1960’da başlayan diplomatik ilişkiler bir yana, Papalar ile Osmanlı/Cumhuriyet yönetimleri arasındaki ilişkilerin tarihi oldukça eskidir. Tartışmamızı Cumhuriyet dönemi ile sınırlı tutalım; bu açıdan, resmî bir hüviyet taşımamakla birlikte bu konudaki ilk ziyaretin, DP döneminde, Adnan Menderes’in 1955’teki İtalya ziyareti olduğunu söyleyebiliriz. Bunu, yine bir gayri resmî ziyaret olarak adlandırılsa da, Celal Bayar’ın ziyareti izler. Bu, Cumhurbaşkanı düzeyindeki ilk ziyarettir.
Dini kisvesi bir yana, Türkiye Cumhuriyeti’nin de tanıdığı bir devlet örgütlemesi olarak Vatikan Şehir Devleti (Stato della Città del Vaticano) ile ilişkiler, tabii ki, diplomatik esaslarla kesintisiz olarak devam etmektedir; ancak üst düzey ziyaretler –Papaların Türkiye’ye ziyaretleri bir yana- Turgut Özal’ın Başbakanlığı dönemine kadar kesilir. Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz haflardaki Vatikan ziyaretine kadar da bir daha üst düzey resmî bir ziyaret gerçekleşmez. Bu ziyaretler silsilesinde dikkat çekici olan, Türkiye sağında sadece Süleyman Demirel’in Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde Vatikan’ı ziyaret etmemiş olmasıdır.
Papa ile buluşan başka üst düzey “siyasetçi”ler yok mu? Olmaz olur mu? Mehmet Ali Ağca ve Fethullah Gülen’i nasıl unutabiliriz. Şimdi gazetelerinin her sayfasının her sütununa “Terör Örgütü FETÖ” ifadesini ekleyen “his master’s voice” gazetelerin (Türkçesiyle ana akım gazetelerimiz) o dönemde Gülen’in bu ziyaretini nasıl yıkayıp parlattıkları arşivlerde durmaktadır.
Başbakan Adnan Menderes ve Bakanlarının Papa ziyaretleri, Vatikan ile resmî ilişkiler henüz başlamadığından olacak, gazetelerde “Roma Ziyareti” olarak yansıtılır. 30 Ocak 1955 tarihinde gerçekleşen Roma Ziyareti’inde heyet Papa XII. Pius tarafından da kabul edilir. Cumhuriyet gazetesi Papa’nın Köprülü ve Menderes’e nişanlar taktim ettiğini yazmaktadır. Menderes de resmî törendeki nutkunda, Papa’nın sağlığına dikkat çekerek, acil şifalar diler.
Cumhurbaşkanlığı düzeyindeki ilk Vatikan ziyareti 09 Haziran 1959 başlar. İki gün sonra, Cumhurbaşkanı Celal Bayar eski dostu Papa XXIII. Ioannes’ı makamında ziyaret eder. “Eski dostu” sözü şaşırtmasın, Papa Angelo Giuseppe Roncalli ile Bayar, Roncalli’nin İstanbul günlerinden beri tanışmaktadırlar. Roncalli 1935-1944’te Türkiye’de Vatikan’ı temsilen görev yapmıştı. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra idam cezası verilen Bayar’ın, idam cezasında yaş haddi tahdidi kaldırılmış olmasına rağmen idam edilmemesinin arkasında da hep Roncalli’nin desteği aranacaktır.
1960’lardan sonra Türkiye’den Vatikan’a ziyaretler yerini, Vatikan’dan Türkiye’ye ziyaretlere bırakır. 1967 yılında Papa VI. Paul Türkiye’yi ziyaret eder. Bu bir Papa’nın ilk Türkiye ziyaretidir. Daha sonra, 1979 yılında Papa II. Jean Paul, Türkiye’yi ziyaret edecektir.
