Türkiye’de AKP Döneminde Yolsuzluk ve Devlet: Modern Burjuva Devletinden Kaçış mı?*

Özet

1980’lerin başından bu yana yaşanan neoliberal dönüşümler, yolsuzluk sorununun tüm dünyada şiddetlenmesine neden olmuştur. Bu makale, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) dönemindeki yolsuzluk pratiklerini partinin küresel neoliberal gündemi özgül İslami politikalarıyla eşzamanlı olarak hayata geçirmesine dayanan çifte misyonu ile ilişkilendirerek, bunları yolsuzluğun bilinen neoliberal biçimlerinden ayırt etmeyi amaçlıyor. Makale, bu amaçla izlenen AKP politikalarının, Türkiye’de kişiselleşmiş bir devlet biçimi içinde ayrıcalığın kurumsallaştığı, modern-öncesi bir siyasi iktidar yapısının gelişmesine sebep olduğunu ileri sürüyor.

Giriş

17 Aralık 2013 tarihinde Türkiye, gizlice kaydedilen tapelerin sosyal medya aracılığıyla dağıtılmasıyla, zamanın başbakanı Erdoğan ve yakın çevresini çevreleyen bir yolsuzluk skandalıyla sarsıldı. Bu olay, Erdoğan’ın takipçileri ile Gülen Cemaati arasında devlet-içi sert bir İslamcı çatışmanın başlamasına neden oldu ve ülkeyi şiddetli bir siyasi krize sürükledi. Sonuçları itibariyle, Erdoğan’ı AKP ve yargının da dahil olduğu devlet bürokrasisi üzerinde daha geniş ve doğrudan hakimiyet kurmaya iterek, otoriterleşme eğilimini güçlendirdi.

Bu tapelere verdiği ilk tepkilerde Erdoğan, bunları Türkiye’deki siyasi ve iktisadi istikrarı bozmayı hedefleyen yabancı güçlerin bir ‘komplosu’ olarak tanımlayarak ya da Gülen Cemaati’nin devlet içerisinde kurduğu ‘paralel güç yapısı’ ile ilişkilendirerek çeşitli savunmacı gerekçeler üretti. Bu anlardan birinde, evinde ayakkabı kutularına saklanmış olarak 4,5 milyon dolar bulunan Halk Bankası genel müdürünü savunurken, beklenmedik bir çıkışla yolsuzluğu nasıl tanımladığını açıkladı: “devletin kasasının soyulması.”2

Böyle bir yolsuzluk tanımının, daha sorunlu rantiye ve himayeci pratikler bir kenara, rüşveti dahi yolsuzluk olmaktan çıkardığı açıkça görülmektedir. Bu tanım, yolsuzluğun genel kabul gören modern tanımıyla da taban tabana zıttır. Peki bu ne anlama geliyor? Savunmacı ve saçma bir tepkiyle mi karşı karşıyayız, yoksa bu tanım ve AKP içerisinde şimdiye kadar ortaya çıkan yolsuzluk uygulamaları üzerine, Erdoğan’ın devlet anlayışını ve uygulamalarını anlamak amacıyla yeniden mi düşünmemiz gerekiyor?

