Sürdürülebilirlik mi, ölümsüzlük mü?

Dünya üzerinde ölümsüz bir canlı var mı? Yanıtlarınızı duyuyor gibiyim. “Yok!” diyorsunuz değil mi? Zira bize hep öyle söylendi ve öyle öğretildi. Tüm canlılar doğar, büyür ve ölür.

Ama var. Turritopsis dohrnii minicik bir denizanası. Boyu yaklaşık 4,5 milimetre, yani küçük parmağınızın tırnağından daha küçük. Ölümsüz denizanası olarak anılıyor çünkü denizanalarının son yaşam evresi olan medusa evresine ulaştıktan sonra yaşam döngüsündeki ilk aşama olan polip formuna geri dönebiliyor ve bu süreç sonsuza kadar devam edebiliyor.

İnsan imreniyor değil mi? Çünkü hep ölümsüzlüğü arzuluyor ve ona ulaşmanın yollarını arıyoruz. Bir kısmımız umutsuzca fiziki ölümsüzlüğün peşinde koşup bütün servetini bu uğurda harcarken bir kısmımız da eserler bırakarak fikri ölümsüzlüğü kovalıyor.

Bir an düşünelim… Bilim insanları bu harikulade canlının sırrını çözmüş ve insanları ölümsüzlüğe kavuşturmuş olsun. Dünyanın nüfusunun on hatta on beş milyara çıkması kaç yıl alır?

Ya dünyada gıda sıkıntısının baş göstermesi?

Ya su için ardı ardına savaşların patlak vermesi?

Kaynakları daha fazla olan ülkelerin kendini koruyabilmek için kapanması ve hali hazırda artmakta olan milliyetçiliğin ileri seviyelere yükselmesi?

Peki ya, çok korkulan üçüncü dünya savaşının bir anda gezegenimize yayılması ve tüm ülkeleri kan, ateş, ölüm ve acıya boğması?

Ölümsüz denizanasını bir anlığına unutalım. Ölüm doğanın gerçeği ve hepimiz ölümlü olarak yaratılmışız. Ve doğada hiçbir şey boşa gitmiyor. Ölen canlılar, besin zincirindeki diğer canlıları besliyor, ayrışıp doğaya karışıyor ve muhteşem tabiatın bir parçası haline geliyor.

Peki, durum buysa, yine tabiata dönüyor ve büyük bir bütünün parçası haline gelip, başka bir formda yaşamımızı sürdürüyorsak, bu korku ve ölümsüzlük çabası niye?

Çok büyük ihtimalle, bunun sebebi “belirsizlik”. Ölüm sonrası ne olduğunu bilememek. O yeni yaşamın neye benzediği konusunda bilgimiz ve fikrimiz olamaması. Bu belirsizlik, nasıl ve ne şekilde sürüyor olursa olsun elimizdeki, sürdüregeldiğimiz yaşama sıkı sıkıya sarılmamıza sebep oluyor.

Ölümsüzlüğü hedefliyor ve ulaşmak için sınırsız bir istek duyuyoruz.

Ama ne uğruna? Hangi maliyetle?

Zaman zaman bu köşede bahsediyoruz, earth overshoot day sitesine girip bakacak olursanız, 1971 yılında dünya nüfusu dünya kaynakları ile yaşamını sürdürebilirken, bugün 1,75 dünyaya ihtiyacımız var. Yani, kısaca gelecek nesillerin haklarını tüketiyoruz.

Gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak istiyorsak, dünya nüfusunun azalması, insanların dolu dolu yaşayarak, yaşlandıklarında hayata gözlerini yummaları gerekiyor.

Sizlere bu satırları yazarken, adeta ölümün dünyamızın bir gerçeği olduğunu kanıtlamak istercesine, evimizin camına bir serçe çarptı. Muhtemelen yırtıcı bir kuştan kaçmaya çalışıyordu. Su içirmeye ve kendine getirmeye çalıştım ama maalesef avucumda gözlerini kapattı.

Ölüm, er ya da geç kapımızı çalacak. Dünyanın sürdürülebilir bir yer olması için bu gerekli. O an gelene kadar, tadını çıkararak, yaratarak, üreterek yaşamak gerekiyor. Zaten, bunları yaparsak, bir anlamda ölümü yenmiş olmuyor muyuz?

Gelecek nesillere, yaşanabilir bir dünya bırakmak dileğiyle.

Özgün ÇINAR