1980’den sonra süreç yine Türkiye’nin Vatikan’ı ziyaretleri şekline dönmeye başlar. 1988 yılında, Başbakanlığı döneminde Turgut Özal da, dönemin Papa’sı II. Jean Paul ile görüşür. 6 Ekim 1988 tarihinde gerçekleşen bu ziyaret de bir resmî ziyaret olarak kaydedilmez.
Geçtiğimiz haftalarda Tayyip Erdoğan, Papa Franciscus’u ziyaret edene kadar da Türkiye’den Vatikan’a Başbakan ya da Cumhurbaşkanı düzeyinde başka bir ziyaret gerçekleşmeyecek; ancak 2006 yılında XVI. Benedikt ve son olarak 28-30 Kasım 2014 tarihlerinde Papa FransuvaTürkiye’yi ziyaret edeceklerdir. Hoş, 1955’ten bu yana gerçekleşen ziyaretlerin birçoğu da gayri resmî ziyaretler statüsündedir. O nedenle de Erdoğan’ın ziyareti basında sıklıkla “59 yıl sonra gerçekleşen ilk ziyaret” olarak kodlanır.
Cumhurbaşkanları ve/ya Başbakanlar bir yana, Türkiye siyasetinin – siz lütfen, Türkiye sağı diye okuyun – “önemli” (!) isimlerinin Papa(lar) ile muhabbetine de doyum olmaz. Nitekim, Papa II. Jean Paul, hiçbir Türkiye Cumhuriyet Cumhurbaşkanı ya da Başbakanına yapmadığı kıyağı, kendisini vuran Mehmet Ali Ağca’ya yapacak, onu 1988 yılının son günlerinde cezaevindeki hücresinde ziyaret edecektir. Milliyet (28.12.1988) gazetesinden aktarayım:
“Papa’nın Ağca ile hücrede yaptıkları görüşme 21 dakika sürdü. Aralarındaki konuşmaların ‘tam bir günah çıkarma gibi’ fısıldaşarak yapıldığı bildirildi.”Haberin 7. Sayfadaki devamında da şu ifadelere yer veriliyor: “Noel programı çerçevesinde dün Rebibbia Cezaevi’ne giden Papa [aynı Papa’ya suikast düzenleyen Ağca bu cezaevinde yatmaktaydı] II. Jean Paul, 13 Mayıs 1981 tarihinde kendisini öldürmeye kalkışan M. Ali Ağca’yı hücresinde ziyaret etti… Cezaevi kilisesinde düzenlenen dini ayinden sonra… Ağca’nın hücresine giren Papa, Ağca ile alçak tonda ve tam 21 dakika konuştu… Gazetelere yaptığı açıklamada Papa, konuşmanın Ağca ile kendisi arasında olduğunu ve bu nedenle gizli kalması gerektiğini vurgulayarak “Affettiğim ve tüm güvenime sahip kardeşimle görüştüm dedi.”
Doğrusunu isterseniz, Papa’yı ziyarete giden bir Başbakan/Cumhurbaşkanı olsaydım, bu haberi okuyunca çıldırırdım. Hangi büyük Türk siyasetçisine mahzar oldu ki, Papa’nın onun ayağına gelip ziyaret etmesi, ona “kardeşim” diye hitap etmesi! Demek ki “Deveye diken, Papa’ya da [kurşun] sıkan” makbulmüş.