Bu kısa makale ikinci yorumda vurgulanan soruyu, Haziran 2013’deki Gezi ayaklanmalarından bu yana Türkiye’de AKP eliyle bir rejim değişikliğinin hayata geçirildiğine ilişkin endişeleri de dikkate alarak yanıtlamayı amaçlıyor. Bu endişelerden sadece bir kaçını belirtmek gerekirse, bugün Türkiye’de siyasi yönelimin faşizme mi, İslam devletine mi, otoriter devletçiliğe mi, yoksa neoliberal bir sultanlığa mı doğru olduğu üzerine tartışmalar yapılmakta.3  Erdoğan’ın son iki yıldaki siyasi performansı, bu iddiaların her biri için destekleyici örnekler sunuyor. Toplumun ‘bizden olanlar ve bize karşı olanlar’ olarak bölünerek, sadece ilk grubun devletiymişcesine hareket edilmesi ve sözde AKP kitlesinin kamuoyunu ilgilendiren tartışmalı konularda sürekli AKP muhaliflerine karşı harekete geçirilmeye çalışılması Türkiye’de faşizmin yükseldiği savlarını destekler niteliktedir. Erdoğan’ın yürütmenin yargıya müdahale edebileceğini açıkça söylemesi, itiraz edilen birçok büyük inşaat projesinde alınan engelleyici mahkeme kararlarının uygulanmaması, Twitter ve Youtube’un yasaklanması ya da polisin ve yargının devletin doğrudan kontrolü altına alınmaya çalışısı amacıyla yeni ve tepkisel yasaların çıkartılması gibi uygulamalar otoriterleşme eğiliminin işaretleri olarak görülebilir. Erdoğan’ın kadınların erkeklere eşit olmadığı yönündeki kamusal açıklamasının, laik devletle hiç bir şekilde bağdaşmadığı açıktır. Tüm bu siyasi stratejilerin ve süreçlerin bizzat Erdoğan tarafından yakından idare edilmesi ise, devletin Erdoğan’ın sultanvari kişisel iktidarıyla özdeşleştirilmesini beraberinde getirmektedir. Bu makale, tüm bu pratikleri AKP tarzı yolsuzluklarla birlikte değerlendirerek, Türkiye’de kapitalist devletin modern burjuva biçiminde gözlemlenen bazı temel değişimlere dikkat çekecektir.

Yolsuzluk Konusu ve Modern Burjuva Toplumlarda Kamusal/Özel Ayrımı  

Yolsuzluğun modern tanımı, modern burjuva devletlere özgü kamusal/özel ayrımının oluşturulması ve yeniden üretilmesinde her zaman kurucu bir rol oynamıştır. Zira, devletin modern burjuva biçimi, seleflerinden görünüşteki sınıf tarafsızlığıyla ayrılır. Bu sınıf tarafsızlığı ise kendisini siyaset-iktisat ayrımı üzerinden ifade eder ve yeniden üretir. Başka bir anlatımla, devletlerin modern-öncesi biçimlerinde yönetici sınıfların devlete kurumsallaşmış ve ayrıcalıklı erişimleri saklı tutulurken, modern burjuva devletlerde kapitalist sınıflar bu fırsattan resmen mahrum bırakılmış, iktisadi hakimiyetlerini “özel kazançları için devlet ofisleri”ni kullanmadan, piyasa rekabeti içinde sürdürmeleri beklenmiştir.4

Bu noktada, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1840’da yürürlüğe giren Ceza Kanunu örneğinde görüldüğü gibi, kamusal/özel ayrımının bazen geçmişten tam bir kopuş şeklinde dayatıldığını hatırlatmak ilginç olabilir. Bahsi geçen kanun, daha önce yasal olan Sultan’ın temsilcilerine hediye verme eylemini yasadışı ve yolsuzluk olarak tanımlamış ve kamusal olarak duyurulan, dolayısıyla da yeni modern siyasal düzenin hayata geçirilişinde toplumsal açıdan eğitici bir rol üstlenen yolsuzluk davalarıyla derhal yürürlüğe konulmuştur.5 Böyle geniş bir tarihsel bağlam içerisinde değerlendirilirse, AKP’yle ilişkilendirilen yolsuzluk pratiklerine eleştirel bir bakış, bize Türkiye’de devletin içinden geçtiği köklü dönüşüme dair önemli ipuçları verebilir; zira ne bu pratikleri şekillendiren toplumsal ilişkiler, ne de bu pratiklerin normalleştirilmesi  modern kamusal/özel ayrımıyla uyumludur.

