Soluk

Olmadığım gibi görünemem. Elli yedi yıldır iyiden, güzelden, haklıdan yana bir yolda yürüyorum. Özgürlüğün büyüleyen düşünsel dünyası… Bitirilmese de o yolda olmak bile güzel. Cebimizde ömür, elimizde kitap. Son soluğu kollarımızda kalan arkadaşlar… İzin verilmeyen trajik törenlerin yolcuları… Bir tek kuşlar esirgemezdi şarkılarını, hawar nidaları yankılanırdı. Pas tutmaz destan olurdu oğullar, kadınlar. Korku soluyarak gölgesinden kaçanlar kaybolmuştu. Tanımsız heyecanın yoldaşlığı, eğilip bükülmeyen öznelerde büyüyordu. Eylemleridir insanı değerli kılan. Tarihsel geçmişimizin sağlam, devrimci mirasında bir onur sınavıydı. Hem yaşamış, hem tanık olmuştuk. Hayatta kalmanın avantajıyla ruhumuzu eğitirken, kötülüğün değirmenine bir damla su taşımadık.

Bir kıyaslamadayım kendimle. Edebiyatın eşsiz tadıyla okuyor, araştırıyor, biriktiriyor, yazıyorum. Sokağa dönük yüzüm, daha iyi yanımı arıyor. Değiştirmeyi düşündüğümüz zulüm iklimi ise önümüzde duruyor. Bu keşifte asıl olan uğraştır, biliyorum.

Eş ve baba olarak mutsuzluğu duyumsadığın günler olur, gerilirsin. Fırtınanın ortasına düşmek gibidir. Çevrendekiler eksilir, aileden soyutlanır, geçim derdinden arta kalan zamanı kovalarsın. Görece daha iyi olan arkadaşın elini uzatmaz, yavan önerilerle gelir. İşsizlik, yoksunluk, dikenli bir sendromdur. Çocuklarını kazanmak için kendini kaybedersin, salkımında dağılan üzüm taneleri gibi. Hasta toplumun nabzını duyumsarsın, tüm duyuların ayaklanır. Yapraklarla savrulur hayata tutunma çaban. Acının doğurduğu ironiyle karanlık örtülemez. Sisteme itirazın büyür, bir soru yüzlercesini doğurur. Kırılgan ama yürekli olarak tanımlarsın kendini.

Çok ararsın, yoktur. İstemediğin bir yerde, sevmediğin bir işe başlarsın. Zamanı kendine kullanamaz, dağıldığın anların içinde kalırsın. Yazmak, daha çok okumak için durmak bir ihtiyaç haline gelir. Yazıyla yaşamak istersin sadece, yazdıklarınla. Tadını bilenlerin yaşadığı, düşlerini süsleyen toprakla dostluk, doğanın kucağıdır özlemin. Henüz bulunmamış, okunmamış sözcüklere, kuşların büyülü ötüşlerine, saklı şiirlere… Kendine bile yabancılaştığın yorucu, yoğun kent yaşamından, denetimsiz ve çirkin yapılaşmadan uzak, yalansız soluklanma alanına… Güven veren, doğal, sahici çocuk kahkahaları ile sarmaş dolaş… Dokunulmamış ekolojik bir duruluk… Ayrıcalığı olmayan, insana özenli ve eşit davranan… Barış ve sevgi dolu, saf bir dünya.

Daha önce de yazmış olabilirim. İleri yaşlar ışığın ve güneşin özlemini büyütürmüş. Arzuladığı hayat, niye içine almaz ki insanı? Sevilmek, onaylanmak, başının okşanmasını istersin. Bunu yazdıkların verse de yetmez. Doğaya ve insana düşman sistemin arkaik sorunlarda kalması, çok eski bir özlemindir. Zaman durdurmaz akışını, yaşlanırken çocuk kaldığını anlarsın. Yetmiş üç yıllık emeğin özlemle yürümüştür hep, direnmekle. Belleğin açılır konuşan sözcüklere. Öğütler sıralarlar, din bilgisi, çürümüş ahlak kültürüyle. Camiler kürsü olur. Nefes aldırmayan gelenekler, çizilemeyen önyargılar… Sarsılan güven, yitirilen inançlarda sıkışır. Avuntular gelir dizi dizi, terslersin. Bir akşam serinliği bile değildir.

Oysa, sadece benim olsun diye düşünmezsin, sadece ben mutlu olayım! Maddi, manevi cimriliğin yoktur. Yalancı şehirlere, zoraki gülümsemelere dökemezsin içini. Yalnızlığı hem çağırır hem durmak istemezsin yanında. Acı acıyla silinirmiş, inandırıcı gelmez. Kardeşlikle yenilir distopya. Kuşatılmış mutsuzluğun duvarlarını insan örmüştür, yine insan yıkar.

Muzaffer YEGÜL
Latest posts by Muzaffer YEGÜL (see all)