine yakın zamanda maruz kalan isimlerden bir diğeri ise modacı Barbaros Şansal. Yine 2017 yılında, sosyal medyada yaptığı paylaşımlar gerekçe gösterilerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden (KKTC) sınır dışı edilen Şansal, İstanbul Atatürk Havalimanı’nda bir grubun saldırısına maruz kalmış, darp edilmişti.
Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Dr. Sezgi Durgun, linç kültürünün olağanlaşmasının şiddetin ve çatışma halinin içselleştirilmesi ile ilgili olduğunu dile getiriyor. Durgun’a göre hınç üzerinden “sürü ahlakı” üretmeye çalışması lincin en tehlikeli özelliğini oluşturuyor. Sürü ahlakının milliyetçiliğin en güçlü yönü olan ‘kitlesel kimlik’ ve ‘değer’ üretme mekanizmasıyla kesiştiğini belirten Durgun, “Bir toplumda reaksiyoner hareketler linç formunu aldıysa bu durum güven ve emniyet duygusunun azaldığının ve hukukun askıya alındığının işaretidir” diyor.
Toplumsal kutuplaşmaların ve gerilim hatlarının popülist siyaset söylemleri tarafından körüklendiği zamanlarda linç girişimlerinin de arttığına işaret eden Sezgi Durgun, “milli hisler”i gerekçe gösteren vatandaşların kendilerini devlet otoritesi yerine koyarak suçlu gördükleri kişilere saldırmasının cezalandırma yoluna sapabildiğini ifade ediyor. “Bunlar devlet otoritesinin ve hukuk devletinin altını oyan girişimler. Bu durum ‘güvenlik gerekçeli şiddet’ olarak anılsa da aslında büyük bir güvensizliği besliyor” diye ekliyor.
“Kibirle doğru orantılı olarak tehdit algısı var”
“Duygu siyaseti” alanında çalışan akademisyen Dr. Nagehan Tokdoğan da linç girişimlerinin siyasal istikrarsızlık ve kriz dönemlerinde palazlandığına vurgu yapıyor. “Bugün Türkiye’de baş gösteren siyasal ve ekonomik kriz ve istikrarsızlık tehdit algısına ve nihayetinde tehdit teşkil ettiği düşünülen gruplara yönelik saldırganlığa meyil ihtimalini arttırıyor” diyen akademisyene göre, 31 Mart yerel seçim propagandaları sırasında Cumhur İttifakı’nın tekrarladığı “beka söylemi” tehdit algısını güçlendiren bir söylem olarak karşımıza çıkıyor.
“Yeni Osmanlıcılık: Hınç, Nostalji, Narsisizm” kitabının yazarı Tokdoğan, linç kültürünün ayrımcılıkların arttığı, “biz” ve “onlar” ikiliğinin yeniden üretildiği milliyetçi-muhafazakar siyasal iklimlerde baş gösterdiğini ifade ediyor. Bu durum da, “biz” tanımının içine girmeyenlere yönelik nefret ve saldırganlığın artmasını tesadüf kılmıyor. Tokdoğan, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırının seçim sonrası gerçekleşmesini de şaşırtıcı bulmuyor.
Bugünün Türkiyesinde karşılaştığımız linç girişimlerinin arkasındaki duygusal motivasyonu “kibir” ve “korku” ilişkisiyle açıklayan Tokdoğan “AKP destekçileri ve iktidar seçkinleri, 15 Temmuz sonrasında ikili bir ruh haline büründüler: Narsisizm ve anksiyete. Kibir ve korku. Darbe kalkışmasının bertaraf edilmesi AKP ve destekçilerinde bir yandan kendi gücüne tapmaya varan kibri getirdi, diğer yandan bu kibirle doğru orantılı tehdit algısı ve düşme korkusunu.”
Linç kültürünün kalabalığın mensupları arasında sorumluluğu dağıttığı için sıradan bir insanın bile kolaylıkla meyledebileceği bir ortamı mümkün kıldığını dile getiren akademisyen, “Galeyana gelenler’in şiddet eylemi sonucunda bırakın cezalandırılmayı, belki de ödüllendirileceklerini düşünmeleri teşvik edici işlev görüyor” diyor.
“Yumruk atan eller öpülüyor”
Türkiye toplumunun hataları ve suçlarıyla yüzleşebilen bir toplum olmadığını dile getiren Tokdoğan, “Haliyle linç vakalarının ardından da kolektif bir yüzleşme girişimi veya utanç ifadesinden bahsedemiyoruz. Hatta yumruk atan eller öpülüyor, bu anlar fotoğraflanarak ölümsüzleştiriliyor. Muhataplara ‘gerekli mesaj’ verilmiş oluyor” diyor. Haklılık psikolojisiyle işlenen suçtan “kolektif gurur” devşirme eğiliminin ortaya çıktığını düşünen akademisyen, Kılıçdaroğlu’na yönelik linçten örnek veriyor: “Yoksa ülkenin kurucu partisinin genel başkanının sığındığı evin önünde biriken kalabalığa bir kadın ‘Yakın o evi’ diye bağırabilir miydi? Bu kadının hatırladığı şey ona nasıl bir haklılık duygusu ve haz veriyor ki o suçun tekrar işlenmesini istiyor?”
Kaynak: Deutsche Welle Türkç
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024