Neoliberalizm ve Yolsuzluk: Türkiye’de AKP Öncesi Dönem

AKP tarzı yolsuzluğu sorunsallaştırmadan önce, yolsuzluk ve neoliberalizmin 1980’lerden bu yana oldukça bütünleşmiş bir ortak geçmişi olduğunu, dolayısıyla yolsuzluk iddialarındaki sayısal artışın AKP dönemine özgü olmadığını vurgulamak gerekiyor. 1980’li ve 1990’lı yıllarda neoliberal dönüşüm politikalarını başlatan pek çok ülkede yolsuzluk sorununun da arttığı görülmüştür. Arjantin’de Menem dönemi, Brezilya’da Collor de Mello iktidarı, Venezuella’da Perez dönemi ve Rusya’da Yeltsin’in şok tedavisi yılları buna örnek olarak verilebilir.6 Aynı dönemde Türkiye’deki kamusal tartışmalarda önemli bir yer işgal eden yolsuzluk iddiaları ve skandalları ise şöyle sıralanabilir: Devlet Bakanı Özdağlar’ın bir denizcilik şirketinden aldığı rüşvet, General Dynamics şirketi tarafından F-16 uçaklarının kamu ihale sürecinde ödenen rüşvetler, ihracatı teşvik amacıyla verilen desteklerden yararlanabilmek adına yapılan hayali ihracat uygulamaları ve hükümet çevrelerine yakın iş gruplarına devlet bankaları tarafından verilen batık krediler.7

Türkiye’de bu yıllarda görülen yolsuzluk iddia ve pratikleri, neoliberal politikaların toplumdan ve devletten gelen güçlü muhalefete rağmen uygulanmasından kaynaklanan erken dönem zorunluluklarla ilişkilendirilebilir. Bu, devlet içinde ithal ikamecilik, finansal kontrol ve kamusal fayda anlayışına bağlı kalan daha geniş devlete karşı çalışacak yeni kadrolar oluşturulmasını gerektirmiştir. Bu strateji, makro düzeyde, devletin yürütme organının yasama ve yargı aleyhine güçlendirilmesiyle tamamlanmıştır. Tüm bu gelişmelerin özelleştirmeler ve finans ve ticaretin serbestleştirilmesi politikaları eşliğinde olması, yolsuzlukların önemli ölçüde artması için verimli bir zemin yaratmıştır. Rusya’daki kapitalist dönüşüm deneyimi, kapitalizme geçiş sürecinin ilk yıllarında yolsuzluğun bilinçli bir siyasi strateji olarak teşvik edildiğini ortaya koyan kanıtlar sunmaktadır.8 Dolayısıyla, 1980 sonrası Türkiye dahil pek çok ülkede gözlemlenen yolsuzluk pratikleri, devletin yeniden dağıtım imkanlarını sermaye lehine tersine çevirmeyi amaçlayan bir sınıf projesi olan neoliberalizmin uygulanması sürecinde  ortaya çıkan ‘neoliberal yolsuzluk biçimleri’ olarak sınıflandırılabilir.9

Neoliberaller 1980’li ve 1990’lı yıllarda yaşanan yolsuzlukların neoliberalizmden kaynaklanan nedenlerini uzun yıllar reddetmiş, bunun yerine yolsuzlukların neoliberal reformların ilgili devletler tarafından eksik veya başarısız uygulanması nedeniyle ortaya çıktığını savunmuşlardır. Dünya Bankası, 2000 yılında “…pazar ekonomisinin geliştirilmesi, yeni siyasi ve sosyal kurumların tasarımı ve sosyal varlıkların yeniden dağıtımı süreçlerinin eşzamanlı olması yolsuzluk için verimli bir zemin oluşturuyor10 diyerek neoliberalizmyolsuzluk ilişkisini sonunda kabul etmek zorunda kalmıştır. Bununla birlikte yine de beklenti, yolsuzluğun “pazar ekonomisine geçiş” ile ilgili kısa dönemli bir sorun olduğu ve rekabetçi piyasa yapısının kurumsallaşması ile kontrol altına alınacağı şeklindedir.

