Sıla Yeniçerinin Ardından

“Bir toplum, çocuklarını koruyabildiği ölçüde adildir; şiddet gören her çocuk, geleceğimizde açılan derin bir yaradır.”

Toplumsal cinsiyet ve şiddet olguları, modern toplumların en temel sorunları arasında yer almaktadır. Türkiye’de yakın zamanda yaşanan iki yaşındaki Sıla Yeniçerinin maruz kaldığı şiddet ve cinsel saldırı vakası, bu sorunların ne denli derin ve sistemik olduğuna dair çarpıcı bir örnek sunmaktadır. Sıla’nın yaşadığı trajedi, çocukların, özellikle kız çocuklarının, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin kurbanı haline nasıl geldiklerini ve toplumun bu konuda ne kadar sorumluluk taşıdığını gözler önüne sermektedir. Bu olay, bireysel bir suçtan çok, toplumun derin yapısal sorunlarının bir yansımasıdır.

Toplumsal cinsiyet rolleri, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin nedenlerini anlamada kritik bir unsurdur. Türkiye gibi ataerkil yapıların baskın olduğu toplumlarda, kadınlar ve çocuklar, erkek egemenliğinin kurbanı olma riski taşımaktadır. Bu vakada da Sıla’nın uğradığı cinsel saldırı ve şiddet, yalnızca bireysel bir suç değil, toplumsal cinsiyet hiyerarşilerinin güçlendirdiği bir şiddet biçimi olarak değerlendirilmelidir. Erkeklerin kadınlar ve çocuklar üzerindeki tahakküm arayışı, şiddet ve istismarı meşrulaştıran bir sosyo-kültürel zemin yaratmaktadır.

Sıla’nın maruz kaldığı şiddet, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çocuklar üzerindeki etkisini de ortaya koymaktadır. Çocuklar, cinsiyete dayalı hiyerarşilerin en savunmasız üyeleridir ve özellikle kız çocukları, bu tür saldırıların hedefi haline gelebilmektedir. Çocukların korunma ihtiyacı, toplumsal yapının en zayıf halkası olmalarından kaynaklanırken, bu vakada olduğu gibi, onları korumakta yetersiz kalan mekanizmalar ciddi bir sorgulamayı gerektirmektedir.

Şiddet ve cinsel saldırı vakaları, bireylerin kişisel sorunlarından çok toplumsal yapının bir sonucudur. Bu bağlamda, Sıla Yeniçerinin yaşadığı şiddet, toplumsal ve hukuki mekanizmaların eksikliğine işaret etmektedir. Çocuklara yönelik şiddetin ve cinsel saldırıların engellenememesi, devletin koruma görevini yerine getirmediğini göstermektedir. Devletin çocukları koruma sorumluluğu, yalnızca yasaların uygulanmasıyla sınırlı kalmamalı, aynı zamanda bu tür suçların ortaya çıkmasına neden olan yapısal sorunların çözümüyle de desteklenmelidir.

Sıla’nın davasında adli tıp raporlarıyla cinsel saldırıya uğradığı belirlenmiş olmasına rağmen, olayın ardından sürecin nasıl işlediği ve suçluların adalet önüne çıkarılıp çıkarılmadığı önemli bir sorudur. Bu, toplumun devletle olan ilişkisini ve devletin çocuk haklarını ne ölçüde koruduğunu sorgulayan bir mesele haline gelmiştir. Eğer toplumsal yapı, çocukları ve kadınları şiddetten koruyamıyorsa, bu sadece bireysel ahlaki çöküşlerin değil, aynı zamanda yapısal eşitsizliklerin ve toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretilmesinin bir sonucudur.

Sıla’nın teyzesi Aslı Tatar, küçük kızın yaşadığı süreci umutla takip ettiklerini belirtirken, aslında bu açıklama ailelerin böyle trajediler karşısında yaşadığı çaresizliği de yansıtmaktadır. Aile, bireyin toplumsal yapı içindeki en yakın çevresidir ve çocukların güvenliği büyük ölçüde bu çevrede sağlanır. Ancak bu olay, aile içi şiddetin ve istismarın, çocukların korunmasında aile yapısının da zayıflayabildiğini göstermektedir. Aile kurumunun şiddet ve cinsel saldırı karşısındaki yetersizliği, toplumun genel yapısal sorunlarıyla iç içe geçmiş bir meseledir.

Toplumun bu tür olaylara karşı gösterdiği tepki, sosyal medya kampanyaları ve kamuoyu baskısı yoluyla şekillense de, çocukların güvenliğini sağlamak için daha köklü ve sürdürülebilir çözümlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu noktada toplumsal bilincin artırılması, eğitim sisteminde toplumsal cinsiyet eşitliği ve çocuk hakları konularının daha etkin işlenmesi, şiddet kültürünün önlenmesinde önemli adımlar olacaktır.

İki yaşındaki Sıla Yeniçerinin trajik ölümü, çocuklara yönelik şiddet ve cinsel saldırıların toplumun her kesimini etkileyen derin sosyolojik sorunlar olduğunu ortaya koymaktadır. Bu tür vakalar, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin ve yapısal şiddetin çocuklar üzerindeki yıkıcı etkilerini gözler önüne sererken, devletin ve toplumun bu tür suçlarla mücadelede daha etkin ve sorumlu bir tutum sergilemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Şiddetin ve cinsel saldırının bireysel bir sorun değil, toplumsal yapının ürünü olduğunu anlamak, bu sorunu çözmeye yönelik atılacak ilk adımdır.

Arslan ÖZDEMİR