Türk Basınında Seçici Dayanışma ve Gazetecilerin Durumu

Türkiye’de gazetecilere yönelik baskılar ve özgür basına karşı sürdürülen sistematik saldırılar, yalnızca bir ifade özgürlüğü sorunu değil, aynı zamanda toplumun vicdanını ve mesleki dayanışmayı sorgulatan derin bir krizin yansımasıdır. İstanbul merkezli soruşturmalarda 13 gazetecinin tutuklanması, medya kuruluşlarına yönelik ayrımcı yaklaşımlar ve seçici dayanışma eleştirileri bu durumun somut örneklerini oluşturuyor.

Özgür Basın Neden Hedefte?

Gazeteci İnci Hekimoğlu ve Bianet editörü Ruken Tuncel’in açıklamaları, özellikle Kürt basınına yönelik baskıların nedenlerini açıkça ortaya koyuyor. Kürt medyasının, Türkiye’nin geleneksel medya organlarının sansürlediği ya da aktarmaktan çekindiği haberleri duyurması, iktidarın tepkisini çekiyor. Bu durum, sadece Kürt basınına yönelik değil, eleştirel ve bağımsız habercilik yapan tüm medya organlarına karşı sürdürülen bir politikanın parçası.

Hekimoğlu’nun da belirttiği gibi, Türkiye ve Ortadoğu’daki Kürtlerin sesini duyuran haberler, iktidarın özellikle Kuzey ve Doğu Suriye’deki saldırılar bağlamında engellemek istediği bir gerçeklik. Bu baskılar, uluslararası kamuoyunun ilgisini çekebilecek haberlerin önünü kesmek ve Kürt medyasını susturmak amacı taşıyor.

Seçici Dayanışma: Gazeteciler Arasında Çatışma

Türkiye’deki medya ortamında en dikkat çeken sorunlardan biri, gazeteciler ve meslek örgütleri arasındaki dayanışmanın yetersizliği ve seçiciliği. Ruken Tuncel, özellikle Kürt basını söz konusu olduğunda meslek örgütlerinin sessiz kalmasını eleştiriyor. Bu durum, iktidarın hedeflerini dolaylı yoldan destekleyen bir pasifliği işaret ediyor.

Gazetecilerin ve toplumun, yalnızca belirli grupların haklarına yönelik ihlaller karşısında ses çıkarması, evrensel gazetecilik ilkelerine aykırıdır. Hekimoğlu, bu seçiciliğin meslek etiğiyle bağdaşmadığını ve bağımsız gazeteciliğin önemini vurguluyor.

Gazetecilik mi, Memurluk mu?

Türkiye’deki basın organlarının büyük bir kısmı, gazetecilik yapmak yerine devletin çizdiği sınırlar içinde hareket etmeyi tercih ediyor. Hekimoğlu’na göre bu tutum, gazetecilik değil, memurluktur. Türk medyasının muhalif ya da bağımsız olmadığını, evrensel gazetecilik ilkelerinden uzak bir üstünlükçü anlayışla hareket ettiğini belirtiyor.

Bu durum, yalnızca gazetecilere yönelik baskılarla sınırlı kalmayıp, halkın haber alma hakkını da ciddi şekilde ihlal ediyor. Toplumun doğru bilgiye erişiminde bir araç olması gereken medya, devletin ideolojik söylemlerini güçlendiren bir araç haline geliyor.

Bir Çıkış Yolu Mümkün mü?

Hekimoğlu ve Tuncel, gazetecilere yönelik baskılar karşısında yaratıcı etkinlikler ve daha etkili dayanışma mekanizmaları geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor. Özellikle demokratik kitle örgütlerinin, siyasetçilerin ve insan hakları savunucularının daha aktif bir rol üstlenmesi gerektiğini ifade ediyorlar.

Ancak burada temel bir sorun var: Türkiye’de medya üzerindeki baskılar sadece iktidarın değil, toplumun da zımni bir onayıyla sürdürülüyor. Özgür basını savunmak, yalnızca gazetecilerin değil, halkın da sorumluluğu.

Türkiye’de gazetecilere yönelik baskılar, özgür basını susturma çabalarının ötesinde, toplumsal dayanışmanın sınırlarını ve medya etiğinin zayıflığını gözler önüne seriyor. Seçici dayanışma ve ideolojik bölünmeler, gazeteciliği savunma çabalarını zayıflatıyor.

Gerçek bir değişim için, toplumun her kesiminden daha güçlü bir dayanışma sergilenmesi, basının evrensel ilkeler doğrultusunda yeniden şekillenmesi ve gazetecilik mesleğinin bağımsızlığına yönelik somut adımlar atılması gerekiyor. Aksi takdirde, yalnızca gazeteciler değil, toplumun bütünü bu baskıcı atmosferin bedelini ödemeye devam edecektir.