Türkiye’de AKP Döneminde Yolsuzluk ve Devlet Biçiminin Dönüşümü

Erdoğan ve Gülen Cemaati arasında yaşanan son çatışma, Dünya Bankası’nın bu  beklentisinin Türkiye açısından boşa çıktığını gösteriyor. Zira, bu çatışmanın gözler önüne serdiği yolsuzluğun, boyutu ve kapsamı itibariyle Türkiye siyasi tarihinde muhtemelen emsali bulunmamaktadır. 17 Aralık’ta dört bakana karşı yürütülen soruşturma kapsamında ortaya çıkan bir tapede, Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın babasına evden çıkartılması gereken 30 milyon avro gibi ‘çok küçük bir miktarın’ kaldığını söylemesi bunu göstermektedir.11 Giderek artan sayıda tapeler ortaya çıktıkça, AKP tarzı yolsuzluğun kodları da deşifre edildi ve yolsuzluğun bu yeni biçiminde, daha sistematik ve kurumsallaşmış bir şeyler olduğu görüldü. Bu, AKP dönemi yolsuzluklarının Türkiye’deki erken dönem neoliberal yolsuzluk pratiklerinden  dikkatli bir şekilde ayrılması ve daha geniş bir siyasi ve iktisadi bağlam içinde anlaşılması gerektiğini ortaya koyuyor.

AKP iktidarı dönemindeki yolsuzluk pratiklerinin genel çerçevesinin, 2000’li yıllarda yeniden düzenleme, kentsel dönüşüm, yoksullukla mücadele adına işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi ve büyük ölçekli özelleştirmeler gibi politikalar içeren neoliberal dönüşümün özgül tarihsel koşulları içinde belirlendiği doğrudur. AKP, devletin bu sermayeyanlısı yeniden dağıtım olanaklarını, büyüyen inşaat sektörü12 aracılığıyla yeşil sermaye tabanını güçlendirmek amacıyla kullandı. Parti, yoksullara oy karşılığı sadaka vererek,  muhafazakar tarzda bağımlılık ilişkilerinin de yaratılmasını sağladı. Siyasi olarak sadık iç yatırımcıya, Arap dünyası ve Afrika’nın İslam devletlerinde bağlantılar ve pazarlar oluşturularak iktisadi destek sağlanması, toplum üzerinde yeni bir siyasi hakimiyet kurulmasına yönelik bu stratejilerle uyumluydu. Washington Oydaşması sonrasındaki döneme özgü neoliberal ‘reformlar’ başka ülkelerde de yolsuzluğa dayalı benzer sermaye birikim olanaklarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ancak sürecin Türkiye’de AKP’nin İslamcı muhafazakarlığıyla ilişkili olarak düşünülmesi gereken özgül tarihsel sonuçları, bunların Türkiye’deki devlet yapısı ve devlet-sermaye ilişkilerinde yarattığı bu köklü dönüşümlerdir.

2000’li yıllarda AKP tarzı yolsuzluğu başka yerlerdeki neoliberal yolsuzluk pratiklerinden ayıran temel özellikler, bunların kamu ihalelerinden alınan rüşvetlerle oluşturulan ortak komisyon havuzları üzerinden örgütlenmiş bir yapı içinde idare edilmesi, rüşvetlerin bağış görünümünde Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) gibi derneklerde toplanması ve bu süreçlerin Erdoğan tarafından doğrudan kontrol edilmesidir. Bu yolsuzluk uygulamaları, AKP’nin lider kadrolarına, partinin kendi İslamcı gündemini ve güç tabanını herhangi bir hesap verme zorunluluğu olmadan destekleyebilecekleri, alternatif veya ‘paralel’ finansman imkanları sağladığı için siyasi nitelikli uygulamalardır. Bu, tabii ki, yolsuzluğun bu siyasi, sistematik ve kurumsallaşmış biçimlerinin de kendi içlerinde bozulabileceği olasılığını ortadan kaldırmaz. Ancak burada biz öncelikle bu uygulamaların devlet içerisinde nasıl kurumsallaştığını ve devletin modern burjuva biçimi üzerindeki dönüştürücü etkilerini tespit etmeyi amaçlıyoruz.

