Tövbe Etmelerden Ne Vakit Tövbe Edeceğiz?

Bahar geldi, kuş cıvıltıları arasında kırlara çıkma, kıyılarda yürüyüşler yapma vaktidir derken, kar dışardan sesleniyor, “gitmedim buradayım daha” diyor.

Devir değişti ama eskiden karlı geceler, güzel hikayeler demekti. O halde kışı uğurlamak ve Ramazan’ı karşılamak niyetine bir hikâye yazayım.

Dijital iletişim çağında yazılı ve görsel bir tufana yakalanmış olarak, hiçbir şeye uzun boylu dikkat yöneltme imkânımız kalmadığı gibi, dışımızdaki tufana kapılmış giderken ruhumuzda, derinimizde olup bitene kulak kesilecek mecalimiz de yok.

Hal böyleyken kendimize dair, hele de böyle uzun bir hikâyeyi okuyacağımızı sanmıyorum ama yine de yazıyorum.

Mevlâna Rumi Mesnevi’de, adeta “hikâyeyi anlamak istiyorsan tüm bu anlatılanları anlaman lazım” der gibi, türlü türlü sözler, tefsirler ve öyküler arasına saklayarak bir hikâye anlatır. Bu hikâyede adeta bir ruh hekimine mahsus özenle çarpıcı bir benlik resmi çizer;

Zamanın birinde güzel çenk çalan bir çalgıcı varmış. Sanatındaki ustalık, herkes gibi onu da benlikte üstünlük vehmine mahkûm etmiş. Benlik merkezinde kaldığı sürece, kişi “bilgisizlik ve gaflet zindanında mahpustur”. Bu çalgıcının aklı da sanatının cüzi sırrına sahip görünse de hakikatte aşkın olanın idrakinden mahrum imiş. Mahir ve zeki oluşu benlik zindanından kaçmasına, benliği yok etmesine yetmemiş.

Mevlâna Rumi’ye göre; eğer kişi, kendinde ön, art olduğunu sanıyorsa cisme bağlı, idrakten mahrumdur çünkü, alt, üst, ön, art cismin vasıflarıdır. Azat olmuş kişi ise bunlardan münezzeh ve cihetsizdir.

Cismani donanıma bağlı olan o çalgıcı da zaman geçip ihtiyarlayınca çenk çalmaktan aciz kalıp, işsizlikten sinek avlamaya, bir parça ekmeğe muhtaç olmaya başlamış, Ömrünce yaptığı, isyankârlık olduğunu düşündüğü işinden ve hayatından pişmanlık duyarak, şehrin mezarlığında başını koyup uyuyacağı bir köşe seçmiş kendine “Zaten hangi hoş vardır ki nahoş olmamıştır? Yahut hangi tavan vardır ki yıkılmamıştır.” Ve hangi taht vardır ki devrilmemiştir.

Derken, yardımsever biri bir ses duymuş ve ses ona demiş ki, “mezarlıkta muhtaç pek muhterem biri var; gidip onu ihtiyaçtan kurtar.”

Adam da mezarlıktaki bu ulu kişiyi aramaya çıkmış ama orada o ihtiyar çalgıcıdan başka kimseyi görememiş. Kendi kendine “duyduğum sesin sözünü ettiği bizim makbul ve ulu kişi bu pejmürde ihtiyar olamaz zira bir çalgıcı nasıl olur da tanrının has kulu olur ki” demiş. Mezarlıkta o ihtiyardan başka kimseyi göremeyince de mecburen onun yanına gitmiş.

Çalgıcı gelen adamı görünce paniklemiş, mezarlığa sığındım ama yine de muhtesiplerden (devrin ahlak zabıtasından) kurtulamadım diye düşünmüş. Adam, ihtiyarın paniklediğini görünce korkma, sana Allah’ın selamını ve biraz da para getirdim demiş.

Bu hal karşısında çalgıcı dövünmeye başlamış. Türlü cefalar, suçlar ve sınırsız arzularla geçtiğini düşündüğü ömründen utanmış. Eyvah ki, kanımı emen, yüzümü karartan nice suçlar işledim, güzel ömrümü türlü türlü perdeden çalmakla, her makamdan müzikle geçirdim diye söylenmiş.

Adam, çalgıcıdaki bu yakınma ve pişmanlığı duyunca şöyle demiş; Senin bu ağlaman, aklının başında olduğuna delâlet eder ki aklı başında oluş, geçmişi hatırlamaktan ileri gelir ve bu manada aklı başında olmak başka bir günahtır. “Yok olanın yolu, başka yoldur” ve sen bu yaşında hala benliğinden, nefsinden yok olmamışsın. Geçmişin de hakikate perdedir, geleceğin de. Sen, kendi nefsinin tarafından tavaf edip durdukça nasıl tavafta olursun? Senin tövben ve pişmanlığın günahından beterdir. Sen geçmişe benliğinle bağlısın ve geçmiş hallerinden tövbe etmektesin! Bu tövbe etmekten ne vakit tövbe edeceksin?

Yaşamın tek ve biricik sırrının, ‘kendinde olmak için kendini terk etmek’ olduğuna uyanan çalgıcı, ağlamadan ve gülmeden, pişmanlıktan ve gururdan kurtulan biri olarak dirilmiş. Pişmanlık duymak, tövbeler etmek, benliği ve bencilliği şımartmanın yollarından birisidir çünkü. Oysa bu hikâyeye göre mesele, pişmanlıklar ve tövbeler cehennemi olan yargılar zindanını yıkmak, hakikatin sıradanlığını omuzlamak için ahmakça benlik yükünden ve vehminden kurtulmak meselesidir.

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)