Papa, sadece kendisini vuran Ağca ile değil “Fethullah Hoca” ile de 1998 Şubat’ında görüşür. Unutmadan yazayım da başım ağrımasın, “Fethullah Hoca” ifadesi bana değil, Hürriyetgazetesine aittir; hem de haberde bu ifadelerin tamamı bold halde verilmiştir. Gazete, sevgili hocasının(!) Papa II. Jean Paul ile görüşmesine geniş yer ayırır. Habere göre; “Papa, kendisine değerli bir Hereke ipek halısı ile işlenmiş bir gümüş vazo hediye eden Fethullah Gülen‘e, Aziz Paulus ile Potrus’un altın kabartmadan oluşan tablosunu armağan etti. Görüşmeden sonra bir basın toplantısı düzenleyen Fethullah Hoca, geçen yıl anjiyo olması nedeniyle bir yıl geciken ziyaretinin çok olumlu geçtiğini söyledi… Fethullah Hoca, bir soru üzerine, Türkiye’de çeşitli din ve mezheplerin liderleriyle diyaloglar da kurduğunu hatırlatarak, amaçlarının üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik oluşturmak olduğunu söyledi… Hükümetlerin, milletlerin dünya barışını sağlarken, bürokrasiye, yanlış anlaşılmalara takılabileceğini hatırlatan Fethullah Hoca, halklar arası hoşgörünün daha önemli olduğunu vurguladı. Papa’nın kendisini hayret, hayranlık ve takdirle karşıladığını söylediğini ve bir işbirliği sürecinin başladığını yorumladığını yansıtan Fethullah Hoca… rahatsızlığı nedeniyle önceki gece Roma’da ölebileceğinin aklına geldiğini, ‘Gerek Papa ve gerekse benim yaşlarımız ilerlemiş. Bu bakımdan ben bu kutsal topraklarda ölürsem diye aklıma geldi’ dedi. Fethullah Hoca bugün İstanbul’a dönecek.” [tüm vurgu ve ifadeler habere aittir].
Papa-Gülen görüşmesini köşesine taşıyan Ertuğrul Özkök de ziyaretten pek mutludur; Hürriyet (07.02.1998) gazetesinde yayınlanan Fethullah Gülen-Papa Buluşması başlıklı yazısında “derin” siyasal analizlerini faş etmekten, “hoca”lığını göstermekten geri durmaz: “New York Kardinali John O’Connor, Katolik dünyasının en önemli isimlerinden birisi. Papa’nın sağ kolu olarak biliniyor. Kardinal O’Connor görüşmede Fethullah Gülen’e, dinler ve medeniyetler arası diyalog ve hoşgörü konusundaki çalışmalarını yakından izlediğini söylüyor. Pazartesi günü Vatikan’da Papa’yla yapılacak görüşmeye giden yolun kapısı New York’ta işte bu görüşmede atılıyor. Papa’nın davet mektubu Fethullah Gülen’e geçen hafta İstanbul’da iletiliyor. Mektubu getiren, Vatikan’ın Ankara Büyükelçisi Pier Luigi Celata. Bu görüşme, Fethullah Gülen’in uluslararası planda bir isim olmaya başladığını gösteriyor. ABD’nin en büyük Musevi kuruluşlarından birisi, önümüzdeki aylarda Gülen’in bir kitabını İngilizce olarak Amerika’da yayınlayacak.”
Özkök, derslerde okutulası, çerçeveletip duvara asılası siyasî analizlerine şöyle devam eder: “Bütün bunlar, din adamlarının uluslararası ilişkilerde giderek etkin bir rol oynamaya hazırlandığını gösteren işaretler. Bu yüzyıl sonunun en büyük dramlarından birisi, dinlerin giderek çatışma konusu haline gelmesi oldu. İnsanlar ve toplumlar arasında barış ve kardeşliğe hizmet etmesi gerekirken, tam aksine savaş ve çatışmalara neden olan dinler arası hoşgörüsüzlüğün aşılması gerekiyor. O nedenle Türk Diyanet İşleri ve Fethullah Gülen ile Vatikan arasında başlayan bu yapıcı diyalog umut verici bir gelişme olabilir. Çünkü Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girebilmesi, dinin toplumlar arasında bir çatışma nedeni olmaktan çıkması için, dinler arasındaki duvarların yıkılması gerekir.”
O dönemi hatırlıyorum da; Papa’nın bile görüştüğü “Fethullah Hocaefendi Hazretlerini” (!) hâlâ “siyasal İslamcı”, “cemaatçi” vb. isimlerle andığım, ona “Fetoş” dediğim için ne kadar eleştirilmiştim. Papa, hatta Ecevit bile anlamıştı da şu “mübarek adamı” (!) bir ben ve benim gibi solcular anlamamışlardı.