Peki, AKP tarzı yolsuzluk neden Türkiye’de kamusal ve özel alanların sınırlarının yeniden tanımlanmasını işaret ediyor?  Yolsuzluk üzerine veriye dayalı araştırma yapmanın zorlukları nedeniyle, aşağıdaki değerlendirme son yolsuzluk skandalı sırasında ortaya dökülen sınırlı malzemeye dayanılarak yapılacaktır. AKP’nin bu iddiaların yasal olarak soruşturulması konusunda, 17 Aralık’taki soruşturmaları başlatan savcıları görevden alarak ve yolsuzlukla suçlanan dört bakanın dokunulmazlıklarını kaldırmayarak gösterdiği isteksizlik, bu suçlamaların tamamen temelsiz olmadığını gösteriyor.13 Erdoğan’ın yeni yolsuzluk tanımı üzerinden bu yolsuzlukları normalleştirmesi ise bunların örtük bir kabulü olarak da okunabilir.

AKP tarzı yolsuzluğun siyasi sonuçlarını anlamak için en başta sorunlaştırılması gereken nokta, bu yolsuzlukların sistematik ve kurumsallaşmış olmasıdır. Yönetim kurulunda Erdoğan’ın oğlunun da yer aldığı TÜRGEV gibi özel vakıflar üzerinden oluşturulan komisyon havuzları, bu açıdan etkili örgütlenme araçlarıdır. Görünen o ki, kamu ihalelerinde ayrıcalıklı muameleye tabi tutulan şirketler, bu hizmet karşılığında TÜRGEV’e bağış yapmaya davet edilmektedir. TÜRGEV’in internet sitesinde belirtilen ana amacının, “İslami Bilimler” alanında yetkin profesyonel kadrolar yetiştirerek, Türkiye’de gençlerin ve eğitimin gelişmesine katkıda bulunmak olarak tanımlandığını da burada belirtmek gerek.14

Bu uygulamada sadece İslam kültürüne sadık şirketlere ayrıcalıklı muamele fırsatının verildiği, diğerlerinin ise dışlandığı açıkça görülüyor. AKP ile yeşil sermaye arasında kurulan ve normalde yolsuzluk olarak tanımlanabilecek olan bu ‘ortak yaşam’, paylaşılan ortak değerler ve bu ilişkiden sağlanan pratik kazançlar sebebiyle, AKP’nin İslami seçmeni tarafından meşru kabul edilmektedir. Bu ortak yaşam, İslamcı işadamlarına kişisel iktisadi kaynaklarını ve örgütlü güçlerini üyelik yoluyla doğrudan parti yararına seferber etme ve/veya aktif olarak siyasete katılarak hükümet politikalarını destekleme sorumluluğu yüklemektedir.15

Bugün ülkede seçilmiş bazı iş gruplarına sağlanan ayrıcalıklı destek, Erdoğan’ın ve AKP’nin tikel çıkarlarının geliştirilmesine hizmet etmekte; kişisel ve parti bazlı sadakate dayalı bir siyasi kontrol ağının yeniden üretilmesini sağlamaktadır. Sermaye birikiminin siyaset eliyle oluşturulmasına yönelik benzer politikalar her ne kadar Cumhuriyet döneminde de uygulandıysa da,  bu dönemde bu politikaların nihai hedefinin “ülkenin ekonomik kalkınması16 olarak belirlenmesi ve uygulanması, toplumun bütününe kamusal hizmet sunan modern devlet fikriyle uyumludur.

Bu yeni siyasi kontrol ağının tikel niteliği, Erdoğan’ın kişisel hakimiyetinin bu ağın yeniden üretiminde oynadığı merkezi rol düşünüldüğünde daha belirginleşmektedir. Zira, bu kurumsallaşmış ve sadakate dayalı himayeci yeniden dağıtımın tepesinde bulunan Erdoğan ve yakın çevresi, sürecin bütünü üzerinde kontrol ve bilgi sahibidir.  Kişiselleşmiş devlet ile seçilmiş iş grupları arasında birbirini besleyen karşılıklı bağımlılık ilişkileri üzerine kurulan bu siyasi kontrol biçimi nedeniyle devletin kamusal otoritesi özelleştirilmekte ve bu durum devletin görünüşteki sınıf tarafsızlığının gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Kapitalist devletin tikel doğasının Türkiye’de bu şekilde yeni bir himayeci biçim içinde açığa çıkmaya başlaması, bu siyasi yapının meşru yeniden üretimi için giderek metafizik araçlara başvurulmasını gerekli kılmaktadır. Son zamanlarda gündeme gelen Erdoğan’ın kutsallaştırıldığı çeşitli İslami ritüel ve pratik örnekleri bu açıdan yeniden düşünülmelidir.17

