Sinan Ateş Cinayeti: Adaletin Gölgesinde Kaybolan Bir Soruşturma

Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in 2022’deki suikastı, yalnızca bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda Türkiye’de hukuk ve siyaset arasındaki tehlikeli bağların bir aynası haline geldi. Yakın zamanda sonuçlanan ikinci soruşturma dosyası, akıllarda daha fazla soru işareti bırakırken, Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in haklı isyanı kamu vicdanında derin bir yara açtı.

Takipsizlik Kararı ve Tepkiler

Açılan ikinci soruşturma dosyasında yer alan 22 sanık hakkında takipsizlik kararı verilmesi, Ayşe Ateş’in öfkesini sosyal medyada açıkça dile getirmesine yol açtı. Ateş, kararla birlikte cinayetin arkasındaki güçlerin korunup kollandığını belirterek şu ifadeleri kullandı:

“Elleri kanlı azmettiricilere normal hayatları hediye edilirken bana ve iki kızıma ölüm tehdidi altında bir hayat layık görüldü.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da seslenen Ayşe Ateş, koruma tahsis edilmesinin anlamını yitirdiğini belirtti:

“Sinan Ateş’i makamınızın bir kilometre ötesinde katlettirenler, aldıkları bu cesaretle bize neler yapmazlar? Bir orduyu yanımıza verseniz onları durduramazsınız.”

Yargı Süreci ve Kararların Detayları

Cinayetle ilgili daha önce açılan davada 22 sanık yargılanmış ve aralarından tetikçi Eray Özyağcı ve azmettiriciler Doğukan Çep, Tolgahan Demirbaş ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına çarptırılmıştı. Ancak ikinci soruşturma, kamuoyunun beklediği adaleti sağlayamadı ve kilit isimler hakkında verilen takipsizlik kararıyla son buldu.

Sanıklardan bir kısmının iktidar bağlantıları ve suikast hazırlıkları sırasında ortaya çıkan telefon kayıtları, soruşturmanın siyasi nüfuzun gölgesinde şekillendiğine dair güçlü ipuçları sundu. Özellikle cinayetin tetikçisinin, İstanbul’dan Ankara’ya özel harekât polisleri tarafından getirilmesi ve cinayet planlarının detayları, bu bağlantıların derinliğini gözler önüne serdi.

MHP’nin Suskunluğu ve Eleştiriler

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, cinayetle ilgili yaptığı sınırlı açıklamalarda, suçlamaların partiyi karalamaya yönelik olduğunu iddia etti. Bahçeli’nin cinayetten sonra uzun süre sessiz kalması ve MHP’den hiçbir taziye mesajının gelmemesi ise kamuoyunda büyük tepki topladı. Ateş’in, partinin iç meselelerine yönelik eleştirilerinin ve genel başkanlık görevinden istifa etmesinin ardından suikasta kurban gitmesi, olayın siyasi bir hesaplaşmanın parçası olabileceğine dair endişeleri artırdı.

Sinan Ateş, Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı döneminde MHP liderliğiyle yakın ilişkiler kurmuş ve muhalefet hareketlerine mesafeli bir tavır takınmıştı. Ancak görevinden istifası ve ardından suikasta uğraması, bu ilişkilere dair karanlık bir perde aralamış durumda. Suikastın hemen ardından, MHP ve Ülkü Ocakları tarafından hiçbir destek mesajı verilmemesi, olayın yalnızca bireysel değil, kurumsal bir sessizlikle de örtülmeye çalışıldığını düşündürdü.

Adaletin Ruhu Neden Karanlıkta?

Türkiye’de faili meçhul cinayetler, devletin hukuk mekanizmasını siyasetin aracı haline getirdiği bir düzlemde sık sık tekrar eden bir döngüye işaret ediyor. Sinan Ateş cinayeti, bu çarpık düzenin en güncel ve sarsıcı örneklerinden biri.

Ayşe Ateş’in haykırışı, yalnızca bir eşin acısını değil, aynı zamanda adaleti arayan bir toplumun isyanını da yansıtıyor. Ateş ailesine yönelik tehditler devam ederken, devletin sessizliği ve yargı sisteminin taraflı yaklaşımı, adaletin yalnızca güçlüler için çalıştığına dair algıyı daha da pekiştiriyor.

Sonuç olarak, Sinan Ateş cinayeti, siyasi hesaplaşmaların ve hukukun araçsallaştırılmasının bir simgesi olarak, Türkiye’nin demokratik değerleri için önemli bir sınav olmaya devam ediyor.