Sosyalist hareketin önderlik geleneği üzerine

Selahattin Demirtaş’ın parti liderliği üzerine tartışma yürütenlerin büyük çoğunluğunu sol/sosyalist kişi ve kesimler oluşturuyor. Bu nedenle sorunu Marksizm’in önderlik geleneği üzerinden irdelemek istiyorum.

1877’de K. Marks “Biz popülerliğe, bir saman çöpü kadar değer vermeyiz. Bunun bir kanıtı da örneğin, kişilere tapınılmasına nefret duyduğum için, Enternasyonal günlerinde, birçok ülkeden gelen çok sayıda takdir ifadesinin kamuoyuna yansıtılmasına asla izin vermeyişim ve bu takdir ifadeleriyle bunaltıldığım halde, ara sıra azarlamam dışında, hiç yanıtlamayışımdır. Engels ve ben gizli Komünist Derneğe ilk üye olduğumuz zaman, bu girişimizi, otoriteye iman etme biçimindeki boş inanı teşvik edecek her türlü hükmün tüzükten çıkarılması koşuluna bağladık” diyordu. Bu sözlerden anlaşıldığı gibi K. Marks ve F. Engels; 1) Popülerliğe değer vermiyorlardı. 2) Kişilere tapınılmasından nefret ediyorlardı. 3) Örgüt/parti içinde otoriteye iman etme türünden her türlü anlayışa karşıydılar.

O halde nasıl oldu da, Marks ve Engels’den sonra Marksist hareket içinde neredeyse tam tersi bir durum ortaya çıktı? Yani, Marksist hareket içinde önderler putlaştırıldı ve her biri ömür boyu önderlik yaparak kendilerine özgü sosyalizm anlayışlarını dayattı. Dahası kendilerine Marksist diyen partilerde, örgüt içi demokrasi olmadığı gibi, üstelik parti hayatında otoriter ve bürokratik gelenekler egemen oldu?

Bu sürecin Lenin’in parti ve siyaset teorisiyle başladığını söyleyebiliriz. Lenin partiyi profesyonel devrimcilerden oluşan kadroları ile bir “savaş örgütü” olarak tanımladı ve partinin asıl amacını da “iktidarı ele geçirmek” olduğunu belirledi. Bu iki anlayış ister istemez parti yaşamında “politik ve askeri” liderliği ön plana çıkaran gününün “24 saatini devrime adayan” profesyonel kadrolar/önderler egemen oldu. Ekim Devrimi bu kadrolarla gerçekleştirildi. Lenin sonrasında partiyi devletle bütünleştiren Stalin, siyasal ve örgütsel bağlamda “Bolşevik tarzı” denilen ideolojik-politik liderlik anlayışını sadece Sovyetler Birliği’nde değil, 3.Enternasyonal kararları ile dünyanın bütün Komünist partilerinde egemen hale getirdi. Sovyet Devrimi’nden sonra yinelenen “Marksist teori Leninist pratik” söylemi unutularak/unutturularak adeta Marksizm kavramı terk edildi. Onun yerine Stalin tarafından yorumlanan Leninizm ikame edildi. Teori donduruldu, pratik hazır reçetelere indirgendi. Parti liderleri ve parti yönetici kliği yüceltildi. Her ülke parti liderinin veya muhaliflerinin adıyla anılan “izmler dönemi” başladı.

Türkiye’de bu anlayışın dün olduğu kadar bugün de sosyalist harekette ne kadar egemen olduğunu ve nasıl dramatik sonuçlara yol açtığını anlatmaya bile gerek yok. Hemen yanı başımızda veya içinde bulunduğumuz herhangi bir siyasal yapıda bu anlayışın en katmerlisini görüyor ve yaşıyoruz. Bu bağlamda sorunun tarihsel ve güncel yanlarının irdelenmesinin önem kazandığı bir dönemde, genel olarak “ideolojik ve siyasal önderlikler” için geçerli olan bazı vurgular yapmak istiyorum:

1.Kavramsal olarak siyasal önderlik önceden görmektir. Bu nedenle siyasal ve toplumsal bir hareketin sürekliliği, onun önderliğinin niteliği, yeteneği ve gücüyle sınırlıdır.

2.Bir hareketin önderlik yeteneği ve gücü, onun ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak yapısal karakteriyle ilgilidir.

3.Siyasal önderliklerin niteliği, içinde bulundukları toplumun/grubun ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel, inançsal özellikleri, insan kaynakları, toplumsal çelişkileri ve egemenlik ilişkileri ile belirlenmiştir.

4.Tüm önderlik yeteneklerinin kutsanmış bir şahısta toplanması ile lider kültü yaratılmakta, bu da örgüt yerine önder, sınıf yerine parti, parti yerine devlet, ilkeler yerine önderin söz ve davranışlarını geçerli kılmaktadır.

5.Önderlerin yüceltildiği yapılarda, ikincil adamlar birinci adamları yücelterek kendilerine yer açmakta ve böylelikle bir seçkinler hizbi oluşmaktadır. Bu tür yapılarda egemen olan ikamecilik anlayışı, kurumlaşma yerine, yukarıdan aşağıya doğru her aşamada kişisel iktidarların egemenliğini pekiştirmekte ve önderlere bağlılık her şeyi belirmektedir.

6.Askeri ve politik önderliğin aynı kişide toplanan siyasal yapılarda askeri bir kavram olan “Komutan” söylemi, askeri ve bürokratik ilişkileri geçerli kılmaktadır.

Bu nedenlerle siyasal ve toplumsal bir hareketin önderliği kolektif ve kurumsal yapı karakteri kazandıkça, sürekliliği ve kendini aşabilme potansiyeli devam ediyor ve dolayısıyla kesintisiz bir siyasal ve örgütsel faaliyet mümkün olabiliyor. Bu nitelikle örtüşememiş, siyasal ve toplumsal yapısı yeterince sorgulanamamış ve yeni ideolojik açılımlar yapılamadan daima geçmişin refleksleri ile yol almaya çalışan hareketler, konjonktürel gelişmelerden fazlasıyla etkileniyor. Sınırlı yetenekleri olan kişilerden oluşan kurucu veya doğal önderlikler, yeterince atılımcı olamıyor, özeleştiriden uzak duruyor, bu nedenle de kendilerini yenileme/aşma karakteri gösteremiyor. Örgütsel ve siyasal faaliyeti sadece kendi konumlarıyla sınırlayan tutucu önderlikler, belki uzun süre kalıcı olabilmekte ama hareketin büyümesini ve gelişmesini gerçekleştiremiyor.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Toplumun ideolojik, sosyal, kültürel, sanatsal, estetik ve etik formasyonu geliştikçe, bireyler toplumsal gelişmenin öznesi olmaya başlayacak ve giderek tutkularını ve kibirlerini bir takım politik söylemlerin arkasına gizleyen siyasal önderlere daha az ihtiyaç duyulacaktır.

Şaban İBA