Bu gayrı-resmi güç ağının Erdoğan ve AKP hükümetine, finansal piyasaların dayatmalarından ve devletin uluslararası alandaki resmi taahhütlerinden bir ölçüde kaçma imkanı sağladığı açıktır.  Zira, ‘komisyonlar’ yoluyla oluşturulan gayri resmi ve özelleşmiş bütçe, devletin resmi bütçesiyle yan yana durmakta ve küresel sıkı para politikası baskısına rağmen siyasi amaçlı devlet harcamalarının devamını sağlamaktadır.18 Bunun en iyi örneği, AKP belediyelerinin yoksullara oy karşılığı düzenli olarak dağıttığı yardımlardır. Bu gayrı-resmi güç yapısı, İran’a karşı AB ve ABD tarafından uygulanan petrol ambargosuna benzer uluslararası önlemlerin, iyi kurulmuş uluslararası ağlar aracılığıyla etkisizleştirilmesine de imkan sağlamaktadır.19 Bu, ironik bir şekilde, sıcak paranın küresel kapitalist kriz Avrupa’yı vurana kadar güvenle ülkede kalmasını sağlayan ve sürekli övünülen Türkiye’deki ‘siyasi istikrarın’ yozlaşmış köklerini ve kırılgan niteliğini ortaya çıkarmaktadır. AKP bugüne kadar, ekonominin kısa dönemli finansal sermaye girişlerine bağımlılığı nedeniyle, uluslararası alanda izlenen iktisadi  süreçlerde genel normlara uygun davranmaya çalışarak, bu siyaseten riskli oyunu başarıyla idare edebilmiştir. Bu süreçte, bir yandan AKP’nin İslamcı şirketlerle olan ilişkilerinde yolsuzluk pratikleri kurumsallaşırken, diğer yandan büyük ölçekli devlet işletmelerinin özelleştirilmesi sürecinde yapılan ihalelerin televizyonda canlı yayınlanması gibi taktiksel uygulamalarla devletin şeffaflığı kanıtlanmaya çalışılmıştır.20

Sonuç

Faiz oranları konusunda Erdoğan ve Merkez Bankası arasında yaşanan son tartışma,21  resmi ve resmi olmayan güç yapılarının birlikte idare edilmesinin her zaman mümkün olamayabileceğini ve bu stratejinin sınırlarının son tahlilde paranın hakimiyetiyle belirlendiğini göstermiştir. Finansal sermayenin yükselen piyasaları, arkasında derin ekonomik ve siyasi krizlerle bırakarak terketmekte olduğu bir uluslararası konjonktürde, Erdoğan’ın Merkez Bankası üzerinde faiz oranlarını düşürmesi için baskı yapması, sermayenin ülkeden kaçışını hızlandırmaktan başka işe yaramamıştır. Erdoğan’ın bu çıkışı, 2015 Haziran’ındaki genel seçimlerden önce komisyon havuzlarının büyümesini sağlamak için, durgunlaşan emlak ve inşaat sektörlerine ucuz krediler yoluyla ivme kazandırma çabası olarak  görülmüştür.  Bu çatışma, bugüne kadar başarıyla yürütülen iki yüzlü stratejinin sürdürülemezliğini ve ülkenin yakın gelecekte siyasi olarak stratejik bir kavşağa gireceğini göstermektedir.

Bu kısa değerlendirme, AKP iktidarı altında, kişiselleşmiş devlet yapısı içinde kurumsallaşan yolsuzluk pratiklerinin Türkiye’de kapitalist devletin modern burjuva formunun yeniden üretimini ciddi olarak tehdit ettiğini ileri sürmüştür.  Bu pratikler, Türkiye’de bugüne kadar AKP’nin özgül İslami gündemiyle uyumlu ilerleyegelen neoliberal dönüşümlerin neden olduğu krizleri idare edebilmek için Erdoğan liderliğinde kapitalizm-öncesi döneme özgü bazı siyasi kontrol stratejilerinin hayata geçirildiği anlamına gelmektedir.  Öte yandan, bu sürecin sadece Türkiye’ye mi özgü olduğu, yoksa başka ülkelerdeki güncel siyasi değişim  kalıplarına da ışık mı tuttuğu22 soruları, günümüzün finansallaşmış kapitalizmi içinde yaşanan küresel değişimleri anlamak için dikkatle sorgulanmalıdır.

Not: Makalenin orijinali İngilizce’dir ve şu sayfada yayınlanmıştır: http://researchturkey.org/?p=8817 Türkçe çevirinin yayınlandığı sayfa: http://researchturkey.org/?p=8817&lang=tr


Son Notlar

*Şebnem Oğuz ve Özlem Kaygusuz’a makalenin ilk taslağı üzerine yaptıkları değerli yorumları için teşekkür ederim.

2Erdoğan’ın Aljazeera söyleşisi için bknz. http://www.haberaktuel.com/basbakan-erdogan-el-cezire-ye-konustuhaberi-848747.html [Erişim tarihi 19 Mart 2015].

3Neoliberal sultanlık savı için bknz. Deniz Yıldırım BirGün, Kitap Eki Söyleşisi, 5 Ocak 2013 ve otoriter devletçilik savı için bknz. Şebnem Oğuz (2012) “Türkiye’de Kapitalizmin Küreselleşmesi ve Neoliberal Otoriter Devletin İnşası,” Türk Tabibler Birliği, Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2-48.

4K. Jain Arvind (2001), “Corruption: A Review” (Yolsuzluk: Bir İnceleme) Journal of Economic Surveys, Cilt 15, Sayı 1, 73.

5Cengiz Kırlı (2006), “Yolsuzluğun İcadı: 1840 Ceza Kanunu, İktidar ve Bürokrasi”, Tarih ve Toplum, Sayı 4, 45-119.

6Bknz. Luigi Manzetti ve Charles H Blake (1996) “Market Reforms and Corruption in Latin America: New Means for Old Ways,” (Latin Amerika’da Piyasa Reformları ve Yolsuzluk), Review of International Political Economy, Cilt 3, Sayı 4, 1996, 662-697; ve Pınar Bedirhanoğlu (2002) “Rusya’da Kapitalist Dönüşüm Süreci, Yolsuzluk ve Neoliberalizm,” Toplum ve Bilim, Sayı 92, 217-233.

7Bknz. Nedim Şener (2001), Tepeden Tırnağa Yolsuzluk, Siyahbeyaz, Metis Güncel, İstanbul, 66-73.

81990’ların başında Rusya ve Polonya’da devlet kaynaklarının özelleştirilmesi sürecinde eski nomenklatura’nın kontrolü ele almasından endişe eden Rusya Başkanı Yeltsin’in danışmanları bir keresinde, bu insanların ‘gönlünün hoş tutulmaması, satın alınmaması, ya da  tamamen güçsüz bırakılmamaları durumunda özelleştirmelerin devam edemeyeceğini’ kamusal olarak açıklamışlardır. Bknz. Olivier Blanchard, Maxim Boycko, Marek Dabrowski, Rudiger Dornbusch, Richard Layard, Andrei Shleifer, Post-Communist Reform, Pain and Progress (Komünizm Sonrası Dönemde Reform, Sancı ve Gelişim), Cambridge, Massachusetts ve Londra, İngiltere: the MIT Press, 1993, 39. Yeni himayecilik üzerine benzer bir araştırma için bknz. Robin Theobald (1999) “So what really is the problem about corruption?” (Yolsuzlukla ilgili sorun gerçekten nedir?) Third World Quarterly, Cilt 20, Sayı 3, 493.

9David Harvey (2006) “Neo-liberalism as Creative Destruction,” (Yaratıcı bir Yıkım Olarak Neo-liberalizm), Geografiska Annaler: Series B, Human Geography, Cilt 88, Sayı 2, 155.

10 Dünya Bankası (2000) Anticorruption in Transition, A Contribution to the Policy Debate, (Geçiş Sürecinde Yolsuzluk Karşıtı Politikalar), Washington DC, xvi.

11Bknz. “Bilal Evdeki Paraları Sıfırla,” Cumhuriyet, 24.2.2014, [Erişim tarihi 19 Mart 20105]. Şuradan ulaşılabilir: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/44675/_Bilal_evdeki_paralari_sifirla__.html

12Buğra ve Savaşkan, bu siyasetle desteklenen sermaye birikim pratiği sayesinde yükselen deneyimsiz yeni iş gruplarına dikkat çekiyor. Bknz. Ayşe Buğra ve Osman Savaşkan (2014) New Capitalism in Turkey (Türkiye’de Yeni Kapitalizm), Edward Elgar, Cheltenham, İngiltere ve Northampton, MA, ABD, 21.

13Bknz. http://www.cnnturk.com/haber/turkiye/17-aralik-operasyonunun-savcilari-gorevden-alindi. [Erişim Tarihi 19 Mart 2015] ve “AK Parti’den Fireli Aklama,” [Erişim Tarihi 19 Mart 2015]. Şuradan ulaşılabilir: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28012968.asp

14Bknz, http://www.turgev.org/hakkimizda/hakkimizda. [Erişim tarihi 19 Mart 2015],

15Bknz http://www.habervitrini.com/ekonomi/iste-ak-partili-isadamlari-177426/. [Erişim tarihi 19 Mart 2015] Ayrıca bknz. Buğra ve Savaşkan, 2014: 12.

16Buğra ve Savaşkan, 2014: 18.

17Türkiye’deki bazı gazetelerde Erdoğan’ın Allah’ın elçisi olduğu ya da Erdoğan’a dokunmanın ibadet sayıldığına dair haberler yayınlanmıştır. Erdoğan’ın 2015’teki doğumgünü için yapılan kutlamaların, Peygamber için düzenlenen Kutlu Doğum kutlamalarıyla benzerliği dikkat çekicidir. Bknz. “Peygamber ilan edecekler: Erdoğan için Kutlu Doğum,” “Başbakana dokunmak bile ibadetmiş,” ve “Erdoğan’ı sonunda peygamber ilan ettiler.” Şuradan ulaşılabilir: http://www.gazetecileronline.com/. [Erişim tarihi 19 Mart 2015],

18Bknz. Zafer Yılmaz (2013) “AKP ve Devlet Hayırseverliği: Minnet Ekonomisi, Borç Toplumu ve Siyasal Sermaye Birikimi,” Toplum ve Bilim, Sayı 128, 32-70.

19Mustafa Sönmez (2013) “Cemaat ‘Altın’ı buldu; ‘Yolsuzluktan’ devam…” Şuradan ulaşılabilir:

http://mustafasonmez.net/?p=3986. [Erişim tarihi 19 Mart 2015],

202005’teki TÜPRAŞ, Türk Telecom ve ERDEMİR özelleştirme ihaleleri örnek olarak gösterilebilir.

21Bknz. “Erdogan pushed for Turkey’s central bank to cut interest rates” (Erdoğan Merkez Bankası’na faiz oranlarını indirmesi için baskı yaptı). Şuradan ulaşılabilir:

http://www.ft.com/intl/cms/s/0/71b57a60-bbcb-11e3-84f1-00144feabdc0.html#axzz3UYXYZam4. [Erişim tarihi 19 March 2015],

22Bugünün Türkiyesi’ndeki genel yolsuzluk kalıbıyla, komisyon havuzlarının yerini Heydar Aliyev Vakfının aldığı Azerbaycan’dakiler arasında benzerlikler gözlemlenmektedir. Bu, farklı tarihsel geçmişlere sahip ülkelerin birbirleriyle karşılaştırılabilmelerine imkan veren bazı genel dinamiklerin